Ahmet Altan'dan 'küçük Evren' tanımı
Taraf gazetesi yazarı Ahmet Altan bugün (23 Kasım 2012) yayımlanan yazısında 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasını ele aldı
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-11-23 09:35:50
İşte Ahmet Altan'ın yazısı;
Biliyorsunuz, “intikam soğuk yenen bir yemektir” lafı nerdeyse dünyanın bütün dillerinde var.
Ama ben iki generalin yataklarından yarı uyuklayarak mahkemeye cevap vermeye çalıştıklarını gördüğümde, “intikamın soğuyunca” çok da fazla bir tadı olmadığını düşündüm.
Sadece o iki generalin değil, kendi halklarına karşı zorbalaşan herkesin bir gün hesap verdiğini görmeyi hep istedim doğrusu.
O tür insanların kendilerini güçlü hissettiklerinde yüzlerinde beliren küstah ve arsız bir ifade vardır, o sırada güçsüz durumda olanlara karşı yukardan bir bakış, o yukardan bakışta biriktirilmiş onca ezikliğin ve kompleksin zavallı bir tatmini görülür.
Kenan Evren’in kendi gücüyle sarhoşlaşmış o kaygan sesini hâlâ tüylerim diken diken olarak hatırlarım.
Sanırım zorbalara duyduğum nefret hiç bitmeyecek.
Öfkem de öyle.
Ama benim gördüğüm o sahnede iki darbeci değil iki ihtiyar duruyordu.
Bu toplum onlara daha güçlü oldukları sırada dersini verebilsin isterdim.
Bunu yapamadık.
Kabul edelim ki ödlek bir toplum bizimkisi.
Evren’in Anayasa’sına yüzde doksan iki destek veren toplum burası.
Darbecilerle hesaplaşırken biraz da kendimizle hesaplaşmamız gerekiyor bence.
Bu toplum hâlâ Evren’in Anayasa’sını değiştiremedi.
Hâlâ onun Siyasal Partiler Yasası’nı değiştirmedi.
Hâlâ onun Seçim Yasası’nı değiştiremedi.
Bunları değiştirmemek, otuz yıldır bir darbe anayasasıyla yaşamayı içine sindirmek, herkesi darbeciliğin parçası yapmıyor mu?
Bunca zaman o yasaları değiştirmeyen, o yasalardan yararlanmaya uğraşan siyasetçiler aslında birer “küçük Evren” olmuyorlar mı?
CHP hâlâ o anayasanın girişini koruyabilmek için kıvranmıyor mu?
Hâlâ “Türkiyeli” sözcüğünü kullanacak bir olgunluğa erişmeyi başaramamış bir ana muhalefet partisinin olduğu bir ülkedeyiz.
Darbecileri yargılıyoruz.
Ama “darbe”, anayasasıyla, yasalarıyla, kurumlarıyla orada lök gibi duruyor.
Ya zorbalık?
Zorbalık bitti mi?
Bu ülkede hâlâ kendini “güçlü” görenler, güçsüzleri aşağılamıyor mu?
Herkesin “eşit” olduğu bir sistem kurabildik mi?
Daha kalabalık olanın, daha güçlü olanın diğerini ezdiği bir düzen hâlâ sürmüyor mu?
Gerçekler hâlâ halktan saklanmıyor mu?
Medya hâlâ güçlünün soytarısı gibi davranmıyor mu?
Darbeciler, zorbalığın en somut, en ele gelir biçimini ortaya koyarlar.
İnsanları öldürürler, süründürürler, hapislere atarlar, işkenceler yaparlar.
Buna duyulan öfke biter mi?
Bitmeli mi?
Peki, zorbalık sadece “darbecilerden” geldiğinde mi öfkelendiricidir?
Zorbalığın her türü aynı öfkeyi yaratmaz mı?
Bir toplum bu kadar ödlek olduğunda yaratmaz işte.
Bu coğrafyada hayatın eksenini “zulüm” oluşturuyor.
Hayat o zulmün etrafında dönüp duruyor.
Mazlumla zalim, zalimle mazlum sürekli yer değiştirip duruyor, zalimin kimliği, mazlumun kimliği değişiyor ama anasını sattığım zulüm hep orada dikenli kuyruğunu keyifle sallayarak varlığını sürdürüyor.
Zulüm niye hep var?
Ölüm niye hep var?
Niye hep güçsüzler eziliyor?
Niye halkı çocuk kandırır gibi kandırıyor, bir de bununla övünüyorlar?
Bu toplum ödlek çünkü, bu toplum ezilmiş, bu toplum kendini özdeşleştireceği bir “güçlü”, kendini özdeşleştireceği bir “zalim” arıyor.
“Ödlek değiliz” desenize.
Ben de size “sustuğunuz”, ağzınızı bile açamadığınız konuları tek tek sayayım.
Zorbalardan nefret ederim ben.
Öfkem hiç bitmez.
Bitmeyecek de.
Siz akıllı olun, siz sakin olun, siz zorbaların kendini beğenmişliklerini yelpazeleyin, siz zulmün “iyi yanlarını” bulun, siz zulmü ikna metodunuzla durdurmaya uğraşın.
Benden beklemeyin öyle şeyleri.
Zorbalıktan tiksinirim ben, hangi kılığa girerse girsin aynı iğrentiyi yaratır bende.
İntikam değil istediğim, zulmün bitmesini istiyorum ben.
Zorbaların o aşağılık sırıtışı bu toplumun yüzünden silinsin istiyorum.
Ben bundan vazgeçmem dostlarım, zulme duyulan öfkeden hoşlanmıyorsanız siz benden vazgeçin.
Haber Ara