Yedi Gazetecinin Gözünden Diyarbakır'ın nabzı
Hafta sonu Diyarbakır'da Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın organize ettiği “Toplumsal Uzlaşı ve Medya” çalıştayına katılan yedi gazeteci Diyarbakır izlenimlerini yazdı. Doğal olarak yedi farklı Diyarbakır gözlemi çıktı.
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-02-26 10:55:56
Diyarbakır'da hafta sonu yapılan "Toplumsal Uzlaşı ve Medya" çalıştayı sonrası, gazetecilerin gözünden Diyarbakır'ın nabzını anlamaya çalıştık. Çalıştaya katılan Timetürk Genel Yayın Yönetmeni Nevzat Çiçek'n konu hakkındaki değerlendirmelerini daha sonra bu siteden okuyacaksınız. Ancak bir günde yedi farklı bakış açısını anlamamamız açısındamn söz konusu yazıları dikkatlerinize sunuyoruz:
Ülke Tv Genel Yayın Yönetmeni Hasan Öztürk: Diyarbakır'da bahar iklimi hakim
2013 yılı bitmeden memlekete “barış hakim olsun” için… Kanayan yara artık kabuk bağlayıp, “onulsun” için…
Hasılı, elinde silah tutanların silahı bırakması için..!
Vatan evlatları toprağa düşmesin için…
Memleketin şehirlerine ve dağlarına barış iklimi gelsin için…
Büyük Türkiye hayalinin gerçekleşmesi için çaba göstermek için…
Elini taşın altına koyanlara “karınca misali”yönümüz belli olsun desteği vermek için…
Diyarbakır'a gittim hafta sonu!
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın bir günlük “Toplumsal Uzlaşı ve Medya” çalıştayına katıldım.
Birbirinden değerli, gazeteci, akademisyen, aktivistle birlikteydim.
Açılışta Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir de vardı aramızda ve kış günü “bahar iklimi”ne yakışan bir konuşma yaptı!
Çalıştayı uzun uzun yazacak değilim, zira haberlerini hem haber7.com'dan hem de Ülke tv'den takip etmiş olmalısınız.
Ben size daha çok Diyarbakır sokaklarındaki izlenimlerimi anlatmak istiyorum.
!
7'den 70'e herkesin Türkiye meseleleri ve özellikle Kürt sorunu üzerine söyleyecek onca sözü var. Bu hem iyi hem kötü. Zira insanlar, günlük işlerinden daha çok bu meselelerle vakit harcıyor.
Dağkapı ciğercisinde ciğer yerken de…
Sıtkı Usta'da künefenin tadına bakarken de…
Mardin Kebap'ta, atıştırırken de…
Eski Balıkçılar Çarşısı'ndaki esnaf kahvesinde çay içerken de…
Ofis'teki kafelerde nargile çekerken de...
Gündem aynı:
Çözüm süreci ne olacak?
Başbakan Tayyip Erdoğan bu sorunu çözebilecek mi?
PKK lideri Abdullah Öcalan ne mesaj verecek?
Diyarbakır halkı, bu sorularla yatıp, bu sorularla kalkıyor!
Çözüme her zamankinden daha çok inanıyor; çözümü tıkayacak hiçbir aktöre pirim vermiyor!
Umutlar o kadar yeşermiş ki, çalıştaya gelen bir dostumuzun bindiği taksinin şoförü, “Aman ağabey, orada dikkatli konuş süreci tıkayacak bir şey söyleme sakın” diyerek uyarma ihtiyacı hissediyor.
Ben size künefeci Sıtkı Usta'nın dükkanın ikinci katında, masamıza gelip bizimle tartışanDiyarbakırlı bir muhtar arkadaşımızın şu cümlesini nakletmek istiyorum:
“Benim iki gelinim Türk. Hepimiz Müslümanız. Hepimizin Allah'ı bir, kitabı bir, peygamberi bir. Yetti artık bu savaş bitsin.”
Diyarbakır'a bu 4'üncü ziyaretim. İlk ziyaretlerimde hep gergindi ortam. Öyle ki özerklik tartışmaları, referandum süreçleri, seçim tartışmaları sokağı hayli hareketlendirmişti burada.
