Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Oğlu Said Çekmegil'i anlattı: 'Babam ve ben'

AKEV'de Said Çekmegil'in oğlu Selami Çekmegil babasının hayatını anlattı. Selami Çekmegil:'Babam Devlet’ten bir kuruş (sübvansiyon) almadan bir esnaf olarak habire çalıştı ve üretti; helal kazandı, Devletten maaş alanları da vergileriyle habire besledi büyüttü. Düşünün ben hala Devletten aldığım küçük bir meblağ tazminatla onun gibilerin verdiklerinden tüketim zevkini yaşıyorum…' dedi.

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-12-03 00:46:36

Oğlu Said Çekmegil'i anlattı: 'Babam ve ben'
TİMETÜRK / Haber Merkezi

Günümüz Türkiyeli Müslümanlarının yazar, çizer, düşünür ve fikir adamlarının hemen tamamını bir şekilde etkileyen insandır Said Çekmegil. Dünya’ya karşı dik duran bu Malatyalı terzi, İlkokul mezunu olmasına rağmen gerek fikri düzlemde ve gerekse edebi düzlemde muhteşem ürünler vermiş ve 37 adet birbirinden önemli kitap yazmıştır. 1960'lı yılarda bir gazetenin düzenlemiş olduğu deneme yarışmasında Çekmegil birinci, Nurettin Topçu ikinci Sezai Karakoç ise üçüncü olmuştur. Kendisi Malatyalıdır ve diğer şair dostları gibi İstanbul’a gelmemiştir. Bu, onun tanınmışlığı noktasında sıkıntı olmuştur. Büyük bir mücadele adamıydı. Yazdığı ve yayınladığı kitaplarla, her biri birer işaret fişeği olan yazılarıyla ve Anadolu’nun ve Avrupa’nın her tarafında düzenlediği seminerlerle yeni neslin yetişmesine öncü olan Çekmegil, 24 Temmuz 2004 tarihinde vefat etmişti. Oğlu
M.Selami Çekmegil'in babasını anlattı:


"Babamla ilgili ilk sergileyeceğim anım: babamın “Resmi Okullar”da “okumamışlığı”dır. Kendi anlattığına göre ilkokul 3. sınıfta iken, bir derste -muhtemelen Tabiat Bilgisi dersinde- öğretmen, “Dünyanın Güneşten kopma bir uydu” olduğunu söylemiş. Sınıfın eleştirel zekalı öğrencisi babam derhal söz isteyip tepki vererek:


-Peki öğretmenim, Güneş nereden kopmuş diye bir soru yöneltmiş. Bu soruya cevapta aciz kalınca öğretmen, babamın yanına gelip şöyle bir kulağını kıvırarak ona unutamayacağı bir şamar patlatmış; hem de hemen orada, sınıfın ortasında.

Arkadaşları arasında böylesine küçük düşürülürken babam o gün okulu terk etmiş ve bir daha da semtine uğramamış. Öğretmen böylece -o zaman çocuğu zoraki olarak ailenin ve kendi tercihinden mahrum bırakma zorunluluğu da olmadığından- babamı daha çocukken bize, yani toplumumuza bağışlamış, hediye etmiş…
xxx
Sanırım bu onursal deneyim babamda -bir de kökleşen bir itiyat empozesiyle- odur budur topluma ve muhitine empoze edilen sloganik klişe anlatımların sığlık ve sefaletini gören ve gösteren bir refleks de kazandırmış…

Günlük yaşamında ve eserlerindeki -iddialara ve iddialarına devamlı kaynak ve mantıki dayanak arayan bilinçli itiyadının- bilinçaltı saiki buydu sanıyorum…

Bu bilinçaltının ona empoze ettiği ve kazandırdığı bir güzellik de -sanıyorum- fikri derinlik ve ilmilik arayışı olmuştur. Babamdaki bu kalite ve ilmilik gayretinin cüz’ünü -çokları ülke gemisinin kaptan köşküne taşınan- değme ünvanlı tayfada bulamazsınız. Yani: babamdaki -düşünsel konulardaki- kalite arayışını, sair göstermelik, yaldızlı ve tantanalı caka satıcılarda bulmak mümkün bile değildir.

xxx
Gariptir ki, kendi okulu ve okumasıyla ilgili bu hatırasını naklettiğim babam, benim sonuna kadar okullu olmamın da müsebbibi ve kendiliğinden garantörü oldu.

