"Kurdistan Sorunu"nda Türk Aydınlarına Irak Örnekliği
1918’de Osmanlılar’ın Irak’tan çekilmesinden Milletler Topluluğunun 1925 yılında Kürtler’i Irak’a bağlayan kararına kadar geçen süreyi Kürt okulunun ilkelerinin belirlendiği ve temellerinin atıldığı süre saymak mümkündür.
1922’ye kadar Kürdistan Bölgesi’ne özel statüye sahip bir bölge olarak bakılıyordu. İngilizler hala Kürtler’in kaderi ve geleceği konusunda kendilerini ortaya koymamışlardı. 1921’de İngiltere Kürdistan Bölgesi’nin kaderi konusunda son kararı verene kadar, Kahire kongresi bu bölgeyi Irak’ın dışında tuttu.
Kürtler’in Irak’a bağlanması düşüncesi, Araplar’ın yanında tuhaf bir durumdu. 22 Ocak 1922’de, Şii ve Sünni temsilciler bir beyanname çıkardılar ve bu beyannamede ‘’Müslüman bir kralı olması kaydıyla tek bir Arap devletinin kurulması’’ önerisinde bulundular.
Bu ibarede şu mülahazada bulunulabilir ki Araplar iki esas noktaya vurguda bulunuyor. Bunlardan biri Arapların yerleşik oldukları bölgenin Şii ve Sünni olmak üzere mezhebi temelli iki devlete bölünmemesidir. Bu da “Bir tek Arap devleti” ibaresinde ifade edilmişti. İkinci nokta ise hangi mezhepten olduğuna bakılmaksızın devletin bir kralın eline verilmesiydi.
Kahire kongresi Arapların taleplerine vurguda bulundu. Lvid George’a gönderilen bir mektupta İngiliz Kolonileri Bakanı Winston Churchil, kurmak istedikleri devlet konusunda iki meseleye dikkat çekiyor. Bunlardan biri aslı Arap olan bir kralın belirlenmesi ve ikincisi ise Arap temelli bir hükümetin kurulması.
İnglizler’in Irak’ın geleceğini belirlemede referandum için hazırladığı sorularda Kürtlerle hiçbir ilgisi olmayan bir devletin kurulacağı meylini gösteriyor. Burada da yine “Tek Irak devleti” ibaresi tek bir devlet çerçevesinde Şii ve Sünni birliğine açıkça dikkat çekiyor. Bu sorularda “Arap” kelimesi tekrar ediyor. Bir defa ilk soruda bir defa da devlet başkanı sıfatı olarak geçiyor.
Bu anlam birden fazla belgede vurglanıyor. Bunlardan da Şii müctehid Şirazi 13 Şubat 1919’da Amerika Başkanı Wilson’a gönderdiği mektupta yeni bağımsız bir Arap İslam devleti ve bu devlete müslüman birinin kralık etmesinin gerekliliğinden bahseder.
Kürt okulu bu önemli aşamaya ayrıntılı olarak değinir. Başlıca esas nokta, Osmanlılar’ın 1918’de Irak’tan çıkmalarıyla birlikte Kürtler’in Irak’a bağlanması düşüncesidir. Bu düşünce Kürtler içinde yabancı olan bir düşünceydi. Ancak Kürtler’i için kaderlerini ve geleceklerini içinde görecekleri yol açık değildi.
Kürt oklunun gözüyle, Kürtler’in önüne ‘’ganti olmaksızın Irak’a bağlanma ’’ şeklinde sadece bir seçeneğin bırakılması büyük bir zorbalık ve zulümdü.
Ulusal statü ve kendi kendini yönetme, Kürt okulunun iki temel dayanağıydı. Her ne kadar kendi kaderini belirleme (Self-determination) kavramı ayrılık anlamına geliyorsa da bu kavram yeni bir kavramdır ve bu kavram daha çok ya ideolojik gereksinimden dolayı Kürt meselesi için bir propoganda olarak kullanıldı yada Bağdat’la olan kavgada bir silah olarak kullanılıyordu.