Şimdi ılık bir bahar havası var Diyarbakır'da.
Bu hava daha seküler, daha dünyevi bir atmosferin hakim olduğu Ofis semtindeki kafelere de yansımış bunu da gördüm.
Bıçkın, fütursuz, mangalda kül bırakmayan gençlerin dilinde de yumuşama var..!
Hadi söyleyeyim, “ayrılma fikri”ni içselleştirmiş, “bağımsız Kürdistan” hayaliyle yanıp tutuşan söylemlerin yerini, “Birlikte Büyük Türkiye hayali” almış!
Ben hep “iyilerle” karşılaşmış olamam öyle değil mi?
Ya da bana hep “yalancılar denk gelmiş” olamaz!
Büyük Türkiye hayali olan Diyarbakırlıları selamlıyorum!
Kalın sağlıcakla.
Sabah Gazetesi yazarı Mahmut Övür: Medya toplumun vicdanı olmalı
Gözlerin İmralı'ya çevrildiği bir günde Diyarbakır'dayız. Barış sürecinin nasıl seyredeceğinin merakla beklendiği gün biz de, bu konuyla yakından ilgili Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın düzenlediği "Toplumsal Uzlaşı ve Medya" konulu toplantıya katılıyoruz.
İçinden geçtiğimiz süreç açısından medyanın toplumsal uzlaşmaya nasıl baktığı ve kullandığı dili önemli. Bu açıdan toplantının amanlaması yerinde... Somut bir sonuç elde edilmese de Türkiye'nin önde gelen gazete, televizyon ve internet sitesinden etkin isimlerin Diyarbakır'da bir araya gelip, daha barışçıl bir dil ihtiyacını vurgulamaları medyanın da değişime ayak uyduracağının işareti. Ancak henüz bu değişimin başındayız.
Diyarbakır Çalıştayı bu dilin değiştirilmesi gerektiğini söyleyen önemli bir adım. Açılış konuşmasını yapan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir şöyle diyor: "Adalet ve eşitlik temelli barışın kaybedeni olmaz. Barış için uzlaşı ve birbirimizi dinleme kültürünü yerleştirmemiz gerekiyor. Medyanın barış dili bu açıdan çok önemli."
Peki, medya bu tür süreçlerde çok mu etkili?
Toplantıya katılanlar ağırlıkla etkili olduğu fikrinde. Hatta Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil medyanın toplumun vicdanı olması gerektiğini dile getirerek şöyle diyor: "Medya toplumun gözü, dili ve vicdanı olmalı. Bu nedenle medya çok ciddi bir sorumluluk içinde..."
Medyanın sorumluluğu elbette tartışılmaz. Ancak şu gerçeğin de bilinmesi gerekiyor; Bizdeki medya çeşitlenmesine rağmen hâlâ ağırlıkla vesayetçi sistemin düşünce kalıplarıyla toplumsal olaylara bakıyor. Kendi toplumunu tanımıyor, değişimi görmüyor ve ne yazık ki toplumun gerisinde kalıyor. Bu yüzden de hâlâ değişime direnen en güçlü odak medyanın içinde. "Apoletli medya"nın varlığı sürüyor.
Bunun değişmesinin tek yolu ise sivil siyasetin güçlenmesi ve demokratikleşmenin sürmesi... Sivilleşen bir Türkiye'de editöryal özgürlük de olur, barış dili de yaratılır
Zaman Gazetesi Yazarı ihsan Dağı:Devletin savaşı, toplumun barışı
Savaşı devlet, barışı toplum yapar. İstiyorsa toplum, hazırsa barışa ne devlet, ne örgüt durabilir bunun karşısında. Kürt meselesinde bu noktaya vardık mı?
Toplumun savaştan yana olmadığı artık belli, barış talepleri ortada. Şiddet Türkiye’nin gençlerini, kaynaklarını ve umutlarını harcadı yıllarca. Dur denilmezse bu anlamsız, herkese zarar veren süreç devam edecek. Devam etmek ne akıl işi, ne vicdan. Barış ortak talep. Peki ama nasıl bir barış?
