Dolar

32,5004

Euro

34,6901

Altın

2.496,45

Bist

9.693,46

Resmi tarihin en büyük yalanı: Menemen vakası

Açık bir provokasyonun uygulandığı Menemen`deki olaylar, tarihin tozlu raflarında tarafsız tarihçileri beklemektedir.

12 Yıl Önce Güncellendi

2012-12-22 11:34:48

Resmi tarihin en büyük yalanı: Menemen vakası
TIMETURK / Haber Merkezi



23 Aralık 1930’da meydana gelen olay resmi görüşlü Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’ya göre; “İstanbul/Erenköy’de oturan 84 yaşındaki Nakşi Şeyhi Erbilli Şeyh Esad Efendi ile oğlu Mehmet Ali Efendi tarafından planlanıp, Manisa Askeri Hastanesi imamlığından emekli olan Laz İbrahim Hoca tarafından teşvik/tahrik edilen ve Derviş Mehmet ile adamları tarafından icra edilen menfur bir irtica olayıdır.” Çünkü Şeyh Esat ve fıkrasının amacı Cumhuriyeti yıkmak, Atatürk’ün ilkelerine karşı Şeriatı getirmek, tekke ve zaviyeleri açmak, şapkayı yasaklayıp yeniden fesin kullanılmasını sağlamaktır. Olaylar tamamen provokasyon kokmaktadır.

Derviş Mehmet ve adamları bu olayda kullanılan zavallılardı. Çünkü bu kişilerin esrarkeş olduklarını, olay ile ilgili görevlendirilen 1. Kolordu Komutanı Mustafa Muğlalı, verdiği raporda belirtmektedir. Derviş Mehmet’in esrarkeşlerin takıldığı kahvehaneyi mekân tuttuğu da rapor edilmiştir. Eğer bu iddia doğru ise esrarkeşlerin halifeliğin tekrar ihyası ile ne ilgileri olabilir diye soru sormaktan insan kendini alamıyor.


Aynı raporda olayların çıkmasına göz yumulduğu iddiaları da vardır. Çünkü 23 Aralık 1930 sabah camiden bir bayrakla çıkan Derviş Mehmet, kendisini Mehdi ilan ettiğinde olaya ilk etapta Yüzbaşı Fahri Bey müdahale eder. Ancak Derviş Mehmet’in kendisinin Mehdi olduğunu, herkesi bayrağın altında toplamaya çağırdığını söylemesi üzerine, Yüzbaşı Fahri Bey hiç tepki vermeden geri gider. Bu durum çok ilginçtir. Çünkü 1930’ların Türkiye’sinden bahsediyoruz.

En ufak bir olayın üzerine topla, tüfekle varan ordunun Yüzbaşısı olaya müdahale etmeyip geri duruyor, onun yerine acemilerden oluşan mermisiz (Manevra mermileri var) bir manga ile öğretmen kökenli acemi ve silahsız bir asteğmen müdahale ediyor. Olaya müdahale için kurban seçilen Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay, Derviş Mehmet’i durdurmak için hemen kalabalığın içine atılır. Bu arada kalabalık içinden atılan faili meçhul bir kurşunla yaralanır. Askerler ateş açar ama manevra mermileri etkisizdir. Resmi tarihe göre; Derviş Mehmet bana mermi işlemez deyip Kubilay’ın başını gövdesinden ayırır. Kesik başı bayrak direğine geçirir. Bu arada bayrak direğinin ipi Yahudi Jozef diye bir esnaftan satın alınır. İşin garip tarafı sabah dükkânında müşteri bekleyip, dükkândan içeri giren birine ip satmaktan dolayı Jozef te idam edilir.


Açık bir senaryonun uygulandığı Menemen vakasında provokasyonu görmemek için çok basiretsiz olmak gerekiyor. Çünkü o yıllarda Atatürk’ün emri ile Serbest Cumhuriyet Fırkası, Fethi Okyar’ın başkanlığında kurulmuştu. CHP, bu yeni partiye Cumhuriyete karşı olan odakların toplandığı endişesini taşımaktadır. Üstelik menemen halkı, İsmet İnönü’nün CHP’si yerine bu yeni partiyi desteklemekteydi.


Ayrıca Esat Efendi uğradığı Bursa’da halk tarafından ilgi ile karşılanır. Kaldığı ev ziyaretçi akınına uğrar. Bu arada Ankara’dan bir kısım üst düzey idareci Bursa’daki kaplıcalara gelmiş ve Esat efendinin halk nezdindeki itibarını müşahede etmişlerdir. Dönemin Cumhuriyet Gazetesi Esat Efendi hakkında olumsuz yayınlar yapar. Bu vesilelerle Esat Efendinin üstü çizilmiş ve Menemen olayı buna bahane edilmiştir. Yoksa altı kişilik Derviş Mehmet’in ordusu(!) iki tüfekle irticacı bir kalkışmayı nasıl başlatırlar. Bu bahane ile tekrar darağaçları kurulur. Olayın soruşturma görevi Mustafa Muğlalı’ ya verilir. Tarihin garip bir cilvesidir ki, Orgeneral Muğlalı 1943 yılında Üçüncü Ordu ve Sıkıyönetim komutanı iken Van’ın Özalp İlçesinde 33 masum vatandaşı kurşuna dizdirmiştir.