1.Dünya savaşında, Irak’ın İngiltere tarafından işgal edilmesi, Kürtler’in kendi kendilerini yönetmeleri düşüncesinin gerçekleşmesi için daha büyük bir fırsat verdi. Bu düşünce ne İngilizler’in ne de Kürtler’in yanında yabancı bir düşünceydi. İnglizler bu düşünceyi Kürtler’le beraber ortaya koymuştu. Süleymaniye’de Şeyh Mahmut, Rewanduz’da Seyid Taha Şemzini ve ayrıca da dışardaki Kürtlerle bunu ortaya koymuştu. Hatta Sir Presi Coks, bu konuyla ilgili olarak 1918’de Fransa’nın Marsilya kentinde general Şerif Paşa ile konuşmuştu.
O, ‘’kendi kendini yönetme’’ konusunun Kürtler’in ve bölgesellik durumu için en uygun çözüm yolu olduğunu düşünüyordu. Ancak daha sonra Kürtler’in revaçta olan düşünce şuydu: Gerçekte Irak’ta, Sünni ve İngilizler arasında alışverişin dışında hiçbir şey yoktur. Bu alışverişte de Sünniler’e Musul ve Kurdistan; İngilizlere ise petrol düşüyordu. Kürtler’e ise hiçbir şey düşmüyordu.
Kurdistan ve Irak Statüsü
Kürdistan hiçbir zaman Arap vatanının bir parçası sayılmamıştır; ne bir parçası ne de coğrafi olarak tamamı. Dolayısıyla Kürdistan’ın Irak’a bağlanan parçası da Arap vatanının bir parçası değildir, tam tersine Kürdistan’ın bir parçasıdır.
Tarihin belli dönemlerinde Kürdistan bütün olarak veya bir kısmı itibariyle İslam devletinin bir parçası oldu. Tıpkı diğer bazı İslam ülkeleri gibi. Ama o zaman bile Kürdistan Arap toprağı sayılmadı. Kürdistan’ın Arap vatanının bir parçası sayılmayacağı kuşku götürmez bir gerçektir. Buna göre, Anayasanın bu meseleyle ilgili maddesinin daha dikkatli ve özenle belirlenmesi bir zorunluluktur. Kötü amaçlı yorumlara ve ihtilaflara izin verilmemelidir. Kabul edilebilir tanımlama şudur: Irak isimli bir devlet yoktu. Basra, Bağdat ve Musul isimli üç Osmanlı eyaleti vardı ve bunlardan Musul, bugünkü Güney Kürdistan idi. İngilizler kendi çıkarlarına göre Kuveyt'i devlet yaptılar, geri kalanından da Irak diye bir devlet kurdular. Irak’ın sadece Arap bölgesi büyük Arap vatanının bir parçasıdır. Buna karşılık Irak’ın Kürt bölgesi Kürt vatanının ve ülkesinin, yani Kürdistan’ın bir parçasıdır. Arap ve Kürt kavimlerinin gerçek çıkarı, bu hususun Irak’ın bütünlüğü çerçevesinde uygun bir tanımlama olarak Anayasaya konulmasına bağlıdır. Bu bakımdan yukarıda değindiğimiz madde ile anayasanın üçüncü Maddesi arasında açık bir çelişki vardır. Çünkü Anayasanın üçüncü Maddesine göre, Araplar ve Kürtler vatanda ortaktırlar. Bu Anayasanın İkinci Maddesini geçersiz kılmaktadır. Fakat Kürtleri şu anda Irak’ta yaşadıkları toprakları gasp edenler sayarsak ya da topraklarını Arap toprakları sayarsak... işte tarihin hiçbir döneminde gerçekleşmiş bir durum değildir.. (Cercis Fethullah el-Muhami, el-Iraq fi ahdi Qasım ara’ ve Havatir s. 841.)