Sorun ‘nasıl?’da düğümleniyor. Her durumda çözüm ve barış için tarafların ‘fedakârlık’ yapması şart. İnanın barış için yapılması gereken fedakârlık savaş için otuz yıldır yapılan fedakârlıklar yanında bir hiç.
Toplumun buna hazır olması gerek. Zira topluma rağmen barış olmaz. Her iki taraftan da savaşanların arkasında toplum kalmamışsa barışa yaklaşmışız demektir.
Geçen hafta sonu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın düzenlediği ‘Toplumsal Uzlaşı ve Medya’ başlıklı toplantı için Diyarbakır’daydık.
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, çay ocaklarında, sokaklarda görüştüğümüz Diyarbakırlıların kanaatleri hep aynı; silahlar sussun, barış gelsin, çünkü barışın kaybedeni olmaz.
Umutlar ve beklentiler yüksek. Barış için gerekli toplumsal desteği sağlamak için İmralı görüşmeleri kadar, sürecin kamuoyu boyutunu yönetmek de önemli. Başbakan’ın sık sık sözünü ettiği ‘risk’ler, BDP milletvekillerinin Sinop ve Samsun’da karşılaştıkları hep bu boyutla alakalı.
Meselenin medyayı da ilgilendiren bir boyutu var kuşkusuz. Medya bu ‘risk’leri azaltabilir veya artırabilir. Bu nedenle Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Diyarbakır toplantısında tartışmaya açtığı ‘toplumsal uzlaşıda medyanın rolü ve sorumluluğu’ meselesi oldukça önemli. Ancak medya bu rolü oynarken kendisi de birtakım ‘riskler’le karşı karşıya...
Kürt meselesini medya yaratmadı, çözecek olan da elbette medya değil. Yine de medyadan bu süreçte yapıcı bir rol oynamasını beklemek herkesin hakkı. Geçen yıl medya patronları ve yöneticileriyle Başbakan’ın Dolmabahçe’de yaptıkları toplantı böyle bir düşüncenin sonucuydu. O gün medyadan PKK ile mücadele sürecinde yardım isteniyordu; şimdi PKK ile görüşmelerde... Dolayısıyla medyanın işi kolay değil.
‘Sorumlu’ davranması bekleniyor her durumda. Peki ‘sorumlu’ davranmak nasıl olacak? Roboski’yi görmemek, Gaziantep saldırısını göstermemek, üç PKK’lı kadının cenaze törenine kameraları kapatmak mı ‘sorumlu davranmak’?
Soru şu; barışta ‘rol oynamak’ ve ‘sorumlu davranmak’ adına haberlere ‘otosansür’ uygular noktaya geliyor mu medya? Dahası, alanda olup bitenlere medyanın uyguladığı ‘karartma’ barışa katkı sunar mı? Sormayan, sorgulamayan, susan bir medya barışa ve uzlaşıya katkıda bulunabilir mi?
Barış için toplumsal destek, bunun için de kışkırtmayan, ötekileştirmeyen bir ‘barış gazeteciliği’ şart; ama bu, olup bitenleri toplumdan gizlemek anlamına gelmiyor.
Bir yandan ‘barış adına’ otosansür tehlikesi, diğer yandan da akıl ve vicdan dışı bir ırkçılık ve nefret söylemi... Türkiye medyası bu ikisi arasında gidip geliyor.
Diyarbakır toplantısında Medialog Platformu bu soruna bir çözüm reçetesi hazırladı (www.medialogplatform.org). İlkeler basit ve anlaşılır; tabii anlamak ve uygulamak isteyene...
Özetle; ‘Medya barışa katkı yapmalı, bunun için bütün yurttaşların kimlik, kültür ve diline tam saygı göstermelidir. Medya kimlikleri ötekileştirmekten kaçınmalı, ırkçılığı, ayrımcılığı ve şiddeti mahkûm etmelidir. Medyanın asli görevi gerçekleri olduğu gibi çarpıtmadan yansıtmaktır. Objektifliğin yanı sıra vicdan ve empati perspektifi de göz ardı edilmemelidir’.
Medya, siyaset, ekonomi... Herkesin cevaplaması gereken soru aynı; barışa hazır mısınız ve fedakârlığa?
Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Oral Çalışlar: Diyarbakır tedirginliği...
Diyarbakır’da tedirgin bir hava hissettiğimi yazmıştım. Aynı tedirginliği yalnız Diyarbakır değil BDP/PKK etkisinin güçlü olduğu birçok alanda hissetmek mümkün. Bu “siyasi eğilim”in yönlendirdiği yayın organlarında, sivil toplum kuruluşlarında “AKP’ye güvenilmez” diye özetlenebilecek bir “karamsarlık” (veya en iyimser ifadeyle “temkinlilik”) havası hâlâ küçümsenemeyecek düzeyde.
Toplumda yeni bir barış ve çözüm dilinin ilk çizgilerinin şekillendiği günlerde bu çevrelerdeki ruh hâlini neye yorabiliriz? Diyarbakır’da, tedirginlik gerekçelerine örnek olarak, Şahin Öner’in öldürülmesinden sonra yapılan “yalan resmî açıklama” ve Lice’de 10 PKK’lının öldürülmesi dile getiriliyor.
Geçmişte de bu tür görüşmelerin kırılmalara uğradığını, devletin “sorunun çözümü” yerine “Kürtleri teslim almak” doğrultusundan giden mantığını hatırlatanlar, “devlette oyun çoktur” diyorlar.
Devlet Kürtlere geçmişte çok oyun oynadı. Bugün de oynamayacağının garantisi yok. Bunları bir kenara yazdıktan sonra şunları da hesaba katmak gerekiyor: Bu ülkenin başbakanı milliyetçiliği reddettiğini kamuoyu önünde açıklayarak“Türk milliyetçiliğini de diğer milliyetçilikleri de ayağımın altına alırım” gibi bir ifade kullandı... CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu,“Haydi gitsin bunları Rize’de söylesin bakalım” diyerek, bu çıkışın radikal yönüne dikkat çeken bir yaklaşım sergiledi.
PKK lideri Öcalan, kamuoyu önünde ilk kez resmen bir çözüm aktörü olarak “ifade ediliyor”... BDP’li siyasetçilerle görüşmelerin “meşru çözüm görüşmeleri” olarak kabul edilmesi de “klasik akış”ın dışına çıkıldığını hissettiriyor.
Başbakan’ın ateşkesin ardından PKK’nın sınır dışına çıkması sırasında askerî operasyonlara girişilmeyeceği taahhüdü de önemli.
Geçmişin yol açtığı psikolojik birikim ortada... Ancak insan “hâlâ bu kadar güvensizlik, bu kadar tedirginlik neden” diye sormadan edemiyor. Bu tedirginliğin stratejik bir anlamının olup olmadığını da sorgulamak gerekiyor.
BDP, özellikle son yıllarda, siyaset arenasındaki rekabetin de etkisiyle, AK Parti ile çok ciddi bir çatışma içindeydi. Öcalan ise, askerin siyaset alanında güçlü olduğu dönemde, sorunun asıl olarak askerle çözülebileceği yönünde saptamalarda bulunuyordu. Öcalan’ın tutumu ve muhatap algısı, devlet içindeki “iktidar dönüşümü”ne bağlı olarak değişmiş görünüyor. Sürecin “AK Parti iktidarıyla çözüme götürülmesi”ni temel alan bir yönelim içinde.
“Kürt siyaseti”nin geneline baktığımızda ise, henüz taşların yerine oturmadığını söyleyebiliriz. Özellikle bazı kesimlerin AK Parti’ye olan “derin tepki”sinin aynen devam etmesi ilginç. Kürt hareketinin soldaki bazı müttefiklerinin Erdoğan hükümetini hâlâ “baş düşman” olarak gördükleri açık.
Sonuç olarak, devlet içinde de, Kürtler içinde de, yaklaşmakta olan “dönüşüm ve çözüm süreci”ne mesafeli duran eğilimler geniş bir alanı kaplıyor. Tedirginlik ve çekingenliğin aşılabildiği oranda, olumlu ve üretken adımların hız kazanabileceğine inanıyorum.
