Selahattin Eş: Bu uslub, ne kadar ahlaki -İslami?
Haksöz sitesi yazarlarından Selahattin Eş Çakırgil Milat Gazetesi yazarlarından Muhammet Özkılıç’ın Şiilere kin kustuğu yalan ve iftiralarla dolu yazılarına cevap vererek, ismini kullanan Özkılıç’ı yalanladı.
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-12-08 20:00:17
"Milat gazetesinde geçtiğimiz günlerde bir kalem sahibi, benim ismimi de zikrederek bir konuda bir yazı yazmış.. Yazı, bir okuyucu tarafından ‘e-mail’le gönderilince haberdar oldum..
Bunun üzerine, hemen, yazının sahibinin ‘e-mail’ adresine hemen bir cevabî mahiyette bir yazı gönderdim..
Sadece şahsıma yapılan bir isnaddan dolayı değil, müslümanlar arasındaki ayrılık ve aykırılıkların düşmanca ele alınmak istenmesi halinde herkesin karşı tarafa saldırmak için pek çok konu ve mes’ele bulunacağını hatırlatmaya çalıştığım o yazıma herhangi bir açıklama gelmedi.
Bu yüzden, o cevabî mahiyetteki yazımı buraya da -muhatabın ismini noktalayarak- aktarıyorum:
*
......................................Bey,
Selamunaleykum..
Milat gazetesinde, ‘Şia fitnesi berdevam..’ başlıklı ve ‘fakir’den de sözettiğiniz 30 Kasım 2012 tarihli yazınız bana gönderilince haberdar oldum.. Yazıda, ‘Aldığımız duyumlara göre daha önceden İran’a gidip Şiileşmiş bulunan Selahaddin Eş (Çakırgil) İranlı yetkililere tedbir alınmasa Türkiye’deki Şia rüzgârının tersine döneceğini ihtar ediyor.. Bundan böyle gelen ziyaretçilerin özel olarak karşılanmasını, ağırlanmasını refakatçılar eşliğinde ve ancak belli yerleri ziyaret etmelerinin sağlanmasını istiyor. Bu önlem kısmen etkili olduysa da açıkları tamamen kapatamadı. Bu arada Selahaddin Eş de sonunda Şia’nın elinden bir nevi firar etmek zorunda kalmış ve şu an Almanya’da yaşamaktadır.’ şeklindeki ifadenizde belirttiğiniz benimle ilgili hususların hiçbirisi doğru olmayıp; ne böyle bir endişe beyanım olmuştur, ne tedbir tavsiyelerim ve ne de, firar etmişliğim sözkonusudur. (Milat gazetesinin sorumlularından da, böyle bir yazıyı yayınlamadan, bu gibi iddiaların bu şekilde yazılmasının doğru olmadığını size hatırlatmalarını beklerdim.)
Gerçek kişiler hakkında, -hattâ, hayattan çekildikleri zaman bile- bu şekilde duyumlarla, zannlarla, rivayetlerle yazı yazmak ahlâkî bakımdan problemli olmayacak mıdır, bunu sizin idrak ve vicdanınıza havale ediyorum. Siz, kendi hakkınızda, duyumlara daayanılarak birşeyler yazılsa, memnun olur musunuz?
Yine de, bu satırları kendimi savunmak için veya dile getirdiğiniz iddialara karşı yazmıyorum.
Sadece şu kadarını belirtmeliyim ki, ehl-i sünnet kültürü ile yetişmiş birisi olarak, kendimi sadece ‘muslim / müslüman’ olarak isimlendirmekteyim ve Allah huzurunda şu veya bu mezhebe bağlılııktan dolayı değil, ‘müslüman’ olup olmamaktan dolayı hesaba çekileğime inanmaktayım.
***
Bundan ayrı olarak, bazı konulara da değinmek istiyorum..
Çünkü, şiîlik- sünnîlik konularındaki yazılarınızda bazı yanlış hususların olduğunu sanıyorum. Bunlar da, okuyucularınızı yanıltıcı noktalara sürükleyebilir.