Bu yayınlardan sonra Genel Askeri Hakim, Ceza Kanununun 31. Maddesi uyarınca Parti Sekreteri İbrahim Ahmed hakkında soruşturma başlattı ve sonunda da Basın Yasasına muhalefetten yargılanmasına karar verdi. Xebat Gazetesi bundan sonra, gerici ve faşist asimilasyon düşüncesine karşı da bazı makaleler yayınladı. 22.02.1961 tarihinde yayınlanan 440. Sayısında Kürt ulusunu asimile etme girişimleri ve bunun kaçınılmaz sonuçları başlığı altındaki makalede şöyle deniyordu: “Kürt ulusunun varlığı tarihi bir gerçektir. Bütün art niyetli saldırılar bu gerçekliğin sert kayasına çarpıp parçalanmaya mahkumdur. Geçmişte bu türden emperyalist girişimler başarısızlıkla sonuçlandığı gibi, günümüzün faşist girişimleri de sonuçsuz kalacaktır. Ne kadar güçlü ve etkin olurlarsa olsunlar uluslar asimile etme politikaları her zaman başarısızlıkla sonuçlanmış ve bundan sonra da başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Xebat Gazetesinde asimilasyon ve eritme politikalarının sonuçları şöyle sıralanıyor: “Asimilasyon politikaları öfkeye ve düşmanlığa yol açar. Vatanın birliğini parçalar. Kürtler, kendilerine kölelikten ve mahrumiyetten başka bir şey getirmeyen bir vatanın bütünlüğünü koruma hususunda herhangi bir duyarlılık gösterme gereği duymazlar. Ulusal varlıklarını inkar eden, kendilerine ateş, demir, zincir ve zindandan başka bir şey getirmeyen bir vatanı koruma gereğini duymazlar.Bu siyaset, başarısızlığına rağmen çeşitli felaketlere, yıkımlara ve bu politikayı uygulayan ülkede iç savaşa neden olur. Tarifi imkansız maddi ve manevi zararlara yol açar.
Bu tür politikalar uygulayan ülkeler her zaman zelil ve güçsüz olurlar. Zorlu fırtınalar karşısında tutunamazlar. Bu gibi ülkeler ilk fırsatta parçalanmaktan kendilerini kurtaramazlar. Bu tür politikalar uygulayan ülkelerin halkları her zaman kölelik boyunduruğu altında olurlar. Ölümcül darbelere, yıkımlara ve yoksunluklara maruz kalırlar. Insan haklarından, özgürlüklerden yoksun kalırlar.
Unutmayın, başka bir halkı ezen bir halk özgür olamaz. Hiç kuşkusuz samimi olarak vatanın birliğini savunmak, ancak Kürtlerin ve Arapların kardeşliğiyle mümkündür. Bunun için de asimilasyon politikalarının terk edilmesi ve Kürt kimliğini inkara yönelik politikaların reddedilmesi gerekir.(Celal Talabani, Kurdistan ve’l Haraketu’l Qawmiye el-Kurdiye s. 310.)
Şimdi Baas Partisinin etnik azınlıklar meselesine nasıl yaklaştığını görelim.
1979 tarihinde Bağdat’ta Daru Sawre de basılan bildiride şöyle deniyor: “ Partinin Arap ulusuna bağlılık için ön gördüğü ve Anayasada yer alan şart şudur: Arapça konuşan ve Arap topraklarında yaşayan, hayata Arap topraklarında başlayan ya da Arap ulusuna mensup olduğuna inanan kimseye denir. Bu sınırlandırma, bu şartı taşıyan her kes için geçerlidir. Bunun için Arap ırkından gelmek şart değildir. Bu da Arap toplumunda yaşayan etnik azınlıklara, Arap ulusuyla bütünleşmek için geniş bir imkan vermektedir”. Kürt etnisitesi gibi Arap vatanında belli bir bölgede yoğun olarak yaşayan kavimlere gelince, bunların yerel etnik özelliklerini kabul etmek kaçınılmazdır. Ayrıca bu yerel etnik özelliklerle Arap ulusal hareketi arasındaki ayrılığı çözüme kavuşturmak gerekir.
Çünkü bu gibi etnisiteler Arap dilinden ayrı dillere ve Arap ulusal özelliklerinden ayrı özelliklere sahiptirler. Ama aynı zamanda bunları Arap ulusundan ayrı ulusal kimlikler olarak görmek de yanlıştır. Bunları Fars, Hint ve diğer kavimler gibi Arap kavminden ayrı düşünmek doğru değildir. Çünkü Kürt topluluğu gibi, Arapça’dan ayrı dilleri ve özellikleri bulunan etnisiteler eski zamanlardan beri Arap yurdunda yaşamaktadırlar ve Arap ulusuna derin bağlarla bağlanmışlardır.