Bir gün Malatya’nın “en havalı ve asortik”okulu, Sümer İlkokulunun 5. sınıfından, okulu asarak havai arkadaşlarla –havai bir zevk için, havai şekilde gezinmek üzere- şehir merkezine (çarşıya derdik biz ona) kaçtım. Akşam eve geldiğinde neşeyle babamı karşıladım ve kucağına atladım. Önce sevgime mukabele eder gibi durdu ama hemen ardından “seninle görülecek bir hesabım var” deyip acaip bir tokat patlatarak okuldan şehre izinsiz kaçışımın hesabını sordu. O dayağı hala unutamıyorum; hala hatırlıyorum. Bir daha rasgele keyfiliğe kaçar mısın okuldan!... Hala okutmasa da okutuyormuş gibi yapan yerlerde hayali olarak dolaşıp duruyorum işte…

Ve ben okudum: ilkokulu bitirdim, ortayı-Liseyi geçtim, Fakülteyi bitirdim; yurt içi ve yurtdışında master programları takip ettim. İngiltere’de lisan öğrendim; güya… Çoklarının gıbta edebileceği –benim de o çağlarda çok önemli olduğunu zannettiğim- bürokratik görevlere geldim. Helsinki’de, Roma’da, İsviçre’de, İrlanda'da uluslar arası sempozyum ve kongrelere katıldım. Avrupa ülkelerinden transit geçtim… Bu gün bir ikisi önemli bürokratik ve siyasi görevlerde kendilerini çok önemli zanneden insanların okuyup –belki de- “adam olmalarına” kapı da açtım…

Bu vetire içinde anti parantez söyleyeyim ki ikbale ulaşmış “dinci dünyaperestler"den hiçbir karşılık görmedim ama komplekssiz, temiz “mümin” nitelikli insanlardan oldukça iltifat da aldım.

xxx
İşte, şimdi burada duraksayarak, “ilkokul” bile okumamış, hayat mektebinin ordinaryüs profesörü babamla beni kıyaslayarak bir önemli mesaj vermek istiyorum; Eğitime dair…

Bu mesajımda okullarımıza, rasyonel yaklaşımlara, yabancı hayranı bakışlara ve hayatın gerçek anlam ve değerlerine dikkat çekmek istiyorum… Şu –insanları verimli öğrenme çağları geçinceye kadar- lisansız ve mesleksiz bırakan eğitim dedikleri şeyin de -bizim Raci Durcan kardeşimizin anlatımıyla- zorunlu anlamsızlığına dikkat çekmek istiyorum:

Yani, bu mukaddimeden sonra babamın ve babamla ben gibilerin –özetle- tenkidi bir tahliline geçebilirim:

Yukarıda da söylediğim gibi babam: ilkokuldan terk bir terzi idi. Ama benim gibi yurtdışı eğitimli, -müşterisi olan- makam sahiplerine hep yol, doğru yolu gösterdi; onları yanlışlarından doğruya yönlendirmek istedi. Merhum Türkeş’le, Özal’la, Ecevit’le, kısmen de Sn. Demirel ve Bölükbaşı gibilerle -dostluk içindeki telkinleriyle- iyiliğe de yol ve kapı açmak istedi.

xxx
Babam Devlet’ten bir kuruş (sübvansiyon) almadan bir esnaf olarak habire çalıştı ve üretti; helal kazandı, Devletten maaş alanları da vergileriyle habire besledi büyüttü. Düşünün ben hala Devletten aldığım küçük bir meblağ tazminatla onun gibilerin verdiklerinden tüketim zevkini yaşıyorum…

Babamı babam yapan rahmetli ve çok dirayetli anamdı.O’nun, anamın, O’nu hür ve fütursuz yapan tavrı ve takviyesi olmasaydı, bu derece iyi sonuç alabilir miydi; bilmiyorum... Evlenmelerinin hemen akabinde askere giden babamın geride bıraktığı bütün yükleri taşıyan hep anam oldu. Babamın gaile ve çocuklarından tasarruf ettiği enerjisini düşünsel faaliyetlerine ayırmasına imkan ve huzur veren o rahmetli anamdı…

xxx
Dedemin teşhisi babamı iyi tarif ediyor: Hayali bir sahnede en küçük çocuğu M. Mesut Çekmegil’in ağzına şiirli ifadelerle: “Koy bir insan da yaşasın, yok mu bir insancı hiç/ Hür düşün: dinci, vatancı cümle bi-mana bana” mısralarını koyan dedem, babama ise: “Mekteb-i tab’ım füyuzat dersini talim eder/ Kendi derdi gönlümün billah gelmez yadına…” diye söyletir...

