Taraf'la hikâyemiz
Taraf Gazetesi köşe yazarı Cihan Aktaş, Ahmet Altan ve Yasemin Çongar'ın istifasını yazdı...
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-12-19 14:11:20
Taraf yazarlığım etrafında bu köşede hep yazmak istiyordum. Ahmet Altan ve Yasemin Çongar'ın gazeteden ayrılışları üzerine, içimden gelen yazı içinmiş kısmet. Özellikle son bir yıldır bir okuyucu kesiminin Taraf'ta yazıyor olmam bağlamında yaptığı bir baskı var. Bunu zaman zaman dostane bir ilginin alameti olarak algılamasam, söz konusu etmeye değer bulmazdım. Bu yazıda Taraf'ta yaşanan istifalarla birlikte karşılaştığım soruları da hesaba katarak, beş yıldır yazdığım gazete etrafında çeşitli zeminlerde bana yöneltilen sorular etrafında bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.
Taraf'ta yazmaya başladığım dönem, şimdilerde "muhafazakar" diye adlandırılan medyada yer bulamadığım yılların getirdiği bir dönemecin de ifadesi. Olabildiğince açık seçik ifade etmeye çalışacağım ki birkaç ay önce twitter'da da dile getirmiştim bunu: Yıllardır yazdığım bir gazetenin GYY açısından, ciddi başörtülü yazar olarak, gazeteye aşırı gelmeye başlamıştım. En fazla ara sıra düşünce sayfasına yazı gönderebilirdim, yayımlanırdı veya yayımlanmazdı. Öte taraftan elbette ki ilk yayımlanmaya başladığı yıllarda köşe yazarı olarak çalışmaya başladığım gazete değişmez tek bir bloktan oluşmuyordu. Benim yaptığım eleştiriler ise 28 Şubat travmasını yansıtan bir dönemi hedef alıyor.
İstenmiyor olmanın çeşitli sebepleri var. Gazete vitrinini müstakbel liberal ittifaka göre düzenlediğinden o dönemde "radikal" olarak bilinen simalardan kendini sakındırıyor. Esasında mesafe koyma süreci, bir kitabımın toplatıldığı dönemlere kadar geri gidiyor.
*** * ***
Taraf çıkmaya başladığında gazete olarak dikkatimi çekti. Reklam almayacak, kadın bedenini metalaştırmayacak, sesi duyulmayanların sesi olacak... Bu gazetede yazabilirim diye düşündüm ve İran'a giderken bunu, yazacak bir yer arayışı içinde olduğumu bilen Ayşe Böhürler'e söyledim. Ayşe'nin bu konudaki yaklaşımımı ilettiği Ahmet Altan ben Tahran'dayken telefonla aradı ve Taraf'ta, tam da istediğim gibi kültür-sanat sayfasında yazmaya davet etti. Böylelikle, gazete çıkalı bir ay olmuştu sanıyorum, haftada iki gün olmak üzere Sınır Yazıları başlığı altında köşe yazıları yazmaya başladım. Daha önce sadece kadrosu İslami kimlikli yazarlardan oluşan gazetelerde yazdığım için, benim açımdan yeni ve farklı bir tecrübeydi.
Gazetede yazmaya başladıktan sonra okurlarla kurduğum sağlam ve gelişen diyaloglardan da söz ederim günün birinde bir yazıda. Ancak bu yazı çerçevesinde dile getirmek istediğim, karşılaştığım, bir üç yıl kadar yoğun olarak süren iki yanlı tepki oldu: Laik kemalist hatta ateist kesimler sayfa sayfa uzayan mesajlarla, yazarlığımı ısrarla AK Parti'nin bir eseri olarak görmek istemekte diretirken bana yazar olarak ve yazıyla iştigal eden bir kadın olarak tesettürümle nasıl özgür olamayacağımı, erkekegemen bir bakış açısının bir yansıması olmakla sınırlı kalacağımı kanıtlamaya çalıştılar. Kimi "mütedeyyin" okuyucular ise başörtülü bir yazar olarak "Sorosçu" gazetede yazdığım için bazen hakaret ettiler bana, bazen de irşad yoluyla "hatadan dönmem için" akıllar verdiler.
Öte taraftan 2008'in başlarından itibaren Dünya Bülteni sitesinde yazmaya başladım, Akif Emre'nin daveti üzerine. Gerek Ahmet Altan'ın gerekse Akif Emre'nin davetleri, yazar olarak kendimi daralmış hissettiğim bir dönemde kalemime yeni, farklı ifade ufukları açtı. Bu nedenle hem Altan'a hem de Emre'ye hep müteşekkir olacağım.
Taraf'ta gündemi izlemeye çalışıyorum. Dünya Bülteni'nde daha tematik ve bazen fotoğraf destekli yazılarım yayımlanıyor.
*** * ****
Taraf bu geçen beş yıl boyunca büyük badireler atlattı. Bu dönem içinde gazetenin gerek insan hakları gerekse de Ergenekon yapılanmaları konusunda verdiği mücadeleyi burada anlatmama gerek yok sanırım. Gözlerimle tanık olduğum hummalı faaliyet, ne Ahmet Altan ne de Yasemin Çongar olmaksızın yürüyebilirdi. Hakkında hep dile getirilen belli odakların planlı projeli gazetesi olduğu iddialarının yanı sıra bana görünen, kıt imkânlara karşılık özverili bir çabayla, hatta aşkla ayakta tutulan bir gazete.
