Zaman'da 'İslamcılık' tartışması büyüyor!
Ali Bulaç ve Mümtaz er Türköne'nin 'İslamcılık' tartışması tüm hızıyla sürüyor. Bulaç'ın diyanete sığınma çabası sağcı-muhafazakar-milliyetçi anlayıştır tespitine karşın Türköne çarpıcı analizlerde bulunuyor . İşte Türköne ve Bulaç arasında geçen o tartışma.
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-07-31 11:58:56
Dini sembollere vurgu yaparak diyanete sığınma çabası, sağcı-muhafazakâr-milliyetçiliğe özgü siyaset yapma yöntemidir. Bunun dinle, İslamcılıkla uzaktan yakından ilgisi yoktur.
Zaman'ın sosyolog yazarı Ali Bulaç, geçtiğimiz günlerde Zaman gazetesinde yayınlanan Mümtazer Türköne'nin İslamcılık yazısına cevap vermişti ... İslamcıların 'din'i, muhafazakârların 'diyanet'i başlıklı yazısında Bulaç Diyanet kurumunu değil, "insanın manevi duygularını, heyecanlarını, coşkularını, ama ağırlıklı olarak işlediği suç ve günah fiillerinin doğurduğu pişmanlıkları gidermeye yöneldiği ikame ve telafi etme mekanizması" olarak Diyanet'i ele aldığı yazıda şu tespitte bulunmuştu ;
" Müslümanlar arasında eğer "diyanet" aşırılaştırılmış söylem, retorik ve ritüeller şeklinde tezahür ediyorsa, orada "din" zayıflamış demektir. Dini hüküm ve kuralların işlememesi dolayısıyla ortaya çıkan manevi boşluğu insanlar diyanet'le telafi etmek isterler. Tabii ki din ile diyaneti birbirinden ayırmak o kadar kolay değildir. Ama diyanet, temelde aksayan, koruyucu fonksiyon görmeyen maddi-somut hayat pratiklerinin açtığı boşlukta çıkar."
Bulaç'ın diyanet yorumunu üzerinden yaptığı tespitlere Türköne, Din, Diyanet ve İslâmcılık başlıklı bir yazı yazarak tartışmayı diyanet üzerine çeken bir yazı kaleme aldı.
Yazısının girşinde "Mübarek Ramazan ayında bize de İslâmcılığın gaybubeti hakkında fikir yürütmek düştü." diyerek şöyel bir soru soruyor "Eyüp Sultan'a gidip tövbe-istiğfar edenler arasında, kendi geçmişleriyle hesaplaşan bir zamanların keskin İslâmcıları var mıdır acaba?"
İşte Türköne'nin çarpıçı tespitlerinin yer aldığı o yazı ;
İSLAMCILAR AYNAYA BAKIP YÜZLEŞSİNLER
Eyüp Sultan'a gidip tövbe-istiğfar edenler arasında, kendi geçmişleriyle hesaplaşan bir zamanların keskin İslâmcıları var mıdır acaba? Normal şartlarda hitama erdireceğim tartışmayı, biraz Ramazan'ın uhrevî havasından, biraz da Ali Bulaç'ın soramadığı soruları ortada bırakmamak adına takip etmem gerekiyor.
İslâmcıların bakmaya cesaret edemedikleri aynayı yüzlerine tutmak bize düştü. Baksınlar ve yüzleşsinler: Hayâl âleminde avunmak onlara da, cürümleri nispetinde ülkeye de zarar verir.
Bir konuda Ali Bulaç ile hemfikiriz. İkimiz de İslâmcılığın sırra kadem bastığını teslim ediyoruz. Fark, bu kayboluş hakkındaki değer hükümlerimizde. Ali Bulaç, bu duruma "Son İslâmcı" sıfatıyla isyan ediyor. Köşesine çekilen veya iktidar koltuğuna çıkan ve hatıralarıyla avunan İslâmcıları "titreyip kendine dönmeye" çağırıyor. Ben ise bu durumu son derece normal bir süreç olarak görüyorum. İslâmcılık bir iktidar projesi idi, gerçekleşti ve ömrünü tamamladı.