Zaman Gazetesi Yazarı Şahin Alpay: Kürdistan’ı kapsayan Türkiye
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı / Medialog Platformu’nun bugün yapılacak “Toplumsal Uzlaşı ve Medya Çalıştayı” başlıklı toplantısı için bir gün önceden Diyarbakır’a geldim. Bütün günü kentteki kanaat önderleriyle görüşerek geçirdim. Tahmin edeceğiniz gibi, Türkiye’yi büyük Türk – Kürt barışına götüreceğini umduğum “İmralı süreci”nin burada nasıl algılandığını öğrenmeye çalıştım.
Anladığım kadarıyla Türkiye’nin Kürt çoğunluklu bölgesinde barış umudu, Türkiye’nin geri kalanında olduğu kadar yaygın ve kuvvetli. Ne var ki, önceki Habur ve Oslo süreçlerinin başına gelenler unutulmuş değil. Akıllarda “Acaba bu süreç de ötekiler gibi seçimlere kadar mı sürer?” sorusu var. Kürtler arasında devlete güvensizliğin eskilere ve derinlere gittiği de muhakkak. Bu güvensizlik halkın dilinde şu atasözleriyle ifade buluyor: “Osmanlı’nın ne yapacağı belli olmaz… Osmanlı’da oyun bitmez… Devlet, köprü olsa üzerinden geçilmez.”
Barış sürecinde PKK’ya güvenilemeyeceğini savunanlar da var. Çatışmaların sürmesinde çıkarı olan, bir ucu Ankara’da, öteki ucu Kandil’de olan bir çevrenin süreci kundaklayabileceği endişesi dile geliyor. Güvenlik güçleri arasında, PKK’nın barış sürecini yeniden güç toplamak için istismar edebileceği kaygısının yaygın olduğu söyleniyor. Başbakan Erdoğan’ın sık sık söylem değiştirmesi, MİT’in Abdullah Öcalan ile görüşmeye başladığının açıklanmasından 3 gün sonra 10 PKK militanının öldürülmesi, daha birkaç gün önce Kandil’e düzenlenen hava saldırılarından sonra bölgeye 7 PKK’lının cenazesinin gelmesi, “Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybolan” Uludere faciası, sürecin geleceği hakkında tereddüt uyandıran diğer hususlar.
Bütün kaygı ve kuşkulara rağmen, Başbakan Erdoğan’ın bu kez samimi olduğu ve AKP hükümetinin Türkiye’nin ekonomik ve stratejik çıkarları doğrultusunda Kürtlerle büyük barışta kararlı olabileceği tespiti de yapılıyor. AKP ile BDP arasında “Başkanlığı ver, özerkliği al” üzerinden bir anlaşmaya varılıp varılamayacağı konusunda kanaatler muhtelif. CHP’nin barış sürecine dahil olması hayati önemde görülüyor. Konuştuğum kanaat önderlerinden biri şöyle dedi: CHP artık karar aşamasına geldi. Kılıçdaroğlu barıştan yana tavır almazsa, artık yerinde oturmamalı, “otobüsün şoförü değişmeli;” CHP’ye güçlenme yolunu açacak bir lider gelmeli.
Sur Belediye Başkanı, BDP’li dostum Abdullah Demirbaş’la da sohbet fırsatı buldum. Demirbaş, her zamanki gibi, barışın anahtarını şu formülde buluyor: 1) Çok – dilli hizmet ve eğitim. 2) Farklı inançlara tam saygı. 3) Yerel yönetimler arası dayanışma. Bu defa bir dördüncü şart da ekledi: Herkesin, gerek devletin, gerekse PKK’nın işledikleri suçlarla yüzleşmesi. Barış sürecinin bütün zikzaklara, iniş çıkışlara, yol arızalarına rağmen, eninde sonunda başarıya ulaşacağına inanılıyor. Bunun kaynağında da ezici çoğunluğuyla Kürtlerin Türkiye’yi vatan bilmeleri; Türkiye’ye bağlılığın çok güçlü olması var. Bu bağlılığın Kürt kimliğine en radikal biçimde bağlı gençler arasında bile şu sözlerle dile getirildiği anlatıldı: “Kendi kendimizi yönetelim, ama büyük devletimiz Türkiye olsun… Kürdistan’ı kapsayan Türkiye istiyoruz…”
Diyarbakır’daki kanaat önderlerine göre, barış sürecinin sözde kalmayıp, hayata geçeceğini göstermek için AKP hükümetinin anayasadan önce yapması gerekenler var: Okullarda “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım” andının kalkması, ders kitaplarının Kürtlere yönelik ayrımcı ifadelerden arındırılması. Yeni Eğitim Bakanımız Nabi Avcı’ya Diyarbakır’dan duyurulur…
Haber7.com Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Erdoğan:Baydemir'den ince jest!
