Dolar

34,9475

Euro

36,6904

Altın

2.986,42

Bist

10.125,46

Peygamber muştusuyla çağ atlayan şehir: İSTANBUL

Osmanlı'nın İstanbul’u fetihten sonra gerçekleştirilen ilk icraatların başında buradaki sahabe mezarlarının bulmak olmuştur. 8.yüzyılda Hz. Muhammed(s.a.v)’in Sancaktarı Ebu Eyyüb el Ensari(r.a.)’nin mezarının yeri, İstanbul kuşatması sırasında Fatih’in hocası Akşemseddin tarafından bulunur ve Sultan mezarın türbeleştirilmesini emreder.

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-05-25 14:57:12

Peygamber muştusuyla çağ atlayan şehir: İSTANBUL
 8. yüzyılda Müslümanların İstanbul’u kuşatması sırasında şehid düşen, Hz. Muhammed(s.a.v)’in Sancaktarı Ebu Eyyüb el Ensari(r.a.)’nin mezarının yeri, İstanbul kuşatması sırasında Fatih’in hocası Akşemseddin (Göynük’te medfûn) tarafından bulunur.
Türbenin inşaatına 1453 yılında ve İstanbul Kuşatması’nın ilk günlerinde başlanır. Türbe, orjinal haliyle günümüze kadar ulaşır. Bunun dışında İstanbul’da, tesbit edilebilen 28 tane daha sahabe kabri vardır.

Milat Gazetesinde yer alan ve Sabri Gültekin'in işlediği ; Peygamber muştusuyla çağ atlayan şehir: İSTANBUL adlı yazının detayları şöyledir:

OSMANLI’nın, İstanbul’u fetihten sonra gerçekleştirdiği ilk icraatlardan birisi de buradaki sahabe mezarlarının yerini tesbit ettirmek olur. 8. yüzyılda Müslümanların İstanbul’u kuşatması sırasında şehid düşen, Hz. Muhammed(s.a.v)’in Sancaktarı Ebu Eyyüb el Ensari(r.a.)’nin mezarının yeri, İstanbul kuşatması sırasında Fatih’in hocası Akşemseddin (Göynük’te medfûn) tarafından bulunur. Hz. Halid bin Zeyd Ebu Eyyüb el-Ensari’nin mezarının tesbitiyle birlikte Fatih Sultan Mehmed, mezarı üzerine bir türbe yapılmasını emreder. Türbenin inşaatına 1453 yılında ve İstanbul Kuşatması’nın ilk günlerinde başlanır. Türbe, orjinal haliyle günümüze kadar ulaşır.

Bunun dışında İstanbul’da, tesbit edilebilen 28 tane daha sahabe kabri vardır. Bunların 9’u Ayvansaray’da surların dibinde, 4’ü Eyüp semtinde, 3’ü Karaköy Yeraltı Camii’nde, 1’i Karacaahmet Mezarlığı’nda, 12’si ise Suriçi Bölgesi’ndedir. Edirnekapı sur dibinden Eyüp’e giderken Eğrikapı’da medfûn bulunan sahabilerin bazıları ise şunlardır: Hz. Şu’be, Hz. Hafir, Hz. Abdullah El- Hudri, Hz. Abdüssadık Amir b. Ubade b. Same, Hz. Ebu’d-Derda, Hz. Hafir, Hz. Âmir, Hz. Ka’b Hazretleri...

Zeytinburnu Mevlanakapı’daki Merkez Efendi, Üsküdar Doğancılar’daki Aziz Mahmud Hüdai, Kocamustafapaşa’daki Sümbül Efendi, Ayvansaray Yavedud Caddesi’ndeki Yavedud Sultan adıyla tanınan Şeyh Abdulvedud Efendi, Rumelikavağı’ndaki Telli Baba, Rumelihisarı Şuheda Şehidliği’ndeki Şeyh Bedreddin, Şehzadebaşı Şehzade Külliyesi’ndeki Helvacı Baba, Beykoz Yuşa Tepesi’ndeki Yuşa Peygamber... medfûn bulundukları ebedi istirahatgâhlarında İstanbul’un manevi fatihleri olarak dualar eşliğinde gönülleri hâlâ fethetmektedirler.

Fetih  Destanı’nı yazan Fatih Sultan Mehmed’in amacı kaleleri zaptetmek değil, kendisine teslim edilen adalet kılıcının hakkını verebilmekti. İstanbul’un fethi, kökü İslâm’a dayanan varoluş mücadelesinin başlangıç noktasıdır. Fatih’i ve fethi anlayabilmek, İstanbul’u hakkıyla sevebilmek için önümüze sereceğimiz yol haritasını en ince ayrıntısına kadar incelememiz gerekir. O İstanbul ki, “Fatih’in ilk göz ağrısı, gonca gülü Sinan’ın...”

