Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Nursi Seyit mi? Risale-i Nur da Seyyidlik kavramına bakış

Risale-i Nura göre Seyyid iki manaya gelir, birisi maddi diğeri ise manevidir. seyyidlik nesebi olduğu gibi ayrıca sünneti seniyeye ittiba etmek noktasında seyyid manasının varlığı söz konusudur

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-12-31 12:45:30

Nursi Seyit mi? Risale-i Nur da Seyyidlik kavramına bakış
Saîdê Kurdî Seyyid mi ? -1   TIMETURK / Remzî Pêşeng   Risale-i Nurda yapılan tahrifatları incelemek, aynı zamanda Kürtler üzerindeki, kültürel ve milli meseleninde incelenmesidir. Aynı zamanda mensup olduğum milletin, kargaşayla dolu öğretici geçmişinide özellikle Kürtlerin doğasını ve kaderinin söz konusu olduğu tarihi incelemektir.  Bu bakış, kendi milletimin ve inancımın varoluş asaleti karşısında sorumluluk hisseden her bilgili insanın yolunu aydınlatacaktır. Neden?    Ortadoğu üzerindeki devletlerin, Kurdistan üzerinde hak iddia etmenin en meşru yolu, tarihi satın almak ve kendi devletlerini meşrulaştırmak için olmazsa olmaz bir öncelik söz konusudur. Ortadoğuda bagımsız bir devlete sahip olan milletler, kendi tarih çalışmalarını  devlet tarafından finanse ederek devlet destekli akademiler kurarak üniversiteleride bu çalışmalara dahil ederek geniş sanatsal bir departmanlarına burs tahsis edilerek planlayıp yayıngınlaştırır. Kürtler ise bir devlet aygıttından ve finansmanından yoksun olan devletsiz Kürdün tarihini ve tarihinden belirgin olan şahsiyetlerin birbirinden farklı kaynaklar yıgınagından derlenip çıkarılmamıştır.   Dünyada artık milletlerin genel kollektif başarıları hakkındaki değerlendirmelerle tatmin olmamakta, uzmanlık alanlarına ayrılmış tarihin özgünlüğünü ve insanlığa katkıda bulunan insani başarılarn paylaşımını arzulamakta ve buna değer vermektedir. Bunda da kendilerine özgü paylar almayanlar, tarihsel olarak marjinal, kültürleri ilkel hatta kendi vatanları hakkındaki iddiaları yersiz olarak değerlendirilmektedir. Böylesi ikincil bir statü verilen bir milletin her türlü mirası sanat yada arkeoloji müzelerinde değil, doğal tarih müzelerinde sergilenmektedir. Böylesi milletin tarihi ve insani deneyimleri, sosyologların, yada tarihçilerin, hukukcular için değil, antropologlar için bir çalışma nesnesi olur. İşte Kurdistan ve onun paralelinde Saîdê Kurdî de, Ahmet Akgündüzün elinde böylesi bir nesne konumundadır.   Şimdilerde “Saîdê Kurdî nin Kurdî nisbesi yer yer Bedevi şeklinde değiştirilmesi” ilkel kültür veya Bedevi tanımlamaları” olarak etiketlenen ve ona göre sınıflandırılan Kürtlerin artık yeri uygarlıktan ayrı bir satatüdedir. Onların öz yönetim doğrultusundaki iddialarının benzer bir bicimde “yüce devletin aydınlatıcı himayesi” de söz konusu olsada nihayetinde son bulacaktır.   İlgili iddia aslında Mevki spekülasyonudur. Bu spekülasyonu yapanlar,Kürtleri değil tarihin şu ya da bu döneminde diğer birçok kültür ayıplanmıştır.   