Hafta sonu Diyarbakır'daydım. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı ile Medyalog Platformu'nun ortak düzenlediği " Toplumsal uzlaşı ve Medya" konulu çalıştaya katıldım.
..Barış herkese kazandırır
..medyanın dili önemli
..Barışa nasıl katkıda bulunabiliriz sorusuna cevap verelim
..Basın resmi ideolojinin sesi olmaktan vazgeçmeli
..Medya aramızda ki ortak sözleri çoğaltmalı
..Medya Kürtleri potansiyel suçlu olarak görmekten vazgeçmeli
..Bu süreçte basının rolü abartılmamalı
..Barışa vicdan kesilmeli
..Bölgeyi tanımadan , görmeden kopya habercilikten vazgeçilmeli
..Kürt toplumunun devlete ve medyaya büyük güven sorunu var
..Suç sadece medyada mı? Medyaya yönelik eleştiriler çok ağır
..Silahlar hemen susmalı, barış kaçınılmaz
..İktidar oy , medya da traj ve raiting kaygısınından kurtulmalı
..Kürt sorunu yok, Demokrasi ve hukuk devleti olamama sorunu var
..Fatura Türklere çıkarılmamalı
Diyarbakır'daki çalıştayda konuşulan ana başlıklardan bazıları bunlardı.
Evet hafta sonu Diyarbakır'daydım. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı ile Medyalog Platformu'nun ortak düzenlediği " Toplumsal uzlaşı ve Medya" konulu çalıştaya katıldım. Gazeteci arkadaşlar, köşe yazarları , yerel gazeteciler, bölgenin sivil toplum temsilcileri ve yerel yöneticiler iki ayrı oturumda barışa giden yolda medyanın rolünü tartıştı.
BAYDEMİR'İN İNCE JESTİ
Çalıştaya katılan gazeteciler Cuma günü akşam saatlerinde Diyarbakır'a varmıştı.
Gece yarısına doğru heyetin kaldığı otelin önüne yanaşan bir araç güzel bir sürpriz için gelmişti. Diyarbakır Büyükşehir Belediye başkanı Osman Baydemir, çalıştaya katılan her bir gazeteciye el yazısıyla kaleme aldığı birer kart göndermişti. Yanına bir de kırmızı bir gül ekleyerek. Bana hitaben yazılan kartta "Barış düşümüzün gerçek olması temennisiyle sevgi şehrine hoşgeldiniz" yazıyordu.
Kadim medeniyetlerin şehri Diyarbakır'ın dost ve nezaketini yansıtan bu ince jest, beni ve tüm katılımcıları ziyadesiyle memnun etti.
Toplumsal uzlaşı yolunda kullanılması gereken dil güne damgasını vurdu.
BDP'li heyetin İmralı'ya gittiği gün bölgenin en önemli merkezinde biraraya gelmek önemli bir rastlantıydı.
Toplantıdan çıkan sonuç : "Barış için yeni bir algı ve yeni bir dile ihtiyaç var" oldu.
Oral Çalışlar'ın dediği gibi " yeni ortak dilin oluşturulmasına bu toplantı önemli güç verecektir".
8 şubat günü , Diyarbakır'da Toplumsal Barış Sempozyumunda Osman Baydemir'in"Türk'ün Kürt'e, Kürt'ün Türk'e kurşun sıkması haramdır" açıklaması çok konuşulmuş ve silah bırakma konusunda ümitleri artırmıştı. Osman Baydemir, bu çalıştayın da açılışına katıldı ve iki hafta aranın ardından yine önemli mesajlar verdi.