Önce belirteyim ki, Şia da, Sünnîlik de kendilerini İslam ağacının iki ana dalı olarak görmeyip, her ikisi de, ‘gerçek İslam’ın sadece kendileri olduğunu iddia etmekte ve böyle olunca, her ikisi de, diğerini doğru yoldan sapmış olarak görmektedir.
Her iki tarafın da, diğeri hakkında çok sert görüşler belirtmelerinin temelinde bu anlayış ve sahiblenme olsa gerek..
***
Sizin de, karşı taraf için son derece düşmanca duygulara sahib olduğunuz anlaşılıyor.
Böylesine düşmanca duygulardan sonra, karşı tarafın da sizin gibi düşünenler hakkında iyi düşünmesinin mümkün olamıyacağı anlaşılmalıdır. Bu da, tarafların birbirlerini ‘fitneci’ olarak nitelemesinin kapısını devamlı açık tutmaya yarar sadece..
Bu yolun, sağlıklı bir tebliğ ve ikaz yolu olmadığı, sanırım kabul edilir.
***
Bu yazınız dolayısiyle daha önceki yazılarınızı -internette- görmek ve gözatmak fırsatı da buldum.. O yazılarınızda da, benzer bir uslûb kullandığınız görülüyordu.
Bir örnek zikredeyim:
16 Kasım tarihli, ‘Şia dolmuşuna binenler..’ başlıklı yazınızda, ‘şianın kürdlere tarihî bir kininin olduğu’ndan ve buna dayanak olarak da Selahaddin Eyyubî’nin, ‘Fatımî devletini yok ederek, şia’ya tarihî bir ders verdiği’nden sözediyorsunuz.
Halbuki, şia, Fâtımî’leri sahiblenmez ve benimsemez.. Çünkü, Fâtımî’ler 7 İmam Mezhebine bağlı oldukları için, sadece kendisini hak olarak gören 12 İmam Mezhebi’ne bağlı olan şiîlerce, sapkınlığa düşmüş bir taife görülürler..
Keza, şia’ya haddini bildiren türk hükümdarlardan da bahsediyorsunuz.. Ama, mes’eleye etnisite açısından bakıldığında, sünnî ulemânın asırlarca en münbit diyarlarından sayılan İran’ın şiîleşmesinin baş mimarlarından sayılması gereken Şah İsmail de, bir türk hükümdarıdır..
***
Hangi inanç olursa olsun, bir inanca bağlananlar konusunda ‘dolmuşa binmişler’ veya onların ‘foyalarını ortaya çıkarmak’ gibi ifadelerini kullanmanın ne kadar doğru olduğu üzerinde de ayrıca durulmalıdır, herhalde..
Bu satırların sahibi, şu veya bu dinin ya da mezhebin bağlılarıyla itiqadî tartışmaya girmeyi gereksiz görür. Çünkü, inançlar kesin kanaatlerdir..
Kişi, inançları üzerinde şübheye düşmedikçe ve gerçeğini öğrenmek istemedikçe, bir inancın bağlılarına, ‘Gel, senin şu dinini, mezhebini tartışalım..’ demenin, sağlıklı neticeler vereceği ihtimali muhal olsa gerek..
***
Bu vesileyle, sözkonusu yazınızın sonunda verdiğiniz bilgileri de bir kez daha gözden geçirmenizi tavsiye ederim..
Bunları birkaç nokta halinde işaret edeyim..
*’Şianın, ’Fatıma Mushafı’ denilen başka bir Kur’an’a inandığı’ndan sözediyorsunuz. Bu iddianın kesinlikle doğru olmadığını belirtmeliyim. ‘Fâtıma Mushafı’ndan sözedilir, ama, bu, asla Kur’an olmayıp, bazı şia kaynaklarına göre, Ehl-i Beyt’in başına ileride nelerin geleceğinin Hz. Fâtıma’ya bildirildiğini beyan eden bir ‘mushaf (sahifeler demeti)’dir.
*Şia’nın, ‘Hz. Ali ve onun tarafını tutan 5-6 sahabe dışındaki sahabeleri tekfir ettiklerini’ ileri sürüyorsunuz.. Halbuki, tekfir edilmez, büyük günahlar işledikleri düşünülür.
