İki otoriter siyaset de barışır. Demokrasi, barışı tesis etmekten çok daha zor bir şeydir.
Hemen fikrimi söyleyeyim: Barış gelsin de varsın demokrasimiz hemen çok gelişmesin. Kızmayın. Nedenini aşağıda anlatıyorum.
Bir yanlış karşıtlık üzerinden fikir yürüten çok. Diyorlar ki “Kürtler nasıl oluyor da AK Parti’ye güveniyorlar, başkanlık rejimine tamam diyorlar? Ak Parti demokrasinin altını oyuyor, hukuk devletini zayıflatıyor, demokrasisiz barış nasıl kurulacak...”
Yanlış karşıtlıklar. Barış; savaşın olmadığı, insanların meselelerini çocuklarını öldürmeden çözdüğü durumun adıdır. Barış, demokrasi demek değildir. Demokrasi barışın önkoşulu dahi değildir. Suriye’deki iç savaşı düşünün. Bir önceki otoriter rejim dahi 70.000 canın ölmesinden, 2 milyon mülteciden, çeyrek milyon ağır yaralıdan ve yıkılmış bir ülkeden iyidir.
Öncelikli hedef ne olmalı? Elbette çocukların dağda ölmemesi. Tamam Ak Parti iktidarı sırasında hukuk devleti aşınıyor. Ne diyeceğiz o zaman? Barış olmasın mı?
Hayır. Barış; her ne koşulda olursa olsun yapılması gereken tek şeydir. Başkanlık sistemini tartışacağız, elbette yanlış olduğunu anlatacağız. Zaten AK Parti eliti AK Partilileri de ikna edebilmiş değil. Başbakan sıtmaya razı etme stratejisi güdecek ve “partili cumhurbaşkanı+başbakanı belirleme yetkisine” tamam diyecektir. Yani Putin çözümü.
Putinizm barışa engel mi?
Asla değil. Birçokları Erdoğan’ın başkanlık sistemi için Kürt sorununu çözmek istediğini sanıyor. Hayır. Erdoğan arkasındaki en büyük mirasın barış olacağını bildiği için bu adımı atıyor. Çünkü siyasi yapının çarkları böyle dönmeye devam ederse AK Parti’nin bir daha %50 alma şansı yok. İstanbul Belediyesi’ni alacaklarından dahi emin değiller.
Bu durumda siz ne yaparsınız? Heykeli dikilecek bir hamleyle tartışmaların önüne geçer, tartışmasız bir başarının altına imza atmak istersiniz. Meselenin dış politika açısı hariç, Erdoğan’ın yaptığı budur. Desteklenmesi gerekir. Başarırsa ve BDP’nin de kabul ettiği adımlar atılırsa, silahlar susarsa, Erdoğan’ın heykeli dikilir. Her demokratın da açılışa gitmesi boynunun borcudur. Sırf kurtaracağı çocuklar için...
Mithat Sancar’ın doğru bir tespiti var. Cumhuriyetin yıllarca en çok itip kaktığı iki grup, İslamcılar ve Kürtler yeni cumhuriyetin temelini atıyor. Aslında sosyal demokrat ya da liberal siyasi bir tanımla kimlikler barışıyor. Bu, yeni bir siyasetin başlaması anlamına geliyor. Sonunda örnek bir demokrasi olmak zorunda değil. Başkanlık sistemi gelirse demokrasinin iyice zayıflayacağı da kesin. Ancak tekrar etmeli. Kürtler de bunun farkında. Yasama yetkisi olan ya da yasama meclisini fesih yetkisine sahip bir başkanlığa hiçbir şekilde geçit vermeyeceğini söylüyorlar. Hem de barış sürecini etkilemesi pahasına.
Tekrar hatırlamakta yarar var. Barış demokrasinin önkoşulu değildir. İki otoriter siyaset de barışır. Demokrasi, barışı tesis etmekten çok daha zor bir şeydir.
BDP’nin adı Barış ve Demokrasi Partisi. İkisi ayrı ayrı hedefler, farklı strateji ve siyasetlerle kurulacak dünyalardır. Kürtlerin siyasi temsilcileri bunu gayet iyi biliyor. Bazılarının dediği gibi “barış uğruna demokrasiyi satmıyorlar.”
Ahmet
Ahmet Hakan’ı ‘Türk solunun en güçlü kalemi’ ilan etmiştim. Şeref kabul etmiş ama sıfata layık olmadığını yazıp, bana ‘Türk sağının en güçlü kalemi’ demiş. Sağcılık da solculuk da hayırlıdır. İkisinden biriyim de o kadar usta varken en iyi olmayı kabul edemem. Ahmet gibi bir ustanın bunu düşünmesi bile en azından vasat olduğumuzu gösterir. Sağ olsun.
Geçerken biz de dokunalım, solcu olduğunu iyi bildiği birinden ‘en iyi solcu’ iltifatını alan bir usta, bir solcuya sağcı dediğinde taltif etmediğini bilir. Olsun, solcular sağcı gibi görünmeye başladıklarında kazanır. Geçen hafta bir gün arayla hem Ergenekoncu hem Cemaatçi denen biri oldum. Bu da oluversin. Ortada görünen dikenine katlanır.