-"Barış hekese kazandırır" dedi,
-"Ulu camii avlusunda buluşalım" dedi,
-"Yazdıklarımız kadar yazmadıklarımızdan da , söylediklerimiz kadar söylemediklerimizden de, öne çıkarttiklarımız kadar göstermediğimiz sakladıklarımızdan da sorumluyuz" dedi.
-"2013 yılının barış yılı olmasını bütün yüreğimle istiyorum ve temenni ediyorum" dedi.
Baydemir'in bu sözlerinin bir kısmı aynı zamanda çalıştayın sonuç bildirgesine de yansıdı.
Baydemir'in barışın konuşulmasının en yakıştığı il olan Diyarbakır'dan iki hafta arayla verdiği bu mesajlar Kürt sorununun çözümüne yönelik ne kadar istekli olunduğunun da bir göstergesiydi.
Çalıştayda tüm katılımcılar ortak dil vurgusu yaptı.
Kürt sorununun çözümünde medyanın yol haritasına ilişkin ipuçları arandı.
İstanbul yani merkez gazetecilerinden çok samimi itiraflar geldi.
Bölgede çalışan gazeteciler, yazdıkları haberlerin İstanbul'daki editörler tarafından ters yüz edilmesinden yakındı.
Bölgeye hiç ayak basmadan Kürt meselesinde ahkam kesen uzman ve yazarlardan duyulan rahatsızlık dile getirildi.
Sevindirici olan, farklı fikirlere sahip olsalar da hemen bütün katılımcılar gelecek kaygısını dışa vurdu, barış sürecinde kullanılacak pozitif dilin daha önemli olduğu vurgulandı.
Medyanın çatışma ve kışkırtma yerine barış dilini samimi olarak kullanması, sadece terör sorununda değil, ülkede travma durumuna gelmiş tüm meselelerin çözümü için de en etkili yol olacaktır diye düşünüyorum.
Medyanın dili düzeldiğinde sokağın da dili düzelecektir.
Atılması gereken adımlar yerli yerinde atıldığında barış kaçınılmaz olur.
Başta bölgenin, genelde de tüm Türkiye'nin buna çok ama çok ihtiyacı var.
İnternet Haber Grubu Genel Yayın Yönetmeni Hadi Özışık:'Barış dili' ve medyaya yapılan acımasız eleştiriler!
"Toplumsal Uzlaşı ve Medya" çalıştayı için Diyarbakır'daydık haftasonu. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın düzenlediği çalıştayda, "medyanın dili" masaya yatırıldı. Çalıştaya katılan "yerel konuklar" bir medya ordusunu karşılarında bulunca, "fırsat bu fırsat" Başbakan Erdoğan gibi, her olumsuzluğun faturasını medyaya çıkardılar.
Öyle ki...
Habur bile bize maledildi!
Acımasızca yapılan eleştiriler peşpeşe sıralandığında, medyanın "barış"ın önünde duvar ördüğü hissine kapıldım.
Pes!
***
Şöyle dedi bir konuşmacı:
- Medya, Habur'u sürekli yayımlayınca, Başbakan Erdoğan'ın fikrini değiştirdi. Her şey iyi giderken, medyanın o yayınları, Erdoğan'ın tutumunu değiştirdi.
Kimi "cahil" dedi...
Kimi, kışkırtıcılıkla suçladı...
Kimi de, medyanın Kürtler'i hedef gösterdiğini söyledi.
***
Çalıştayın ikinci bölümünde ben de söz istedim Oral Çalışlar'dan...
Medyaya yapılan haksızlığı anlattım.
Habur'da Türk medyasıyla birlikte Dünya medyasının da yayın yaptığını söyledim.
PKK veya BDP'nin Habur'daki gösterisine değinirken, "Orada suçlu sadece medya mıydı?" sorusunun karşılığını aradım.
Habur'da yapılan gösterilerin eleştirilmesineydi tepkiler.