Kimisi olayı seyrettiği, kimisi alkışladığı veya oradan hasbelkader geçtiği için, kimisi de dükkânda müşteri bekleyen esnaf olduğu için mahkeme karşısına çıkarılıp, çoğu sade vatandaş 28 kişi idam edilir. 50 kişi ise muhtelif hapis cezasına çarptırılır. Şeyh Esat Efendi çok yaşlı olduğundan dolayı idam edilmez. Cezası 24 yıl hapse çevrilir. Fakat tutuklu bulunduğu sırada vefat eder. Derviş Mehmet ve adamları ise olay günü öldürülmüştüler.


KAHRAMANMARAŞ KATLİAMI

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana belli mihraklar tarafından tezgâhlanıp, oynanan bazı oyunlar aradan çok uzun zaman geçmesine rağmen aydınlanamıyor.


12 Eylül askeri darbesinin hemen arifesinde Maraş’ta patlak veren sağcı-solcu çatışması da bunlardan biridir. Türkiye’deki birçok aydının ortak düşüncesi 12 Eylül askeri darbesine zemin hazırlama babından bir olaydı Maraş katliamı. 19-26 Aralık 1978 tarihlerinde meydana gelen bu üzücü olayda maalesef 111 kişi öldürülmüş, bine yakın kişi yaralanmış, yüzlerce ev ve işyeri yakılmış veya tahrip edilmiştir.


Siyasal nedenlerle körüklenen sağcı-solcu çatışması, 19 Aralık’ta Çiçek Sinemasında oynatılan bir film ile start alır. Aslında “Zeynel ile Veysel” adlı film oynatılması gerekirken, başrollerinde Cüneyt Arkın’ın oynadığı “Güneş Ne Zaman Doğacak” isimli milliyetçi film oynatılır. Filmin gösterimi esnasında iki patlama meydana gelir. Bombalamadan solcular sorumlu tutulur. Solcular ise bombalamanın daha sonra soy ismini Şendiller olarak değiştiren ve sonradan milletvekilliği de yapan Ökkeş Kenger isimli milliyetçi kişi tarafından yapıldığı iddiasındadırlar.


Katliamdan önce Maraş’taki hareketliliğe herkes dikkat çekmektedir. Şehirde nüfus sayımına benzer bir çalışma yapılmakta ve milli piyangocu kılığında ortalıkta birçok kişi dolaşmaktadır.


20 Aralık’ta solcuların gittiği Akın Kıraathanesine bomba atılır, 2 kişi yaralanır. 21 Aralık’ta ise sağcı bir vatandaşın evi bombalanır. Yine 21 Aralık’ta Maraş Meslek Lisesi öğretmenleri Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu isimli iki solcu suikastla öldürülür. Bu suikastlardan ülkücüler sorumlu tutulmakla birlikte Ökkeş Şendiller, bu iki solcu öğretmenin iç hesaplaşma sonucu yine solcular tarafından öldürüldüğünü iddia eder.


Ülkücüler öğretmenlerin komünist olduğunu, dolayısıyla cenaze namazlarının kılınamayacağı görüşüyle cenaze merasimlerine müdahale ederler. Çıkan kargaşada cenazeler ortada kalır ve Devlet eliyle defnedilirler. Cenazelerdeki kargaşalıktan sonra üç ülkücü öldürülür. Cenazeleri almaya giden ülkücüler saldırıya da uğrarlar.


Bu şekilde gerginleşen hava aniden çakan şimşeklerle boşalan yağmur gibi tüm Maraş’a yayılır. Halk galeyana gelmiştir artık. 23 Aralık günü sistematik saldırılar başlar. Daha önce tespit edilen evler saldırıya uğrar. Olay vahşiyane bir boyut kazanır. Kadın-erkek, yaşlı-genç, küçük-büyük demeden 111 kişi katledilir. Aleviler ölü sayısını 250 olarak verirler. Bu arada öldürülenlerin çoğunluğunun Alevi olduğunu belirtelim. Kadınların memelerinin kesildiği, 6 aylık bebelere kurşun sıkıldığı, insanların gözlerine şiş sokulduğu, kadınların namuslarının kirletildiği şeklinde birçok iddia da mevcuttur.


Garip bir durumdur ki o zaman iktidarda CHP vardır ve Ecevit Başbakan’dır. Ecevit Hükümetinin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı olayları yerinde inceler ve hadiselerden solcu örgütleri sorumlu tutar. Bu beyanattan sonra görevden alınır ve yerine Hasan Fehmi Güneş atanır. Ortada birçok iddia var. Bilmediklerimiz, bildiklerimizden yanında çok az kalıyor. Ancak şöyle bir gerçek vardır ki; 111 vatandaş öldürülmüştü. Bine yakın yaralı ve yüzlerce yanmış ev ve işyeri vardı.

Bahsettiğimiz bu olaylar ne Hitler’in Almanya’sında ne de Pinoşe’nin Şili’sinde olmuştu. Türkiye’nin Kahramanmaraş ilinde gerçekleşmişti. Olayın çok daha derinlerde CIA tarafından Amarikan mutfağında pişirildiği söylenir aslında. Çünkü katliamdan önce CIA ajanı Peck Maraş’tadır.


Olayın bir de Ecevit yönü vardır. O sıra birçok ilde sıkıyönetim ilan edilmek istenmektedir. Ancak Ecevit buna karşı çıkar. Fakat olaylar sonrasında sıkıyönetim ilan edilir. Böylece ülke 12 Eylül’e bir adım daha yaklaştırılır. (Doğruhaber)

Haber Ara