Bunlar, tarihin de tanıklığıyla Arap yurdunda yaşamaktadırlar. Arap yurdunun değişik şekillerde isimlendirilmesine ve üzerinde kurulan devletlerin değişik isimlerle anılmasına rağmen bu gerçek değişmez. Bu, son derece önemli bir meseledir. Dolayısıyla bu etnisitelerin üzerinde yaşadıkları topraklar, binlerce yıldan beri kurulan Arap Devletlerinin bir parçası olmuştur. Bunun son örneği de büyük Abbasi devletidir. Bu bakımdan, söz konusu azınlıkların üzerinde yaşadıkları toprakların sahip olduğu Arap kimliği, zorla, sömürüyle veya işgal sonucu dayatılmış bir kimlik değildir. Bilakis binlerce yıldan beridir sürüp gelen tarihi realitenin dayattığı bir gerçektir.
Bu uzun tarihi süreç içinde bu hususta herhangi bir tartışma ya da kavga olmamıştır. Bu ulusal topluluklar, tarihin değişik dönemlerinde Arap varlığının dinamik parçaları olmuşlardır. Arap varlığına bağlı olmuş, onunla birlikte hareket etmişlerdir. Arap varlığına yabancı, onunla çelişen varlıklar olarak belirginleşmemişlerdir.Arap ulusuyla bu kavimler arasındaki bağlar derin köklere sahiptir ve asırlardır süren İslam inancıyla da pekişmiştir.
Kuşku yoktur ki bu ve benzeri belgeler son derece tehlikelidir. Irkçı fikirlerin zirvesini temsil etmektedir. Arap ve Kürt yazarların, araştırmacıların ve tarihçilerin bunu bilimsel olarak araştırıp, tarihsel bir mantıkla reddetmelerini umuyorum. Çünkü tarih ve gerçeklerin mantığı bu tür sapkın iddiaları asla kabul etmez. Burada işaret etmek istediğim husus şudur: Kürtler islama gönüllü olarak girdiler. İslam potasında erimelerine mani olacak hiçbir engel yoktu.
Çünkü diğer Müslüman kavimler de İslam potasında erimeye hazırdılar. Araplar İslam adına egemenlik sürdükleri sürece Kürtler, İslam egemenliğinin temellerini sağlamlaştırmaya dönük önemli roller oynadılar. Bunun en somut örneği ünlü Kürt kahramanı Salahaddin Eyyubi’ dir. Ama Araplar ve diğer uluslar İslamı egemen kılmak yerine milliyetçi söylemlerle ortaya çıkıp bu anlamda egemenlik kurmaya başlayınca Kürtler de ulusal haklarını talep etmeye başladılar. Ve bu da son derece doğaldır.
Belgelerde geçen iddiaya göre, Kürtler Arap toprağında yaşayan bir topluluktur. Bu iddia, tarihe ve gerçeğe karşı bir cinayettir; kör bir milliyetçilikten kaynaklanan bir durumdur. Kürtler öbür milletlerden daha eskidir ve adı Kürdistan olan kendi topraklarında yaşamaktadırlar. Kürtler ne Abbasiler döneminde ne de tarihin herhangi bir döneminde Kürdistan’ın Arap ülkesinin bir parçası olduğunu hiçbir zaman kabul etmemişler ve etmeyecekler de.Kürtlerin bir ulus ve vatanlarının da Kürdistan olduğu gerçeği öyle bir sarı belge ile silinemez. Bu mantık tarihin silip süpüreceği şovenist bir mantıktır.
Çağımız bu tür iğrenç fikirlerin kabul göreceği bir çağ değildir. Zaten olumlu bir sonuç vermesi de mümkün değildir. Olsa olsa daha fazla kanın dökülmesine ve hem Arapların hem de Kürtlerin daha fazla acı çekmesine neden olabilir.Meselenin daha açık bir şekilde anlaşılması için, bu düşüncelere, tarihi doğru okuyan ve tarihten gerekli dersleri alan bazı Arapların katılmadığını belirtelim.
Buna birkaç örnek verecek olursak. Başkan Cemal Abdulnasır’ın Kürt sorunu karşısındaki tavrı gayet açıktı. Daima Kürt Halkının meşru ulusal haklarının yanında yer almıştı. Kürt Halkının da kendi kaderini tayin etme hakkının bulunduğunu vurgulamıştı. Bunun Arap ulusunun da çıkarına uygun olduğunu belirtmişti ki, son derece doğru ve isabetli bir tavırdı. Irakta faaliyet gösteren ulusal ve demokratik partiler, Nasırcılar, Birlikçiler ve bağımsız gruplar Kürt halkının kendi kaderini tayin etme hakkının bulunduğunu deklere etmişlerdir ve bu gruplardan hiçbiri Kürdistan’ın Arap vatanının bir parçası olduğunu söylememiştir.