İnsan fıtri kuvveleri itibariyle hakkında en az şey bildiği şeylerin önemi açısından en son sırada yer aldığı ve bilinen şey açıkca doğru veya yanlış olsa bile, bilinenin getirdiği sorumluluktan dolayı, belirsizliğin en iyi bir mevki olduğu gerçeği bilinen bir hakikattir. İşte Ahmet Akgündüz böylesi bir gerçeğe karşı direnen bir varlık konumunda olduğu tartışmasız sabit kılar.  Saîdê Kurdî Kürt olduğu fiziksel kanıtları es geçerek statükoyu sürdürmeye çalışmak böylesi bir durumdur.  Aslında bu gayet normal bir durudur, çünkü insanlığın mirasının bir kısmı üzerinde iddia edilen hak başka bir grubun aleyhine olucaktır. ve hiçkimse böylesi bir hakı kavgasız bir birçimde bu haktan vazgeçmiyecektir.   Neden tarih gibi Saîdê Kurdî de bukadar tartışmalı hale geldi? Nurcular neden kelimenin tam anlamıyla Saîdê Kurdî nin paylaşımında yada yeni bir tarih icadı üzerinde bir birleriyle yarışıyorlar ?   Tarihi satın almak, uluslar arası kabul görmenin, yönetimi meşrulaştırmanın ve iddia ne kadar yersiz olursa olsun, bir toprak parcasından hak iddia etmenin en ekonomik yoludur. İşte bu yüzden sosyal bilimlerden tutalım tarih biliminden ve insan bilimlerinden başka hiçbir dal bu kadar politika ile, meşruiyet sorunu ile toprak talebi ile tarih içli dışlı olmamıştır. İşte Akgündüz böylesi bir politikanın tarihçi timleri arasındadır.   Bu konuda bir örnek vermek icab ederse, Ahmet Akgündüzün de referans aldığı sözde Risale-i Nur talebesi olduğu iddia edilen Salih Özcan’ın, Arab sermayesiyle kurduğu bir finas kurumunun sahibidir. Ve bu zat Saîdê Kurdî’nin Mektubat adlı eserinde 28. Mektubun 6. Risale 6. Meseleyi kople çıkarması dikkate şayandır.   Zira o risale Arab Vahhabiliğini tenkit eden bir eserdir. Tabi ki Arap sermayesi ve dış politika ile Risalenin tahrif olması arasındaki ilişkiyi bize çok iyi resimlemiştir. Zira Saîdê Kurdî Tarihçe-i Hayat adlı eserinde, “ Âl-i Beyt muhabbeti Risale-i Nur’da ve mesleğimizde esastır. Ve Vehabilik damarı hiçbir cihetle nurun hakiki şakirdlerinde olmamak lazım gelir.” İşte bu ifadeler, sözde Risale talebesi olduğu iddia edilen Salih Özcanın konumu bize iyi tarif etmiştir. Evet para tek başına salt bir şekilde soyut bir şey ifade ediyor iddiası anlamsızdır. Bu örnek bile konumuz tek başına şerh etmeye yeterlidir.   Geçmişte olduğu gibi günümüzde de tarihin yazılması güçlü bir destek gerekir. Kürtler modern ulusal ve yüksek eğitim düzeyi çalışmalarını destekleyip finanse eden bir devlet aygıtından yoksunlar. Mevcud devletler Kurdistan devletinin oluşumuna engel olmuşlardır. İster Avrupada olsun ister Ortadoğuda olsun en küçük bir hadise konusunda yapılan tarihsel çalışmalar yapılırken, Kürt gibi milyonları aşan bir milletin varlığı konusunda hatırı sayılır bir çalışma yapılmak istenmemiştir. Saîdê Kurdî de bu millet mensup olamsıdan dolayı böylesi bir mahrumiyete dahil olmuştur.     Risale-i Nur da Seyyidlik kavramına bakış.

