İŞTE CÜNEYT ÖZDEMİR'İN O YAZISI:
Bazen bu köşede yazdıklarıma baktığımda ne kadar sıkıcı bir hayatımız olduğunu daha iyi anlıyorum. Biz gazeteciler tıpkı siyasetçiler gibi bir türlü esas meseleye gelemiyoruz. Kendi gündemimizi siyasetin kuru diline teslim etmiş ha babam de babam aynı şeyleri, birbirine benzeyen bakış açıları ve neredeyse aynı kelimelerle anlatıp duruyoruz. Üstelik bu yaptığımız okurlarımızda da bir alışkanlık yarattı. Bunun dışında bir şey gördüğünde tuhafına gidiyor. Rahatsız oluyor. Kızıyor. İstemiyor. Okumuyor.
Oysa yazıp çizdiğimiz pek çok konunun hayatta doğru dürüst bir karşılığı yok. Ayrıca kimseye faydası da yok.
Farkındaysanız son zamanlarda daha az siyaset yazar oldum. Oysa Radikal gibi bir gazetede şöyle içinde bol cemaat, Başbakan, komplo teorisi, siyasi dedikodu yazan bir yazı yazdığınızda ‘çok iş yapıyor’. Okunma rekorları kırıyor, millet birbirine forward ediyor, like’lamaya doyamıyor.
Zorunlu yurtdışı
Bu yüzden bir türlü lokantalardaki çocuk sandalyesi meselesine gelemiyorsunuz. Ben her Türk gencine hayatının bir döneminde yurtdışında yaşamasını tavsiye ediyorum. Başka ülkelerin alışkanlıklarını, hayata bakışını, yaşam şekillerini görmenin gidecekleri pek çok üniversiteden çok daha fazla katkısı olduğuna inanıyorum. Bunun son örneğini Londra’dan İstanbul’a geldiğim şu günlerde kendimde görüyorum.
Mesela ben yeni bir baba olarak lokantalardaki çocuk sandalyesinin önemini eskidenbilmiyormuşum. Londra’da gözlemlediğim en önemli ayrıcalıklardan biri, çocuklar ve engellilerin hayatın içinde olması. Bir büyük ya da engelsiz insan ne yapabiliyorsa onlar da yapabilme imkânına sahip. Engelli bir insanın engelsiz olarak pekâlâ kaldırımlarda yürüyebileceğini görüyorsunuz. 8 milyon engellinin evlere kapatıldığı, daha düne kadar Milli Eğitim Bakanı olan zatın “Öğretmen bile olamazlar” diyebildiği (Neyse ki Başbakan bu konuyu düzeltti) bir ülkede konuşmamız gereken çok önemli bir meseleden bahsediyorum. Benzer bir durum bebeklikten itibaren çocuklar için de geçerli. Londra’nın en büyük lükslerinden biri, bebeğinizi bebek arabasına koyduktan sonra şehrin her yerine götürme imkânına sahip olmanız. Karşıdan karşıya geçerken araçlar yaya görünce durup yol veriyor. Toplu taşıma araçlarına bebek arabanızla binip bir yerden bir yere gidebiliyorsunuz.
İnanın en lüksünden en sıradanına hangi saatte hangi restorana giderseniz gidin kapılar çocuklar için açılıyor. Arabalar bir kenara konulup çocuk sandalyesi hemen masanızın dibine getiriliyor.
Bir Avrupa standardı
Birkaç gündür İstanbul’dayım, dün bizim oğlanı doktoru Ayla Hanım’a götürdük. Çıkışta bir lokantaya gidip bir şeyler yiyelim istedik. Nişantaşı’nın tartışmasız en ünlü lokantalarından birine gittik. Elbette bebek arabasını almamız mümkün değildi. Zira Nişantaşı’nda kendinize milyarlık çantalar, ayakkabılar alabileceğiniz dükkânlar var, ancak her yıl yenilense de bebek arabanızı 100 metre sürebileceğiniz bir kaldırım yok. Diğer semtler de farksız olmadığı ve buna alıştığımız için kimse aldırmıyor nasıl olsa. Her neyse oğlanı kucağımda taşıyarak lokantaya vardık. İçeri girerken garsona “Bir bebek sandalyesi getirir misiniz?” diye sordum. Yüzüme Melih Gökçek’in sevdiği ‘Aslan’ gibi ifadesiz bir şekilde uzaylı uzaylı baktı. Hayatında sanki ilk kez böyle bir şey duyuyordu ve elbette lokantada bebek sandalyesi yoktu. Üstelik işe bakın ki Türkiye’nin en ünlü lokantası hakkında hemen her şey yazılıp çizilmişti ama böyle bir şey hiç kimsenin dikkatini çekmemişti. Neyse Mavi kucağımızda yemeği yiyebildiğimiz kadar yedik. Çıktıktan sonra gittiğim lokantalarda yanımızda oğlan olsa da olmasa da ‘bebek sandalyesi’ sormaya başladım. İnanın on lokantanın dokuzunda yok. Neden yok? Ona da cevap yok...
Biz Avrupa Birliği diye tutturunca bazılarının aklına para, bazılarının aklına ise ilk olarak ifade özgürlüğü geliyor. Oysa bir yaşam biçiminden ve bu yaşam biçiminin standartlarından bahsediyoruz. Bu standartlar masanıza gelen zeytinyağının kalitesinden, aldığınız bir malı iade etme hakkınıza, kaldırımlarında insanca engelli insanlarımızın dolaşabilmesinden lokantalarında bebeklere bir sandalye verilmesine kadar bir dizi yaşamımızla ilgili önemli hakları düzenliyor, denetliyor ve uygulanmasını şart koşuyor.
Bunların hiçbiri gündemimizde değil. Varsa yoksa Ankara siyaseti. Siyasilerin neler söylediği...
Böyle olunca da zaten hafiften paranoyaya bağlamış bir ülkede trafik kurallarına uymayanlara verilecek cezalar bile pek çoklarımızda kuşku uyandırabiliyor. Sarhoş araba kullananlara getirilen ağır para cezalarına “Acaba Türkiye İran mı olacak?” paranoyası ile yaklaşmamızın arka planında böyle bir atmosferin izleri var. Bakın böyle bir yazıyı bile sizlere okutmanın tek yolu ‘AK Parti’nin cemaati bitirme planı’ gibi sallama bir başlıktan geçiyor. Doğruya doğru, ‘Lokantalarımızdaki bebek sandalyesi sorunu’ diye bir başlığın altındaki yazıyı okur muydunuz okumaz mıydınız?
Söylemek istediğim tam da bu.