Eleştriye bu kadar kapalı olanlar, "Kürt Sorunu"nu sürekli gündemde tutan, Kürtler'e yapılan zalimliği yaptığı yayınlarla ortadan kaldıran Taraf'ın, PKK'nın lider kadrosuna eleştiri getirdi diye bölgede boykot edilmesine ne diyeceğiz peki? Logosunun altında "Türkiye Türkler'indir" yazan Hürriyet'i boykot etmeyi akıl edemeyenler, Murat Karayılan iki satırla eleştiri getirilince Taraf'ı boykot etmesini biliyor ama.
***
Bir konuşmacı dedi ki:
- Bölge muhabirlerinin gönderdiği haberler, İstanbul'a varınca çarpıtılıyor!
Eee...
Haberi çarpıtılan muhabir, alçaklığa ses etmiyor mu?
Nevzat Çiçek, "iş korkusu"nun muhabirlerin susmasına neden olduğunu iddia etti.
BİR- Bölgede muhabirlik yapan bir çok meslektaşımızın çalıştığı gazete veya televizyonda sigortası yok. Hangi iş korkusu?
İKİ- Bölgede muhabirlik yapan muhabirler, haberi çarpıtılmasına rağmen, üç kuruş uğruna sessiz kalıyorsa bu onursuzluktur. Diyarbakır medyasında, bir tek meslektaşımın para için onursuzluk yapacağını sanmıyorum.
ÜÇ- 1980'li yıllarda, Anadolu'da muhabirlerin gönderdiği fotoğrafların altına her şey yazılıyordu. TAN veya Bulvar gazetelerinin yayın yaptığı o dönemler geride kalalı çok oldu. Muhabirin haberi çarpıtıldığı an, gerçekler twitter'da yayımlanıyor. Biri yazmasa bir başkası yazdı, yazıyor, yazacak!
DÖRT- Affedersiniz ama, "canlı yayın"ın çarpıtılması nasıl oluyor? Bölgede yayın yapan haber kanalları, önemli bir olay olduğunda anında canlı yayına geçmiyor mu?
***
Ufuk Güldemir'in deyişiyle, medya medya olalı hiç bu kadar "Kürt sorunu"yla ilgili yayın yapmadı. Buna rağmen, işin uzmanları dururken, yarım bilgili yazarlardan "Kürt sorunu"yla ilgili yazı yazmalarını beklemek, abesle iştigal değil mi?
APO bile yapılan yayınlardan ötürü medyaya selam gönderiyor!
Buna rağmen, medya "Kürt sorunu"na duyarsızlıkla suçlanıyor!
Pes!
***
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın "Toplumsal Uzlaşı ve Medya" çalıştayındaki konuşmalara baktığımızda, bütün kapılar "barış"a kapalı sanki. Bereket, sokaktaki insanlar ve Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir salondaki Kürtler'le aynı görüşte değil.
Mahmut Övür'le birlikte, sokağa çıktık ve Diyarbakır halkının nabzını yokladık!
Gördük ki halk iyimser ve 30 yıldır ilk kez "barış"a bu kadar yakın!
Size bir şey söyleyeyim mi...
Diyarbakırlılar, "barış"ın engelleneceğinden endişe ediyor!
Kim engel olabilir?
- PKK ya da BDP!
- ...?
- Tayyip daha ne yapsın?
Şu anda bu satırları okuyanlar, istediğiniz kadar kızabilirsiniz!
"Hadi canım sende" diyerek, dizüstü bilgisayarınızı bir kenara da atabilirsiniz!
Bu gerçekleri değiştirmiyor!
Diyarbakır halkı böyle düşünüyor ne yazık ki!
***
Sözün özü şu:
Cemaat, Diyarbakır'da önemli bir toplantı yaptı. "Medyanın dili" konusunda önemli görüşler dile getirildi. Hoşgörünün hakim olduğu bu çalıştayda, ev sahibi olarak bizi güllerle karşılayan Osman Baydemir'in de mesajları önemliydi. Baydemir sonrasında yapılan çıkışlar ise, kimse kusura bakmasın ama, "uzlaşı"ya uzaktı.
"Kışkırtıcı"lık kokan konuşmalar, benimle birlikte bir çok kişiyi rahatsız etti!
SON VİDEO HABER
Haber Ara