Ben ise o ortamda daha kundakta bir bebek iken: “Ayrı gayrı bilmezem her zerre bir ayinedir/ Bir gelir bunda müsemma ile her esma bana…” diyebilmişim nasıl olmuşsa, hayali dünyasında…

xxx
Babamı en çok seven üç kişi sanıyorum: Metin Önal Mengüşoğlu, Şevket Başıbüyük ve Bilal Sürgeç kardeşlerim beyefendilerdir. Üçü de anısına muhteşem üç kitap yazdı. Sırasıyla: “Bilge Terzi”, “Büyük Doğu’nun Son kalesi, M. Said Çekmegil” ve “Bir Şehri Şekillendiren Adam: M. Said Çekmegil” başlıklı üç kitap yayınladılar... Hakkında yazılan sair yüzeli sayfalık kadar orta boy bir kitap dolduran makalemsi yazılar da, babamın sağlığında, “Çekmegil’in Eseri Neyi Anlatır” başlığıyla unutulmaz bir anı olarak sağlığında zaten yayınlanmıştı…

xxx
Babamın hayatında en değer verdiği kimselerin kriter özelliklerini telmihen sanki Nida dergisi Babamın hatırasına yayınlanan özel bir sayısında, -hem de kapaktan cinaslı bir kerametle tespit ettiği gibi- ona, babama göre: “Hak bir tek" ti; O’na götüren tarik de "Bir_tek’ti…”

Almanya Eğitim ataşemiz Ercan Arslaner kriter’de yayınlanan bir yazısında -hatırasını tazizen- O’nunla Alman düşünür Bertolt Brecht arasındaki benzerliklere dikkat çekmişti..

Yazılarını her sayısında muntazaman yayınladığı kriter dergisini merhum Alaadin Kürün yayın hayatına geçirmişti… Bu dergi Kültür Bakanlığının bütün kütüphanelerinde mevcuttur sanıyorum halen...

O’nun “Kriter”i, hala onun hatırasına kadirbilir torunları Melike Tanberk ve Fatih Zeyveli tarafından gündemde ve ayakta tutulmakta…

xxx
Anılarım içinde Sn. Bülent Ecevit’le ilgili olanı calib-i dikkattir: Malatya’yı bir ziyaretinde -yanlış hatırlamıyorsam protokol icabı ziyaret ettiği- Faik TÜRÜN paşamız Sn. Ecevit’e, “dikkate değer bir mütefekkir” olarak babamla tanışmasını tavsiye eder… Sn. Ecevit, bütün mahalli parti ileri gelenlerinin muhalefetine rağmen -onları da yanına alıp- “kendilerine muhalif bile olsalar” böylesi düşünürlerden uzak kalmamaları tavsiyesinde bulunarak, babamın terzihanesine ziyarete gider. Yarım saat kadar ekonomi ağırlıklı tartışmadan sonra Sn. Ecevit: Malatya’dan sonra ilk uğrak yeri -siyasi çevrelerde- meşhur Adana mitinginde o meşhur “Ortanın solu, Muhammed’in yolu”sloganını deklare eder ama kısa bir süre sonra Ankara’dan gelen bir uyarı ile bu sloganı terk etmek zorunda kalır…

Merhum Ecevit’in Mevlana’dan muktebes şu dizeleri de calib-i dikkattir. Diyor ki, 1976 yılında yayınladığı “Şiirlerim” kitabında: “Canım tende oldukça Kur’anın kölesiyim/ O seçkin Muhammed’in yolunda ölesiyim/ Herkim bu sözden başka bir söz söylerse benden/ Hem ondan üzülürüm hem o sözü diyenden…”

Babamı merhum “Mehmet efendi”yle tanıştıran Merhum Özal imiş. Babam, oğluyla -benle ilgili önemli ve tek bir- ricasını –onu parçalamak isteyen kartlaşmış kurtlardan koruma ricasını- ilgi ve imkanına rağmen kulak ardı eden Başbakan Turgut Özal’la sanki biraz dargınlaştı sanıyorum… Ölümü üzerine yazdığı ve kriter siteme panel dergisinden iktibas ettiğim bir yazısı sanki bunu da biraz, zikretmeden, terennüm eder gibiydi…

xxx
Babam geride pek çok eser bırakıp gitti. Hatırasına, Nida özel sayıda yazı yazan torun damatlarından Raci DURCAN bey’e göre babamın en önemli eseri ben; Selami Çekmegil imiş… Ama eserleri arasında başkalarınca benim esamem bile okunmaz nedense…

xxx
Şimdi artık ondan –kendisini tarif eden- kriter’den üç dört aktarımla konuşmamı kesiyorum:

“Tahassür”ü:
“Su sesi çağlardı kulağımızda
“Borularda akıp gitti
“Para sesi vardı cüzdanımızda
“Kağıtlar yerini aldı, bitti...