Arap dünyasındaki komünist partileri ve aydın kimseler de Kürt ulusunun kendi kaderini tayin etme hakkının bulunduğunu vurgulamışlardır. Aynı şekilde Albay Kaddafi’nin Kürt ulusuyla ilgili sözlerini de buna örnek gösterebiliriz. 1986 yılında düzenlenen ikinci uluslararası toplantısında yaptığı konuşmada ve Sayın Mesut Barzanin bizat dinlediğini ifade etmektedir. Orada Kürt ulusunun köklü bir ulus olduğunu belirtmiş Kürt Halkını yok etmeye yönelik faaliyetleri eleştirmiş ve bağımsız bir Kürt devletinin kurulması için çağrıda bulunmuş, bunun Arap ulusunun da çıkarına olduğunu belirtmişti.
Arap Aydın Örnekliği
Aşağıda Arap aydınlarından bazılarının Arap ve Kürt uluslarının ilişkileri üzerine yaptıkları değerlendirmelerden bazı örnekler alıntılayacağız.
Bu onurlu Arapların yazdıklarına bakarak Kürtler ulusal davalarına canla başla sarılsınlar diye,Dr. Şakir Hasbak şöyle diyor: Bizim kanaatimize göre Arap Kürt birliği şu son derece önemli gerçeği görmek durumundadır. O da Kürt ulusunun varlığını gerçek ve eksiksiz bir şekilde kabul etmektir. Önceki hükümetlerin yaptığı gibi sahte bir kabulden söz etmiyoruz. Çünkü Arap Kürt birliği, Kürtlerin Arap ulusunun içinde asimile edilmeleri demek değildir. Gerçekleri değiştirmemiz, onların ulusal kimliklerine ve etnik kökenlerin Arap ırkçılığı yaparak yaklaşmamız büyük bir hata olur. Ama onların Araplarla birlikte hareket etmeleri, onların kendi rızalarıyla olabilecek bir şeydir. Gönüllü birlik sağlandığı zaman, onların Arapların, özgür ve samimi destekçileri oldukları açık bir şekilde görülecektir. Bu durumda Arapların da onlara aynı şekilde yaklaşmaları, aynı karşılığı vermeleri gerekir. Araplar da Kürtlerin özgür ve samimi destekçileri olmak durumundadırlar. Çünkü Araplarla Kürtlerin ilişkileri çıkara dayalı ve aynı zamanda manevi boyutları olan bir ilişkidir. Zaten bu, diğer bütün ulusların ilişkilerine egemen olan evrensel bir yasadır. Çünkü uluslararası ilişkiler sömürü esasına değil, kardeşlik ve karşılıklı çıkar esasına dayanır. Hiç kuşkusuz Kürtlerin ulusal kimliklerini tanımak, Arap Kürt kardeşliğini daha da sağlamlaştıracaktır. ( D. Şakir Hasbak, el-Kurd ve’l Mes’eletu’l Kurdiye fi’l Iraq s. 84 Birinci baskı, Şubat 1959.)
Dr.Hasbak devamla şöyle diyor:Bir kez daha söylüyorum. Geçmiş hataları tekrar etmememiz gerekir. Bunun için de tarihi bir gerçeği göz önünde bulundurmamız gerekir. O da şudur: Kürtler sonraları Irak’a gelip yerleşmiş azınlıklardan biri değildir. tam tersine onlar, binlerce yıldır burada yaşayan, buranın asıl yerlileridirler. Onların Irak üzerindeki hakları Arapların haklarına eşit düzeydedir. Bu vatanda ortak olduğumuzu kabul ettiğimize göre, bu ortaklığı sağlamlaştırmanın en iyi yolunu bulmamız gerekmektedir. Elimizde birbirleriyle birlik oluşturan toplulukların kurdukları devletlerden bolca örnek vardır. Çok uluslu bu devletler idari yapı bakımından bizden daha ileri düzeydedirler. Kendi koşullarımızı da göz önünde bulundurarak bu devletlerin deneyimlerinden yararlanmamız gerekir. Devletimizi bu şekilde sağlam temellere dayalı olarak kurduğumuz zaman, kişisel ihtiraslar ve tutkulu arzular onu sarsamayacak, üzerinden yıllar geçse de sağlamlığından ve sarsılmazlığından bir şey kaybetmeyecektir.( A.g.e. s. 86.)