Manevi ve Maddi Seyyidlik Risale-i Nura göre Seyyid iki manaya gelir, birisi maddi diğeri ise manevidir.  seyyidlik nesebi olduğu gibi ayrıca sünneti seniyeye ittiba etmek noktasında seyyid manasının varlığı söz konusudur. Saîdê Kurdî Peygambermiizn bir hadisine atfen; "Size iki şey bırakıyorum; onlara temessük etseniz necat bulursunuz: biri Kitabullah, biri Âl-i Beytim." Çünkü, Sünnet-i Seniyyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan, Âl-i Beyttir. İşte bu sırra binaendir ki, Kitap ve Sünnete ittibâ ünvanıyla bu hakikat-i hadîsiye bildirilmiştir. Demek Âl-i Beytten, vazife-i risaletçe muradı, Sünnet-i Seniyyesidir. Sünnet-i Seniyyesine ittibâı terk eden, hakikî Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakikî dost da olamaz.” (Lemalar; Dördüncü Lema)
  Saîdê Kurdî kendisinin ve Risale-i Nur talebelerinin “manevi” ehl-i beyt ten sayılabileceğine dair birkaç ifadesi.  "Eğer Mehdilik dava etse, bütün şakirtleri kabul edecekler."

Ben de onlara demiştim: "Ben, kendimi seyyid bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki ahir zamanın o büyük şahsı, Al-i Beytten olacaktır. Gerçi manen ben Hazret-i Ali nin (r.a.) bir veled-i manevisi hükmünde ondan hakikat dersini aldım ve Al-i Muhammed Aleyhisselam bir manada hakiki Nur şakirtlerine şamil olmasından, ben de Al-i Beytten sayılabilirim”.
Emirdağ Lahikası
   Saîdê Kurdî  Müdafalar veya Şualar  adlı eserinde;  Evvelen: "Ben âl-i Beytten sayılabilirim" demekten maksadım, Onun âilesine ve ashabına selâm olsun duasında dahil olmak için bir ricadır.

Ustadın Müdafalarda  başka ifadesi; Hazret-i Ali'nin (r.a.) ilm-i hakikat itibariyle şakirdi olduğumdan, mânevî evlâdı olabilirim" demesiyle kendine atfedilen makamlara liyakatini kabul etmiş görülmektedir. Bedî' mânâsında olan Celcelûtiye kasidesinde İmam-ı Ali'nin (r.a.) çok cihetlerle Risale-i Nur'a sarahat derecesine yakın işarâtı içinde, Bediüzzaman ismini Risale-i Nur'a vermesinden, bana emaneten verilen o ismi Risale-i Nur'a iade ettiğimi yazmışım. Bununla beraber, "Ben de mânevî âl-i Beytten sayılabilirim" demekten maksadım, ( Onun âilesine ve ashabına selâm)  olsun bir kısım müçtehidlerin,  duasında, "Seyyid olmayan,” fakat ehl-i takvâ bulunanlar o duada dahildirler" dediklerinden, o umumî duada benim de bir hissem bulunması için ricakârâne bir tevildir. Yoksa, o hatâkârane mânâ hiç hatırıma gelmemiş.

Şualarda geçen bir başka ifade; “Hem neşrettiğimiz aleyhimizde yazılan kararnamenin elli dördüncü sayfasında, "âhirzamanın o büyük şahsı neslen âl-i Beytten olacak. Biz Nur şakirtleri, ancak “mânevî âl-i beytten” sayılabiliriz.” Dolayısıyla burada ilk bölümde görüldüğü gibi Saîdê Kurdî kendisini manevi ehl-i beytten saymaktadır. Bu temayı çok daha genişlete biliriz fakat genel bir ilke olması hasebiye şimdilik yeterlidir.

Saîdê Kurdî’nin Neseben Seyid olduğu iddialarına gelince.  
Bir iddiayı gündeme getirmek, veya bir tasavvur oluşturmak elbette delile bağlıdır. Zira Saîdê Kurdî; “Biz ehl-i haliz, namzed-i istikbaliz. Tasvir ve iddianızı süsleyerek anlatmanız, zihnimizi doyurmuyor. Delil isteriz.” Veya başka bir ifadesinde “Başka dinlerin bazı efradlan gibi ruhbanları taklid için burhanı bırakmıyo­ruz. Onun için akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı ak­liye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur'an hükmedecek.” gibibu ve benzeri sözleriyle bize klavuzluk etrmektedir. Bizde Risale-i Nur perspektifinde bu soruya cevap arayalım.Bizim risale-i nurda nas olarak kabul edeceğimiz ilk prensip Muhakematta  Birinci makalede geçen “Seyyid olmayan ‘seyyidim’ ve seyyid olan ‘değilim’ diyenler, ikisi de günahkar ve duhul ile huruç haram oldukları gibi, hadis ve Kur'an'da dahi ziyade veya noksan etmek memnu'dur” ifadesi asıl teşkil edecektir. 