“Bir ses daha vardı
“İliklerimize kadar akardı
“Alkole buladılar
“Mikrofonlar eritti...

“Lahuti bir nağme eserdi
“Dünyamızda
“Onu şükürsüzlük yedi bitirdi...

“Pekmez köyde varsa var
“Pal parmağı uzunda
“Küheylan atlar artık antika
“Eşeğin arkadaşlığı Barış Manço'da

“Göğü uçaklar,
“Denizi torpidolar,
“Yeri fabrikalar öğüttü...

“Mekanik bir dünya geldi
“Tabii dünyamızı itti...”

“Komşu Müezzin kardeşi”nden Şikayeti:

Uykunun en tatlı saatlerinde
Nedir minareden ilan ettiğin
Namaz uykudan hayırlıdır dersin
Ah bu gerçeği bir bileydin...

Gecenin bittiği bu saatlerde
Nedir avaz avaz seslendiklerin
Bilir misin neler neler söylersin
Ah söylediklerini bir bildireydin...

Seherin başladığı bu saatlerde
Nidan Allah-ü ekber Allah-ü ekber
Allah en büyüktür diye haykırıyorsun
Ama minareden inince
Başka başka büyükler arıyorsun...

Her sabah erken erken
Allahtan başka ilah yok derken
Neden kafadaki putları kıramıyorsun
Başkalarını uyarırken
Sen bir türlü uyanmıyorsun...

Günde beş vakit fezaya
Allah elçi yolladı diye şahitlik edersin
Ama müşrik salonda çocuklarına
“Sakın inanma o bir çöl bedevisidir”
Dendiğinden bihabersin...

Haydin namaza namaza diyorsun
Hangi namaza dostum
Ölen gayretlerimizin namazına mı
Yoksa sen bir jimnastik mi istiyorsun...

Eğer mescide topladıkların
Cemaat olup ta namaz kılsaydı
Kıldığı namazı bir anlasaydı
Müşrikler hakim olur muydu dünyana
Putçular bir yana devrilirdi
Putlar bir yana...

İmamını tanımayan imamlar
Namazdan niyazdan sözden ne anlar
Beş vakit namazda doğru yol ister
Aman sapıklardan olmayalım der
İşte o kadar bu istek
Namazla başlar namazla biter
Yalanlar, yalanlar, yalanlar…

Resulullah’ın makamında olduğunu düşün imam!
Sahabe gibi muti ol imama Cemaat!
Bilal-i Habeşi’nin yerinde bulunduğunu unutma Müezzin!
Allahtan başka kurtarıcı tanıma Müslüman!
Kur’andadır dosdoğru yol ey insan!
Bu içten sözlere inan, inan, inan…

Umudu:
Şehit ekili toprak altından
Yemyeşil filizler beliriyor;
Güneş yeniden doğmak için ufuktan
Tunç renklerini dökerek batıyor...

Çırpınıp duruyor ipek kanatlı kelebek
Aynalarda yıkanıyor bir melek
Boşuna gitmedi olanca emek
Kentten uzakta bir çoban karışan saçlarını tarıyor…

Kulak ver arzın kalbine
Umutlar taşıyor baksana ahengine,
Sen hayale dalma da yine
Dünya afakı aydınlatmak için yanıyor...

Bu kadar yağmur duası boşuna mı
Çakan şimşekler altında biriken gözyaşlarımız yağıyor.
Bir çocuk gelecek günlerden habersiz
Ağlıyor!..

Ve Uyarısı:
Yarım yüzyıl kadar evveldi
Malatyaya bir madam geldi
Eli yüzü düzgün
Ne kördü ne keldi
Fal bakar gümüş para alırdı
Müşterileri kuyrukta seldi
Fincana falan değil
Bakıp laflar söylediği avüç içi tek eldi.

Gelmişten geçmişten haberler verir
Adamı ya güldürür ya üzerdi
Falın haram olduğunu nereden bilsin
İli dini başka bizden değil, eldi.
Kendisi gavurdu ama
Bazı sözleri güzeldi
Vallahlı billahlı hatunlara
Şöyle nasihat ederdi
Siz rabbinizi ne kadar da çok
Ne kadar da şuursuz anıyorsunuz
Bir kere şuurla Allah demek
Bin kere şuursuzluğa yeter derdi.

Ben çocuktum o zaman
Cazip gördüğü kalabalıktan
Çokça para alıp gitti...(Kriter.org)

Haber Ara