Demokrasi uğruna verdiği mücadelesiyle tanınan Kürt dostu Üstat Aziz Şerif 1950 tarihinde Irak’ ta Kürt Meselesi başlığı altında sunduğu değerli bir araştırmadan şunu ifade etmektedir: Dünyadaki herhangi bir halk gibi Kürt Halkının da kendi kaderini tayin etme hakkı vardır. Kürt Halkı bu hakkı, herhangi bir ırkçı gerekçeden almıyor. Kürt Halkının büyük övünç tabloları vardır. Bu övünç tablolarının kaynağı ırkçı dayanaklardan ziyade, insanlık uygarlığına yaptığı katkılardan, özgürlük uğruna verdiği görkemli savaşımdan kaynaklanıyor.” Başka bir ifadesi “Kürt meselesinden söz edildiği zaman, ulusal bütünlük adına, Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etme haklarına yoğun saldırılar yöneltilir”. Başka bir ifadesinde ise “Araplarla Kürtler arasında psikolojik bir yakınlık vardır. Bu psikolojik yakınlık uzun tarihi dönemleri kaplayan ortak tarihlerinden kaynaklanmaktadır. Tarihi az buçuk bilen her Arap Selahaddin Eyyubi’yi övündüğü geçmişlerinden biri sayar. Bir Kürt de İslam tarihinde temayüz etmiş Arap şahsiyetlerle övünür. Araplarla Kürtler arasındaki evlilikler, Sünni Araplarla Şii Araplar arasındaki evliliklerden daha fazladır. Ama Araplar Kürt meselesi karşısında yüz kızartıcı bir cehalet içindedirler. Kürt ulusal hareketine yönelik görüş resmi görüşün aynısıdır. O da Kürtlerin ‘Iraklı’lığını öngörür. Bu görüşe göre, Kürt ulusal haklarından söz eden bir kimse, Irak’ın bütünlüğünün düşmanı bir bölücüdür. Bazen de onlar için emperyalistlerin uşağı denir. Emperyalizmin Kürt ulusal hareketleriyle savaştığı, üç gerici ülkenin sınırları içindeki Kürt ulusal hareketlerini kendi çıkarları için bir tehdit saydığı gerçeği unutularak..”
Arap kamuoyunun yanıltılması üzerinde aşağıdaki üç unsur etkili olmuştur.
1- Arap şovenistlerin Kürt düşmanlığı
2- Resmi propagandalar
3- Kürt ulusal hareketinin İngilizlerle işbirliği içine girdiğinin bazı kimseler tarafından savunulmuş olması
Aziz Şerif araştırmasını sürdürerek Irak’taki Kürt meselesinin çözümünün aşağıdaki hususlara bağlı olduğunu belirtir:
“Özgürlük mücadelesi veren emekçi Arap kitleleri, ayrılma ve bağımsız devlet kurma hakkı da dahil olmak üzere Kürtlerin kendi kaderlerin tayin etme hakkına sahip olduklarını kabul etmeli ve bu mücadeleye destek olmalıdır.” “Buna paralel olarak ilerici Kürt savaşımcıları da Kürt kitleleri arasındaki ayrılıkçı eğilimlere karşı mücadele etmek ve bu koşullarda kitleleri Irak’ın bütünlüğü içinde gönüllü birlikteliğe davet etmek durumundadırlar.”