Keramet-i Aleviye risalesinde, İmam Ali, Saîdê Kurdî nin “iki maruf lakabına remzen ve ismen” ima etiği belirtiyor, işte o hitap:   “ Bu üçüncü sırrın münasebetiyle aynen (arabi ibarenin tercümesi; “ Onunla fitne ve dalalet ateşini söndürecek” ) gibi bin üç yüz elli dört tarihine makam-ı cifrîsiyle bakan ve Said'in (r.a.)” iki mâruf lâkabına remzen ve ismen îma eden ve "Kendini muhafaza et” emrini veren, ve tarihte herkesten ziyade mütaaddit tehlikelere maruz bulunacağını telvih eden Ercüze’nin ahirindeki;  ( arabça ibarenin tercümesi; Ey fitne asrına yetişen kişi! Şanı yüce Mevladan her türlü fitne, mihnet ve musibet şerrinden korunmayı iste ve yalvar. )  fıkrasıyla diyor; Ya Saîd el Kurdî! Bin üçyüz elli dört tarihine yetişirsen Mevla’yı Azimiden O zamanın ve asrın fitne ve şerlerinden muhafazanı iste ve yalvar”  yine metnin devamında  “sonra İmam Ali (r.a) sekine ile meşgul olan Said’e bakar,konuşur. Akabinde  يَا مُدْرِكًا لِذلِكَ الزَّمَانِ der. İki-üç yerde kuvvetli işaret ile Said ismini verdiği şakirdine hitaben "Kendini Sekine ile dua edip muhafazaya çalış." Ya-i nidaîden sonra müteaddid karineler ve emareler ile Said var. Demek يَا سَعِيدُ مُدْرِكًا لِذلِكَ الزَّمَانِ  olur. Bu fıkra nasılki مُدْرِكًا kelimesiyle "El-Kurdî" lâkabına hem lafzan hem cifren bakar. Çünki mimsiz دَرْكًا Kürd kalbidir. (yani tersten okunuşu ) Mim ise, "lâm" ve "ye"ye tam muvafıktır. Öyle de; diğer bir ismi olan Bediüzzaman lâkabına dahi "ez-zaman"  kelimesiyle îma etmekle beraber bin üçyüz ellidört  veya bin üçyüz ellibeş  makam-ı cifrîsiyle Said'in hakikat-ı halini ve hilaf-ı âdet vaziyetini ve hıfz u vikaye için kesretli duasını ve halvet ve inzivasını tamamıyla tabir ve ifade ettiğinden sarahata yakın bir surette parmağını onun başına o kasidede teselli için basıyor. (Sekizinci Şua, Üçüncü Bir Keramet-i Aleviye)
  Saîdê Kurdî Denizli ağır ceza mahkemesi riyaseti makamına itiraznamesinin 7. Maddesinde ki itirazı şu şekildedir. “Ben, bütün talebelerimi ve arkadaşlarımı işhâd ediyorum ki, Ben, seyyid değilim. Müdafalar; Denizli Müdafası

