Türköne: İslâmcılığın defin ruhsatı
Mümtaz'Er Türköne son dönemde başlattığı İslamcılık tartışmasını devam ettiriyor.
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-08-14 02:57:40
Ayna, birinin ölüp ölmediğini anlamak için de kullanılır. Burnuna tutarsınız, ayna buğulanmıyorsa canlılık belirtisi kalmamış demektir. İslâmcılık konusunda bereketli bir tartışma ortamı oluştu. Bu alanın tartışmasız otoritesi İsmail Kara, sonunda duruma müdahale etti ve alanı temizledi. Sonuç? Nefesler yetti mi? Aynada hiç buğu izi var mı?
Defin ruhsatını tanzim ederken sadece sarahate ihtiyacımız var.
Sonuna "cı, cu" (ist, ism) tarzı ekler gelen sıfatlar bir mesleğe işaret eder. "Meslek" tabiri ile, tam da ideolojilerle ilk karşılaşmamız sırasında kullanılan deyimi hatırlatıyorum. Hüseyin Cahit'in Pareto'dan 1927'de yaptığı çevirinin adı "Sosyalist Meslekleri"dir. Eskiler bir adamın fikrini veya siyasî görüşünü merak ettiğinde "mesleğiniz nedir?" diye sorardı. Tasavvuftaki "seyr-i sülûk" tabiri de aynı anlama işaret eder. Meslek, tutulan, takip edilen yoldur. Aynı zamanda hayatınızı sürdürmek için uzmanlaşarak yaptığınız iş. Bütün hayatınız ve önceliğiniz mesleğinizdedir. "İslâmcı", "Türkçü" veya "devrimci" ile "muslukçu", "camcı" veya "ayakkabıcı" tabirleri arasındaki ortak payda her iki grubun da birer "meslek" olmasıdır. Mesleğiniz hayatınızı ve bütün önceliklerinizi belirler.
Her ideoloji, özünde bir tarih bilincidir. Marksistler "tarih, ezilen ve ezen sınıfların mücadelesinden ibarettir" dediği zaman milliyetçi ideolojiler bu teze "tarih milletler mücadelesidir" karşılığını verdiler. Liberaller bu ekseni özgürleşme üzerine yerleştirdiler. Bu ideolojilerle tanışan Müslüman aydınlar, tarihi toptan açıklayacak bir formül ararken "hak ile batıl" çelişkisini bu dikotomilerin yanına yerleştirdiler. Sonra da bu tarih bilincinden anı, geçmişi ve geleceği açıklayan ve bize ne yapmamız, nasıl davranmamız gerektiğini söyleyen bir ideoloji üretmeye giriştiler. Modernliğin ürettiği bütün ideolojiler tek, biricik ve mutlak hakikatin yegane maliki idi. Vahye dayanan inanç sisteminden hayatın sorduğu bütün sorulara cevap veren bir düzen, ve modernliğin Arap saçına döndürdüğü dünyada yolumuzu bulmamızı sağlayan bir harita çıkarttığınız zaman elinizde duran iddialı sisteme İslâmcılık adını verdik. Bütüncül ve her soruya cevap veren, mutlak gerçeğin bilgisine sahip olduğunu iddia eden bir ideoloji. Daha doğrusu ideolojiler. "İslâmcılık" tabiri tecrübe ettiğimiz gibi doğru değil, bir yığın "İslâmcılıklar" var.
Doğal olarak şu soruyu soracaksınız: İslâmiyet zaten bütün hayatı kapsamaz mı? Müslüman ile İslâmcı arasındaki hassas çizgi bu sorunun cevabında saklı. İslâmcı, Allah'ın vahyinin ve Peygamber'in sünnetinin tekelci yorumcusu olarak konuşur. Kendi içinde tutarlıdır, zira tek ve mutlak hakikatin bilgisine sahip olmadan diğer ideolojilerle rekabet edemez.
İslâmcılığın mottosu olan "Allah'ın hükmüyle hükmetmeyenler kâfirlerdir" sözü, bir İslâmcı için onun tekelinde olan tek ve kesin yoruma dayanır. O, Allah'ın hükmünü yoruma ihtiyaç duymayacak şekilde bilmektedir. Bir Müslüman için ise her zaman farklı ve meşru yorumlar bulunabilir. "Eksiksiz bir hayat nizamı olan İslâm" hemen şimdi bir İslâmcı için uygulanmayı beklemektedir. Cennet bu dünyada kurulacak, insan iradesi ve aklı, bu kesin hükümleri en kestirme yoldan uygulayacaktır. Uygulamazsanız? Kâfir (hain) olursunuz. İslâmcılar arasında kesret içinde vahdeti arayan tasavvuf ehlinden kimsenin olmaması tesadüf olabilir mi?
Emre Demir'in pazar günü Zaman'daki yazısı, yeni bir tezi dile getiriyor. Demir, Bediüzzaman'ın "Niyet, âdeti ibadete tebdil eder" sözünün üzerine canlı bir perspektif yerleştiriyor. Bireysel alanda dindarlık ve buradaki ahlakî değerlerle kamusal modern hayata aktif katılım dengesi üzerine bir gelecek inşa ediyor: "Dindar bir adamın ticarî faaliyeti ya da bir öğrencinin eğitim hayatında başarılı olmak için gösterdiği gayret kutsal bir anlam kazanır." Bu yaklaşımdan çok güçlü bir medeniyet projesi çıkmaktadır; ama İslâmcılığın hiçbir versiyonu bu yaklaşımı kabul etmez. Ali Bulaç'ın ısrar ettiği gibi, hükümler hemen şimdi uygulanmak içindir.
Ahmet Selim'in "2012 yılındayız" yazısını, 70'lerin modası geçmiş İslâmcı tezlerini nostaljik bir refleksle tekrarlayanların okuması lâzım.
Sonuç? Aynada hafif de olsa bir buğulanma var mı?
Haber Ara