Başı göğe değdikten sonra, gökyüzüne çıkmak için yollar inşa etmenin anlamı var mı? Din özü itibarıyla siyasîleşmez; siyaset kendisine iktidar yolu ararken dini imdada çağırır. İslâmcılık, siyaseti dinîleştirmenin en rafine ve en keskin ve tabii en iddialı yollarından biriydi. Bir Müslüman'ın çevresi hep Müslüman olsa da dininin müntesibidir. Bir İslamcıya ise karşında bir rakip olmadan hiçbir yerde tesadüf edemezsiniz.
DİYANET'İN TAM KARŞILIĞI DİNDARLIKTIR
Yusuf Kaplan, Yeni Şafak'ta dünkü yazısında İslâmcılığı tam da böyle tarif ediyor: "İslamcılık, (Batı Merkezciliğin) dünyaya çekidüzen vermesine karşı başlatılmış bir direniş, bir diriliş ve bir varoluş hareketidir." Neyse ki Batı, eski Batı değil; dolayısıyla İslamcılık da. İslâmcılar bugün yeniden dünyayı keşfe çıkabilseler yeni düşmanlar ve karşıtlıklar bulmaları gerekecek.
Gelelim "diyanet" meselesine. "Diyanet"in tam karşılığı "dindarlık"tır. Osmanlı döneminde pek merkezî olmayan bu tabir, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kurulması ile güçlü biçimde tedavüle sokulmuştur. Halk, manasını bilmediği için "dinayet" diye kullanır. Halbuki "dinayet"in zorlandığında kötü bir anlamı vardır. Kelimelerin karşılıkları yerli yerine oturduğu zaman anlam değişiyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nı, Dindarlık İşleri Başkanlığı olarak okuduğunuz zaman Ali Bulaç'a hak vermemek mümkün değil. Devlet "din işleri" ile değil, "dindarlık işleri" ile meşgul oluyor. Yani kendince bir "dindarlık" anlayışı ve sınırları var. Diyanet İşleri Başkanlığı "cemevleri ibadethane değildir" dediği zaman, demek ki devlet adına aslî görevini yerine getirmiş oluyor. Yargıtay, aynı yönde karar verdiği zaman devletin egemenlik hakkının bir parçası olan dini ve dindarlığı tanımlama yetkisini kullanmış oluyor. Bu devlet bir din devleti değil, ama dindarlık üzerinde tekel oluşturan bir devlet.
Ali Bulaç'ın bana soramadığı soruların ("ilk sorum" diye başlayıp, soru işareti ile sona eren bir cümlesine rastlayamadığım için böyle diyorum) hepsinin cevabı işte bu "dindarlık işleri"nde. İslâmcılık kestirmeden dindarlığa dönüştü. Böylece AK Parti ile devletin imtizacı tamamlandı.
MUHAFAZAKARLAŞMA SAĞCILAŞMA, STATÜKOYA SAHİP ÇIKMA DEMEKTİR!
Devlet, cahil ve dinozorlaşmış laik elitler eliyle kaybettiği meşruiyeti AK Parti ile yeniden kazandı. Koskoca devlet iktidarı öyle kolay ele geçer mi? Muhafazakârlaşma, aynı zamanda sağcılaşma, statükoya sahip çıkmak demek. Devlet, AK Parti'nin sağladığı taze kanla halkı nezdinde meşru bir otoriteye dönüşmedi mi? Meşruiyet krizi bu şekilde çözüldükten sonra, AK Parti'nin dindarlığı en uç noktalara taşımasının devlet nezdinde ne sakıncası var?
Ali Bulaç'tan farklı olarak ben bu süreci eleştirmiyorum, sadece anlamaya ve açıklamaya çalışıyorum. Kalıcı olan fani kişiler değil, devlettir. Devlet için vazgeçilmez olan milli birlik ve bütünlüğü, uluslararası gücü ve itibarı, ekonomik refahı; zirve yapan bu meşruiyet halesi içinde AK Parti iktidarından daha etkili sağlayacak bir alternatif var mı? Şu kronik "devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü" sorununa çare olmaktan bahsediyoruz.
Peki İslamcılığı tartışmak ne anlama geliyor? Ellerini iki yana açmış, geri dönenlere "gittiğiniz yol yanlış" diyen Ali Bulaç gibi azizler olmadan, hayatın her şeyi önüne katıp sürükleyen güçlü akışını hissetmek mümkün mü?
Yazının devamını okumak için tıklayın
SON VİDEO HABER
Haber Ara