Yine Afyon Müdafasında ki itirazı;  “Ben Seyyid ve Âl-i Beyt’den değilim, fakat bir cihette mânevî Âl-i Beyt’den sayılabilirim..” Müdafalar; Afyon Müdafası
  Saîdê Kurdî Afyon müdafasının itiraznamenin tetimmesi ve lahikası bölümde ise yine   kendisi hakkında iddiamenin dört esas olduğunu beyan ederken birinci esasta aynen şöyle der, “ Said itiraznamede demiş ki; ben seyyid değilim mehdi seyyid olucak” sözleriyle anlaşılıyor ki Saîdê Kurdî, seyyidliğini red ettiği halde nasıl olur ki sözde talebeleri meseleyi nesebi ve ırkı bir mecrada ele almışlar? Saîdê Kurdî nin Kürt kimliği nurcular arasında hatırı sayılır bir kıymete sahip değildir, Risaleye muhatap olan ilk dönem talebeler, Saîdê Kurdî’nin Mehdiyeti ve Kürtlüğü arasından bir paradoks yaşadıklarından en kolay yol olan Kürt kimliğinin inkarına yönelmişlerdir. Daha sonra ise Risaleye muhatap olan şahsiyetler ise, Kürt kimliğinin inkârı ile siyasi meşruiyet arasında direk bir bağlantı olduğu tartışmasızdır. Ayrıca Saîdê Kurdî Risale-i Nurun yüzlerce yerinde hayatının son nefesine kadar Kürt olduğunu inkar etmemiştir. Buna dair sahifeler dolusu örnek vermek mümkün. Buna mukabil resmi devlette Saîdê Kurdî ye karşı uyguladığı tecritte onun İslam ve Kurdistan kimliğine meşruiyet kazandırmasından dolayı ona karşı yönelik bir operasyondur.
  Saîdê Kurdî nin Seyyidliği ile ilgili ilk iddia Hasan Fevzi abenin idiasıdır. “Emirdağ Lahikasında” ki Hasan Feyzi Ağbi’nin mektubudur. Mektup iki konuyu ihtiva etmektedir. Birinci konu, Ustadın şahsı ile ilgilidir. İkinci konu, Risale-i nur ile ilgili kısımdır.   Hasan Feyzi Ağbi’nin Ustad ilgili bölümü aynen şöyledir. “Ona "Kürdi" denilmesi ve kaside-i Hazret-i İmam-ı Ali'de (r.a.) görülen kelimesinin hazf ve kalbiyle "Kürt" ima ve işaretinin bulunması, gerçekten “Kürtlüğüne” delalet etmez ve onun manevi silsile-i şerafet ve siyadetten tenzil ve teb'idini icap ettirmez. Bu isnad ve izafe, “Kürdistan'da” doğup büyüyen ve bu lakapla maruf ve meşhur olan bu zatın Risaletin-Nur'un tercümanı olduğunu sırf aleme ilan etmek içindir; yoksa Kürtlüğünü ispat etmek için değildir. “Kürtçe bilmesi, o kıyafete girmesi ve öyle görünmesi, kendini setr ve ihfa için olup, hakiki hüviyet ve milliyetini ihlal ve inkar mana ve maksadıyla değildir diye düşünüyorum. Alem-i İslamiyet ve insaniyete ve Haremeyn-i Şerifeyne asırlarca hizmet eden bu kahraman Türk milletini onun çok sevmesinde ve hayatının mühim bir kısmını hep Türklerle meskûn olan bu havalide geçirmesinde büyük hikmetler, mana ve mülahazalar olsa gerektir.” Ayrıca benzer iddiayı Tarihçe-i Hayata Küçük Ali de dile getirmektedir.
  Saîdê Kurdî Hasan Fevzinin mektubuna şöyle cevap vermektedir, “Risale-i Nur hakkındaki bu parlak şehadeti çok ehemmiyetli gördüm. Yalnız, bana bakan kısımları, ya tayy veya tâdil etmeyi münasip gördüm.” Saîdê Kurdî, Hasan Feyzinin bu mektubundaki kendisi ile ilgili bölümü tamamen çıkarmıştır. Mektubun son kısmında ise Hasan Feyzi’ye hitaben Tadilime gücenmesin ifadesiyle mektubu bitirmiştir. Mustafa Sungur abeyle olan görüşmemizde bu mektubun tayy ve tadil edilmemiş hali ile, tayy ve tadil edilmiş hali arasıda ki farkı sorduğumda sadece bana gözlerini dikerek bakmak durumunda kalmıştı. Sözler, Envar neşriyat bu mektubu tayy ve tadil edilmemiş haliyle yayınlamıştır. Saîdê Kurdî’nin cevabı bilinçli bir şekilde dikkate alınmamıştır. Peki Saîdê Kurdî bu mektupta yeni çizgi altına almıştı ? tabiî ki Hasan Fevzi’nin iddia ettiği seyyitlik iddiasını tayy ve tadil etmişti.
  Bu mektupta birkaç şey daha göze çarpmaktadır. Hasan feyzi Ağbi “"Kürt" ima ve işaretinin bulunması, gerçekten “Kürtlüğüne” delalet etmez ve onun manevi silsile-i şerafet ve siyadetten tenzil ve teb'idini icap ettirmez.” Sözleri ile Kürt olmayı küçümsemektedir. Ustad’ın Seyyid olduğunu söyleyerek Kürtleri küçümsemiştir. Türklerin, Kürtlere karşı olan zihinsel yaklaşımında, “Kürtlerden böyle bir adam çıkmaz tezini geliştirmişlerdir. Bu mektuptaki Kürd ve Kurdistan tabirleri çıkarılmamış, nedeni ise “Olumsuzlama” olduğu içindir. Ayrıca Saîdê Kurdî nin Seyyid olduğu iddia etmek için illaki Kürtlüğü küçümsemek mi gerekiyor?   Saîdê Kurdî’nin Mehdiyetliği ile Kürtlüğü arasındaki paradoksu yaşanlardan bir tanesi de Ahmed Feyzidir. Zira kendisi konuyu “irsiyet” noktasında ele alınca, Saîdê Kurdî bu noktada Ahmed Feyziye müdahale etmektedir. Ahmed Feyzi; Alimler Peygamberlerin mirascılarıdır hadisini mehdiyet balgamında İrsiyet noktasına değerlendirmiş. Saîdê Kurdî ise; Resülullah’ın ahlakıyla ahlaklanınız  ifadesiyle Peygamberimiz a.s. ittiba ve sünnetine iktida manasındadır diye tashih etmiştir. İşte o ifadeler; “Ahmed Feyzi "Bediüzzamanü'l-Kürdî" kelimesini bulmak için iki kere Muhammed (a.s.m.) kelimesinin tevafukunu göstermiş. Acaba Said el-Kürdî, Peygamberimiz Muhammed Mustafa'ya (a.s.m.) benzetilmek mi istenilmiştir?

