İslâmcılık: Nominalizm ile eklektisizm arasında
İslamcılık tartışmasını köşesine taşıyan Yeni Şafak gazetesi yazarı Yusuf Kaplan, ''İslâmcılığın bittiğini söyleyenler de, İslâmcılığı siyasî, sosyal, kültürel veya entelektüel bir form'a indirgeyerek İslâmcılığın bitmediğini söyleyenler de, tek şeyi mutlaklaştırıyorlar: Form'u. Aracı. Ve kaçınılmaz olarak da, araçsallaştırmayı.' ifadelerine yer verdi.
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-08-10 14:51:03
İslâmcılık hareketiyle ilgili 'okumalarımız', arızî 'okuma'ların ötesine geçemiyor: Kimi çevreler, İslâmcılığı, salt siyasî bir projeye indirgerken, kimi çevreler sosyolojik bir cendereye hapsediyor, kimi çevrelerse meşruiyeti kendinden menkul post-strüktüralist akademik çözümlerle kilitliyor.
İslâmcıların içinden gelenler de, İslâmcılığa İslâmcılığın dışından bakanlar da, aslında aynı zihin kalıbı üzerinden İslâmcılığı okuduklarını, ne yazık ki, göremiyorlar.
Peki, nedir bu aynı zihin kalıbı? Nominalizmdir: Nominalizm, İslâm'ın, esas itibariyle ontolojik / bütüncül olan hakikatinin, ontik / parçalı derekeye indirgenmesi; normlar (yani aslî dinamikler üzerinden) değil, formlar (şekiller, sosyo-politik ve kültürel görünümler, yani arızî dinamit'ler) üzerinden anlaşılmaya çalışılmasıdır.
* * *
İslâmcılığın bittiğini söyleyenler de, İslâmcılığı siyasî, sosyal, kültürel veya entelektüel bir form'a indirgeyerek İslâmcılığın bitmediğini söyleyenler de, tek şeyi mutlaklaştırıyorlar: Form'u. Aracı. Ve kaçınılmaz olarak da, araçsallaştırmayı.
Araçsallaştırma, araç olan, dolayısıyla arızî olan, dolayısıyla gerçeğin yalnızca bir yüzünü -üstelik de silik bir şekilde- temsil edebilen arızî bir durumun aslîleştirilmesi, aslî olan katına yükseltilmesi ve sonuçta aslî olan'ın bitirilmesidir.
Sözgelişi, modern Batı uygarlığı kurulurken, insan, akıl, bilim gibi hep arızî / kısmî gerçeklikler, aslî olan katına yükseltilmişti. O yüzden, bu paganist zihin yapısının ürettiği dünyanın bizi getirdiği noktada, kaçınılmaz olarak, 'insanın ölümü'nü, akıl-dışının, duygu dünyasının, ayartıcı arzuların ve hazların hükümranlığını, yalnızca güç üreten ve hakikatin üstünü daha bir örten bilimin ve teknolojinin putlaştırılmasını, neo-paganizm biçimlerinin egemenliğini yaşıyoruz sadece.
* * *
Benzer bir ontolojik tehlike, Müslümanları da bekliyor: İslâm'ı siyasal'a, sosyolojik'e, entellektüalizm'e, akademizm'e indirgeyerek gerçekleştirilen bütün arızî anlama ve aidiyet kurma çabaları, İslâm'ın tanınamaz hâle gelmesiyle, marazî bir olguya dönüşmesiyle, diğer ideolojilerden farksız, sadece dünyevî güç, çıkar, kariyer, mülk, benlik inşası kaygısı güden beşerî bir ideolojiye indirgenmesiyle, daha da kötüsü, kısa devre yaptığı çoktan anlaşılan sığ ve ayartıcı seküler ideolojilerle yarışma ve çatışma içine girmesi normalleşen beşerî bir güç, iktidar, pozisyon kazanma aracına dönüşmesiyle ve dolayısıyla İslâm'ı bitirmekle sonuçlanabilir.
Özetle söylemek gerekirse, İslâm'ın siyasal'a ya da bir ideolojiye indirgenmesi, kaçınılmaz olarak, güç ve iktidar sorununu temel meselesi olarak belirleyen siyasal'ın, İslâm'ı sekülerleştirmesinin ve ruhsuzlaştırmasının, İslâmî varoluş imkânlarını buharlaşmasının önüne geçilemeyebilir.
* * *
Yine İslâmcılık yanlıları ile karşıtlarının zihin yapılarının ve zihniyet dünyalarının buluştuğu bir diğer ortak nokta da, reaksiyoner bir yer'den İslâmcılığa bakıyor olmaları: Oysa, reaksiyonerliğin kendisi, bir yer değil, bir yersizlik, yurtsuzluk ve evsizleşme hâlidir.