Abdurrahman elBezzaz da Kürtlerle ilgili olarak şunları söylüyor: “Irak Kürtleri, Anadolu’nun bir kısmını, İran’ın kuzeybatı ve güneybatısını, kuzey Irak’ın bir kısmını, Sovyet Cumhuriyetlerinden Ermenistan’ın güneyindeki küçük bir bölgeyi ve Suriye’nin kuzeyinde ve kuzey doğusundaki daha küçük bir bölgeyi kaplayan geniş topraklarda yaşayan büyük Kürt ulusunun bir parçasıdır. Irak Kürtlerinden bilinçli kimseler, diğer bütün Kürtler gibi bu gün ulusal kimliklerinin her zamankinden daha çok bilincindedirler. Özellikle bütün bölgeyi kaplayan milliyetçi uyanıştan sonra, daha bir coşkuyla ulusal kimliklerini fark ettiler. Kürtlerin komşuları olan Arapların, Türklerin ve İranlıların kendi ulusal kimliklerinin bilincine varma, kendi ulusal özelliklerini belirginleştirme ve ulusal amaçlarını gerçekleştirme uğruna mücadele etme hakkına sahip olurken, komşuları ve vatandaşları olan Kürtlerin bu haklara sahip olmalarını inkar etmeleri insaf ile bağdaşmaz.“ ( Abdurrahman el-Bezzaz, el-Iraq mine’l ihtilal ile’l istiqlal sh. 283 İkinci Baskı, Matbaatu’l ani, Bağdat 1067.)
Onurlu Arap yazarlarından bazılarının kitaplarından yaptığımız bu alıntılar, Arap şovenistlere verilecek en güzel cevaptır. Arap şovenistleri ırkçı taassuba kapıldıkları için hayatın ve tarihin realitesini görememektedirler. Bu noktada şunu vurgulamak isterim. Kürt ulusu şu anda var olan dinamik bir toplumdur. Ortadoğu bölgesinde aktif olarak varlığını sürdüren büyük topluluklardan biridir.Tarihi bir aldatmaya maruz kalmış bir toplumdur. Hain ve alçakça bir bölünmeye tabi tutulmuşlardır. Kürt ulusu kendi safları içinde baş gösterecek her türlü bölünmeye karşı savaşmak zorundadır. Bunun yanında kaynağı ne olursa olsun her türlü asimilasyon girişimini boşa çıkarmaları da bir zorunluluktur. Bu arada Arap, Fars ve Türk komşularıyla da en iyi kardeşlik yöntemlerini geliştirmeleri de tarihi bir gerekliliktir.
Kürt ulusu milyonları aşkın bir nüfusa sahiptir. Bu açıdan siyasi bir örgütlenmesi (devleti) bulunmayan tek kalabalık etnik gruptur. Kürt ulusu ne kadar sürerse sürsün ve hangi bedele mal olursa olsun, haklarını elde etmek için savaşmaya devam edecektir. Birleşmiş Milletlerin tüm halklara tanıdığı bu hakları şöyle sıralayabiliriz:
— Siyasi rejimini seçme ve belirleme hakkı,
— Toplumsal statüsünü belirleme hakkı,
— Kültürel konumunu belirleme hakkı,
— Ulusal topraklarının bütünlüğünü koruma hakkı.
— Halkların doğal zenginlikleri üzerine mutlak egemenlik kurma hakkı ( D. Fuad Sako, el-Usesu’l Qanuniye li haqqi’ş Şa’bi’l Kurdi fi Taqriri’l Masir sh. 68 Birinci baskı Nisan 1987 Matbaaatu’l Hedef, Mişıgin, ABD )
Asimilasyon ve baskı yöntemlerinin hiçbir yararı yoktur. Uluslar arası dayanışma, karşılıklı saygı ve yapıcı paylaşım içinde gelecek içinde yer alma izlenebilecek en doğru yoldur. Bunun dışındaki yollar daha fazla acı ve daha büyük başarısızlık demektir. Son olarak Kürtler, Tarihsel belgelerde dile getirilen fikirlere karşı ,Arap, Türk, Fars kardeşlerimize şunu söylüyoruz:
Biz sizin kardeşleriniziz. ! Acı ve tatlı günlerde ortak bir kaderi paylaştık.! Fakat Kürt ulusu Arap, Türk, Fars, uluslarının bir parçası olmadığı gibi, Kürdistan da Arap Türkiye İran vatanlarının bir parçası değildir. Onur sahibi Arapların,Türklerin Farsların ulusal çıkarlarına hiçbir surette hizmet etmeyen bu tür şovenist fikirlere karşı mücadele etmelerini bekliyoruz. Irak , Türk ve Fars Aydınlarına en iyi örnekliğiyle cevap vermektedir.
Remzî Pêşeng
Twitter: @remzipeseng