Ahmed Feyzi 'nin, Risale-i Nur, Kur'-ân'ın bir tefsiri olmasından ve her vakit Nübüvvetin şeriatını tatbik eden ve veraset-i Nübüvvet ve  ( Alimler peygamberlerin mirasçılarıdır) hadîsine istinaden, bîçare Said'i o “irsiyette,” o Kur'ân hizmetinde, değil bir benzemek, belki sünnete ittibâ etmek mânâsındaki ilmî ve ebcedî istihracını medâr-ı mes'uliyet gören, hem ( Resûllullah’ın ahlakıyla ahlaklanınız ) mânâsını anlamayan elbette üç cihette yanlış etmiş. Zât-ı Ahmediyenin (a.s.m.) güneşinden tereşşuh eden bir zerrecik nuruna mazhariyetini büyük bir saadet telâkki eden Said'in elbette yüz bin derece kendi haddinden tecavüz edip ona kendini benzetmeye çalıştığını söyleyen divanedir. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâma ittibâı ve sünnetine iktida mânâsını anlamamış. Müdafalar; Afyon Müdafası.   Ahmed Feyzinin bir başka iddiasını Saîdê Kurdî yeniden düzeltme ihtiyacı hissetmiştir. Afyon Müdafasındaki ibare aynen şöyledir; “Ahmed Feyzi'nin risaleciğinin başında Said'in iki buçuk sayfalık yazısıyla ( Ey elbisesine bürünen! Müzzemmil Sûresi 1) âyet-i kerîmesinden ebced hesabıyla "Kürdî" kelimesi çıkarılmış. 

Burada benim iki sayfacık yazıma, Ahmed Feyzi'nin hakkımda mübalâğakârane medihlerini kabul ettiğim mânâsı verilmiş, hatâ etmiş. Çünkü benim o mektubum Ahmed Feyzi'nin dikkatini ve ilmini takdirle beraber, hakkımdaki haddimden ziyade hüsn-ü zanlarını cerh ve tâdil için yazılmıştır. Hem âyetin mânâyı işârî tabakasından riyazî ve ebcedî bir tevafukla üstadına karşı bir mânâ çıkarıp, hürmetine bir makbuliyet alâmeti olarak yazmış. Böyle şeylere yanlış denilmez ki, medâr-ı mes'uliyet olsun. Olsa olsa ilmî bir hatâdır; siyasete teması yoktur.