Reaksiyon, sisteme karşı çıkarken bile, mevcut ve hâkim 'yer'den, kâh modern habitus'un / 'vasat'ın, kâh postmodern habitus'un içinden kalkarak İslâm'a bakmaktır. Reaksiyoner'in ayağını bastığı bir yeri yoktur: Buradan İslâm'a bakıldığında görülen şey, İslâm değil, buranın zihin kalıplarının ve zihniyet dünyasının İslâm'a yansıtılması; bura'nın İslâm'ı kendi içinde yutması, dondurması'dır.
* * *
Reaksiyonerliğin iki hâli var: Eylem ve zihin hâlleri. Reaksiyonerliğin eylem hâli, ancak sömürgeleştirilmiş, bağımsızlığı elinden alınmış insanların coğrafyalarında direnişin adıdır ve bu sağlıklıdır: Tecavüzcüye direnmeyen adam, insanlığın tecavüze uğramasının yollarını açtığı için tecavüzcüden daha az suçlu değildir çünkü.
Reaksiyoner zihin hâli ise tehlikelidir: Reaksiyoner, kendisi, bir 'aksiyon' / söz sahibi değildir; başkalarının aksiyonlarını / söylediklerini tekrarlar durur. Tersinden ama.
Sözgelişi Batı'ya karşı çıkar; ama kendisine yeni bir alan açmadan, kendi alanına geçmeden, Batılıların belirlediği alanda konuşur. O yüzden özne değildir; olamaz. O yüzden, bu hâliyle söylediği her söz, içinden konuştuğu alanın varoluş ve egemenlik alanını daha fazla genişletir.
Bu bir açmaz. Bu açmazı nasıl aşarız? Reaksiyondan aksiyona geçip özneleşme imkânını yakalayarak. Ve ardından, direnişi dirilişe dönüştürerek... Dirilişten varoluşa geçerek...
* * *
İslâmî bir idrakin ve vasat'ın içinden bakılamadığı sürece, nominalizm açmazını aşma yolu olarak başvurulan tek yol ve yöntem, eklektizm ve yamanma psikolojisi oluyor. Eklektisizm için, Mete Tunçay'ın Sorokin çevrisinde önerdiği karşılık oldukça imajinatif bir karşılık: Devşirmecilik.
Kâh modernlikten, kâh postmodernlikten, kâh liberalizmden, kâh sosyalizmden devşirmecilik yaparak yaptığımız şey, İslâm'ın ve güç belâ inşa etmeye çalıştığımız İslâmî vasat'ın ve zihin dünyasının mevcut ideolojiler veya siyasî konjonktürler tarafından devşirilmesi ve dönüştürülmesi olarak zuhûr ediyor.
* * *
İslâmcılık, şu âna kadarki görünümüyle, varedici bir yolculuktan çok, modernliğin ve postmodernliğin ürettiği habitus'lar ve zihin dünyaları üzerinden varkılınan bir çaba oldu. Başka bir ifadeyle, İslâmcılık, tarihin akışını sağlayan, sürükleyici bir özne olamadı, olmazdı da; başkaları tarafından yapılan tarihin içinden üretilen zihin kalıpları ve zihniyet dünyası tarafından sürüklendiğini bile fark edemedi. O yüzden, nesne oldu büyük ölçüde.
* * *
Oysa bir bütün olarak, topyekûn bir varoluş yolculuğu olarak alındığında, İslâmcılık, bu kendisizliğin fark edildiği ve geçmişten geleceğe uzanan çok katmanlı bir kendi arayışının gerçekleştirildiği sahici bir yolculuktur.
Şunu söyleyebiliriz: İslâmcılık olmasaydı, Müslüman toplumlar, İslâm'la yeniden ilişki kuramazlardı; ya çarpık bir ilişki kurarlardı ya da İslâm'ı büsbütün yok sayarlardı. 1950'lere, hatta 1970'lere kadar yaşadığımız 'yokoluş süreci' bunun göstergesi.
İslâm dünyasında sömürgecilerden kurtuluş, direniş süreci -tam olmasa da- bitti. Diriliş ve varoluş süreçlerine hazırlanmamız gerekiyor.
Bunun yolu kuşatıcı bir medeniyet fikri geliştirmekten geçiyor: İslâm'ı dar bir alana, mesela politizm'e, sosyolojizm'e veya entellektüalizm'e hapsetmek, İslâm'ı bitirir, hem de bizim elimizle!
İslâmcılık, henüz başlamadı. Yeni başlıyor... 21. yüzyıl, İslâm'ın belirleyeceği bir yüzyıl, 22. yüzyıl ise İslâm'ın yüzyılı olabilir. Eğer dikkat çektiğim zihnî açmazlarımızı fark edip aşabilirsek...
İslâmcılığın, neden ve nasıl asıl şimdi başladığını Pazar günkü yazıda tartışacağım...
SON VİDEO HABER
Haber Ara