Geçmişte Ahmet Altan'ı bütün o karanlık yapıların çözündürüldüğü süreçte destekleyen arkadaşlarım, Altan'ın artık değiştiğini düşünüyorlar. Bana kalırsa o her zaman aynı kişi olarak kaldı. Bir sanat, düşünce ve edebiyat adamı siyasi alanda nasıl bir çizgi izlerse, ondan şaşmadı. Bazen incitici oluyor metaforları, imgeleri ve hatta zaman zaman, dikkatli okuyucusu "Pide"yazısının yazarının, iktidara ısınmaya başlamış "muhafazakâr" kesimlerin üslup ve aymazlığından yorulmuşluğuna dair kanaatini bir "beyaz Türk" mesafesiyle yansıttığı izlenimine kapılıyor.
Sorun bana özetle şöyle görünüyor: Ahmet Altan, mütedeyyinleri kendi görmek istediği şekilde hassasiyetlere sahip dindarlar olmadıkları için bağışlamazken, Ak Parti camiası da, kendi görmek istedikleri ölçülerde bir anti kemalist olmamaya başladığı için, Ahmet Altan'ın olumlu yanlarını görmezlikten gelmeyi yeğliyor.
Aynı Altan'ın birçok Müslüman yazarın yapamadığı kemalizm eleştirileriyle Türkiye'de Cumhuriyet'ten sonra yaşanan ve neredeyse kanıksanmış, "bin yıl süreceği" hissi uyandıran mezalim oluşturan iklimin değişmesinde oynadığı rolü unutturmalı mı bu eleştiriler... Müslüman kişiliğine çok yakıştırdığım vefa ve kadir kıymet bilme özelliklerinin tabii bir sonucu, hakkaniyetli değerlendirmelerdir. Kaldı ki Altan işte öylesine sınırları zorlayan Kazancakis cinsinden bir yazar kişiliğine sahip bulunmasaydı, içinden geldiği kemalist laisist yapıyı sorgulayacak, pekâlâ kendisini baş tacı etmeyi sürdürecek seçkin çevreleri de karşısına alacak tavrı benimsemesi ve bu alanda kemalist statükoyu sarsacak bir muhalefet geliştirmesi mümkün olabilir miydi...
Benim zaman zaman haftada bir yazı yazarak romanımı tamamladığım beş yıl içinde hem Çongar hem de Altan roman cümlelerini paragraflarını bastırarak gazeteyi ayakta tutmanın mücadelesini verdiler. Kemalist vesayet sisteminin değişmesinde bu çabanın oymadığı rol herkesin malumu. Son bir yıldır gazetenin manşetleri ya da üslubu konusunda eleştirilerim oldu, bunları bazen yazılarımda dile getirdim, bazen yazılı veya sözlü olarak Altan ve Çongar'a ilettim. Bende bıraktıkları izlenim, her zaman konuşmaya, dinlemeye açık olduklarıdır.
*** * ****
Düşüncelerini en iyi ve doğru bir şekilde yazarak anlatacağına inanan ve yazarak da geliştirebileceğini bilen Müslüman bir yazar olarak Taraf'la ilişkimde her zaman saygı ve anlayış gördüm. Dönem dönem haftada iki olan yazı rutinimi bire indirmem da anlayışla karşılandı, şu aylarda olduğu gibi. Yazılarımın içeriğini kurmada duyduğum özgürlüğün bir göstergesi, Dünya Bülteni'ne verebileceğim bir yazıyı Taraf'a, Taraf'a verebileceğim bir yazıyı da Dünya Bülteni'ne verebiliyor oluşumdur.
İlk andan itibaren gazete kadrosunda bir saygı ve iyi kabul görmeseydim, bir sansürle karşılaşsaydım, şu ana kadar yazmayı sürdürüyor olmazdım. Anlaşmak biraz da tarafların birbirlerinin hassasiyetlerini gözetmesi anlamına geliyor.
Ayetullah Murtaza Mutahhari'nin döneminin bir hayli modernist bir dergisi olan "Zen Ruz" dergisinde tutucu çevrelerin şiddetli itirazlarda bulunmasına karşılık yıllarca yazması, bu konuda olumlu örnek olarak hatırımdadır hep.
İnançla, sebatla, aşkla yazılan yazının karşılıksız kalmadığına şahit olmaya devam ediyorum: Yukarıda söz ettiğim yazılarıma tepki veren okur kesimlerinden ilki geçen zaman içinde hakkımdaki yargılarını enikonu değiştirdi. Yazının bir işlevi de bu değil mi, bir sebeple ulaşılmayan zihinlere ulaşmak. Jakoben sistemin imanını koruma kaygısı içindeki Müslümanlara yüklediği agorafobi, yani açık alan korkusu, düşünce ve eylem alanında bu ülkenin parçalanmaya ve bölünmeye zorlanan insanlarının tam da şu dönemde kardeşlik ve barış adına daha bir ihtiyaç duyduğu esnek ve diğerkâm cümlelerin ve girişimlerin psikolojik engeli olmaya devam ediyor. Sanılıyor ki hep birbirimize anlatmalı, sadece birbirimizden dinlemeliyiz. Dini ahkâm ve kavrayışlar, hep birlikte anlamayı sürdürmeye ihtiyaç duyduğumuz, elbette paylaşmamız da gereken saf hakikat "kendin yaz ve kendin oku" şeklindeki daraltılmaya tahammül edebilir mi?
Dolayısıyla, ses sese karşılık gelebildiği için, zihnimden taşan cümleler beni yazılma konusunda inandırmayı başardığı sürece, Kalem'in Sahibi'nin rızası adına da çağrıldığım köşelerde götürebildiğim kadar yazmayı sürdürmek istiyorum.(Dünyabülteni)
SON VİDEO HABER
Haber Ara