Bir takım fanatik veya câhil kişi veya unsurların sözlerini ise, bir mezhebin temel kaynaklarını göze almadan, bütünüyle o mezhebe veya o mezhebin bağlılarının tamamına mal etmek ne kadar sağlıklıdır?
*’Hz. Aişe hakkında ileri sürülen ‘İfk İftirası’nı kabul ederler, ama, o konudaki tezkiye ve tebrie âyetlerini kabul etmezler..’ ifadeniz de, tamamiyle doğru değildir.. Çünkü, şiî ulemâsından bazılarının, televizyonda ders verirken, ‘Aişe, Umm’ul mu’minîyn/ Mu’minlerin Annesi) diyor ki..’, diyerek hadis naklettiklerine, yeminle ederek şahidlik ederim. Sadece Hindistan ve Pakistan’da bulunan bir grup şia taifesince sizin dediğiniz gibi bir görüş ileri sürülmektedir.
*Şia’nın, hiçbir Ehl-i Sünnet kaynağını kabul etmediği iddianız da yeniden gözden geçirilmeye muhtaç olsa gerek.. Çünkü, kendi kaynaklarını tabiatiyle, asıl kaynak olarak kabul ederler, ama, sünnî kaynaklarından, -kendi kaynaklarıyla zıdlaşmayan- yığınla hadis’i de alırlar. Hem de televizyonlarda..
*Şia’nın, ‘12 İmam’ı peygamberlerin üstünde ve adeta ilah olarak görüyor’ şeklindeki ifadeniz de -bütünüyle- doğru değil.. Hele, ‘ilah olarak görmek’ iddianız son derece ağır bir itham olup, vebali gerektirir, herhalde..
Doğrudur ki, Ehl-i Beyt İmamları denilen bu silsilenin, İsrailoğulları’na gönderilen bazı nebîlerden daha üstün telakki edildiğini söyleyen şia ulemâsı vardır, ama, -bütün- peygamberlerden üstün saymak gibi bir iddia doğru değil..
*’Velayet-i fakih itikadıyla, şu anki rehberlerin de masum ve layus’el kabul edildiği’ şeklindeki iddianız üzerinde de bir kez daha durmanız gerektiğini belirtmeliyim. Ehl-i Sunnet’teki ‘Aşere-i Mubeşşere (Cennet’le müjdelenen 10 kişi)’ye benzer şekilde, şia’da da, 12 İmam’ın mâsûm olduğuna inanılır. Bunun dışında (Enbiyaullah/ Peygamberler ve Hz. Fâtime dışında) hiç kimse mâsum, günahsız ve layus’el / sorumsuz’ kabul edilmez.
*
Bu hususları, şu veya bu mezhebi veya mensublarını temize çıkarmak veya karalamak için değil; Müslümanları birbirine uzak ve soğuk noktalarda tutan iddialar karşısında, hak olanın anlaşılması ümidiyle yazıyorum.. Hangi mezhebden olursa olsunlar, müslümanlar, birbirlerine insaf, merhamet ve şefkatle yaklaşmak, muamele etmek ve hışm ve hınçlarını ise başkalarına göstermek zorundadırlar. Herhalde, davranış ve değerlendirmelerimizde, ‘sui-misal, misal olarak kabul edilmemelidir..
Aksi halde, -yazınızın sonunda kullandığınız ifadeleri tekrarlıyarak- ‘Hiç yüzü kızarmadan hem birlik, beraberlikten bahsediyor, aynı anda ümmetin tüm mukaddes değerleri hakkında ağza alınamayacak yalan ve iftiralarla kara propagandalarına devam ediyorlar..’ gibi suçlamaları taraflar birbiri hakkında kullandıkça, ne birlik sağlanır, ne beraberlik, ne kardeşlik ve ne de Kur’an’ın emrettiği merhamet ve şefkat..
Hayırlı çalışmalar dileği ve selâmlarımla(Haksoz)"
SON VİDEO HABER
Haber Ara