Yine Ahmed Feyzi'nin, Risale-i Nur'un müsellem faziletinin bir parçasını kendi üstadına isnad etmesi ve bu zamanın bir hidayet vasıtası olduğunu demesini, medâr-ı mes'uliyet görüyor. Halbuki, herkes sevdiği bir adam hakkında mübalâğakârane ve ifratkârâne medih ve senâ etmekte, örfen, âdeten, ilmen dahi hatâ olmadığı halde, hiç münasebeti olmayan bir sözdür. Saîdê Kurdî Emirdağ Lahikasında ki bir başka şekilde Denizli ehl-i vukufuna karşı şunu söylemiştir; Hem mahkemede Denizli ehl-i vukufu, bazı şakirtlerin bu îtikadlarına göre, bana karşı demişler ki: "Eğer Mehdilik dava etse, bütün şakirdleri kabul edecekler." Ben de onlara demiştim: "Ben, kendimi seyyid bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki ahirzamanın o büyük şahsı, Âl-i Beytten olacaktır. Gerçi manen ben Hazret-i Ali'nin (r.a.) bir veled-i manevîsi hükmünde ondan hakikat dersini aldım ve Âl-i Muhammed Aleyhisselam bir manada hakikî Nur Şakirdlerine şamil olmasından, ben de Âl-i Beyten sayılabildim. Emirdağ Lahikası-1.
  Yukarıda Muhakematta  Birinci makalede geçen “Seyyid olmayan ‘seyyidim’ ve seyyid olan ‘değilim’ diyenler, ikisi de günahkar ve duhul ile huruç haram oldukları gibi, hadis ve Kur'an'da dahi ziyade veya noksan etmek memnu'dur” ifadesini tekrar düşünerek Ustad, Risale-i nur un yüzlerce yerinde ve yukarıda belirtildiği gibi ısrarla Kürt olduğunu, seyyid olmadığını söylediği halde, talebesi olduğunu idda edenlerin Ustadı Seyyid yapma çabasının asıl menşei nedir acaba. ? Ya Ustad, haram günah huruc işlemektedir, yada  Ustadı günümüzde Seyyid yapmaya çalışan talebesi olduğunu iddia edenler o haramı işlemektedir.   Bugün öyle bir zaman ve dünyadayız ki, kendi şahsiyetimiz kaybetme başkalaşma, aslının yok olması, tarihten kopma, varoluş özellikleri kalbini ve kültürünü unutulması ve şahsiyetimizin kaybolması, ağır ve hızlı etkenleri, tarihdeki bütün zamanlardan daha fazla amacımız olmalıdır. Eğer bu tehlikeli etkenleri tanımaz ve onlara dirtemessek bize özgü manevi sermaylerle, fikri malumatla, zengin tarihsel mirasla itikadi ve ahlaki değerlerle donanamayız.   Kendimizi yok oluşa sürükleyen şey karşısında savunmasız bırakmış. Siyaset alanını ve pazarı genişletme uğrunda Kürtlerin tabiriyle mendil için kayseriyenin ateşe verildiği ve milletlerin kökünün kazındığı bir zamanda başkalaşmaya terk etmiş, yani kısaca kendi varlığımzın sınırı dışında bir dayanak aramış oluruz.    Hiç şüpe duymuyorum ki, sömürgecilerin hedefinin sadece para olmadığını ilmen, aynel ve hakkal yakın biliyorum, çünkü para asla soyut olarak varolmaz, daima onun etrafında, sosyal, siyasi, ahlaki ve kültürel meseleler gündeme gelir, işte Risale-i Nur da yapılan tahrifatlar bu minvaldedir.   Risale-i Nur da yapılan tahrifatlar ile ilgili söylememizi, şahsımı milliyetçilik konsepti etrafında boğmaya çalışmak böylesi bir politikadır. Bunlar teslim olmamız için, siyasi ve askeri güç hilesi kullanılması bir yana, aslolan değişim için Kürtlerin milli mahiyetine nüfus etmeledir.  Müsbet Kürt milliyetçiliğini horlayan tüm örgütlü yapılar, Kürtleri "örgütlü iskelete" dönüştürmesi kaçınılmazdır.
  Kürtleri bir binek araç gibi seçilen bir unsur haline dönüşmesine izin vermiyeceğiz, ithal fikirlerin akımlarının hucümu karşısında düşünmenin dayanagı, Kürtlerin fıtrat "tarihin ve kültürün " derinliğinde neşet eden, biri nasıl olacağım'ı, bana gösteren, diğeri ise, "nasıl yürüyeceğim" bana öğreten inanç ve ahlak kaynagı sağlaması için kendi milliyetimin ve din'imin tarihine dayalı milliyet, tevhide dayalı islam kalıbından ayağı kalkmalıyım, bu noktada bizlere sitem edilmesi mümkünmü?  Zira Risale-i Nur ona inananlardan daha Cesur bir tavır ortaya koyduğu tartışmasız bir gerçektir, ve bizlerde onun cesur tavrından istifade etmeye devam edeceğiz.
  Makalemizin ikinci bölümü ise, Saîdê Kurdî’nin talebesi olduğu iddia edilen şahsiyetlerin kitaplarına konu edindikleri Saîdê Kurdî’nin nesebiyle ilgili iddilarına cevap olucaktır. Zira bir dönem “Çerkez, sonra Cengiz Han’ın torunu, daha sonra Türk en nihayetinde Arab yani Seyyidlik sürüvenini münazaraya alıcaz.   Saîdê Kurdî’nin Kürt olduğunu ve bunu sık sık dile getirdiğini bir önceki makalemizde okuya bilirsiniz;         https://www.timeturk.com/tr/2012/12/21/iste-risalei-nur-da-yapilan-tahrifatlar.html

E mail: [email protected]

Twitter:remzipeseng  
Remzipeseng / Araştırmacı-Yazar

Haber Ara