“Konstantiniyye elbette fetholunacaktır. O’nu fetheden kumandan ne güzel kumandan, O’nu fetheden asker ne güzel askerdir” mealindeki hadisi şerifine nail olma sevdasına düşen Hüda’nın askerleri ve Peygamber gülleri asırlar boyunca bu kutlu şehre seferler düzenlemiş, defalarca İstanbul surlarına dayanmışlar.

Müslümanların İstanbul’a ilk seferi Hz. Osman(r.a)’ın hilafeti döneminde(655), ilk kuşatması ise Muaviye’nin Emevi Halifesi olduğu(668) dönemde gerçekleşir. 669’un baharına kadar süren kuşatmada, salgınlar nedeniyle büyük kayıplar verilir. Bu kuşatma esnasında, ilerlemiş yaşına karşı sefere katılan Peygamber Efendimizin bayraktarı Hz. Ebu Eyyüb el-Ensari(r.a.) şehid düşer. Ve burada surların dibinde toprağa verilir. İstanbul, Müslümanlar tarafından defalarca kuşatılmasına, yıllarca muhasara altına alınmasına rağmen bir türlü zafere ulaşılamaz.

Peygamber müjdesine nail olanlar


Çeşitli milletler tarafından bir çok kez kuşatmaya tabi tutulan “müjdeli şehir”i kuşatma sırası artık Osmanlı’ya gelmiştir. Yıldırım Bayezid tarafından 1391 yılında gerçekleştirilen 25. kuşatma 6 ay sürer ve 1396 yılında 26. kuşatmayla büyük bir başarı sağlanır. Bizans İmparatoru Emanoel Poaleolog, Osmanlı’nın bazı taleplerini kabul etmek zorunda kalır. Bu talepler 3 ana maddeye bağlanarak; sur içinde Müslüman mahallesi kurulması, kurulan camide Cuma Hutbeleri’nin Yıldırım Bayezid adına okunması ve Bizans İmparatorluğu’nun 10.000 filorin vergi ödenmesi sağlanır.

27. kuşatma, 28 Temmuz 1402’de Osmanlı ve Timurlenk arasında Ankara’da çıkan karışıklıklar sebebiyle, Osmanlı İstanbul kuşatmasından geri çekilmek zorunda kalır. Bunu fırsat bilen Bizanslılar İstanbul’daki Müslüman mahalle ve camisini yıkar bir çok Müslümanı katleder.

28. kuşatma 1422 senesinde 2. Murad tarafından gerçekleştirilir. Mustafa Çelebi’nin Anadolu ayaklanmasından dolayı kuşatma kaldırılır.

29. ve son kuşatma Doğu Roma İmparatorluğu’nun son Kayzeri Konstantin zamanında 2. Mehmed tarafından yapılır. 29 Mayıs 1453’ün Salı sabahında Hoca Akşemseddin’in duaları, kumandan Fatih Sultan Mehmed’in vecd içinde fethe susamışlığıyla; askerler karadan ve denizden tekbir nidalarıyla surlarda gedikler açmaya başlar. Belgradkapı’dan Yeniçeriler, Edirnekapı’dan Ulubatlı Hasan’ın burçlara bayrağı dikmesiyle artık Konstaniyye’nin fethine müyesser olunur. Fatih Sultan Mehmed, Topkapı’dan askerleriyle birlikte şehre girer ve Son Peygamber’in müjdesine nail olunur.

Türk ve İslâm dünyasını ayağa kaldıran fetih


Fetihle birlikte Osmanlılar, Anadolu’da kurulmuş bulunan çok sayıdaki Türk Beyliğine karşı üstünlüğünü pekiştirir. Bu nedenle İstanbul’un fethi, Anadolu’daki Türk birliğinin sağlanmasında önemli bir etkendir. Osmanlıların sadece Anadolu’daki Türklerin değil, aynı zamanda bütün İslâm Ümmeti’nin lideri olması süreci de fetihten sonra başlar. Böylece Osmanlı Beyliği bir dünya devleti haline gelir. İstanbul’un fethinin Türk, İslâm ve dünya açısından önemli ve tarihin akışına yön verecek olan sonuçları vardır. Bu tarihsel süreçten dolayı bir çok tarihçi İstanbul’un fethiyle Ortaçağ’ın sona erdiğini kabul eder.

Fatih Sultan Mehmed, dünya çapında bir devlet kurma fikrine yürekten inanmıştı. Bu idealin gerçekleşmesi için ömrünü fetihlerde geçirdi. 31 yıl süren saltanatı boyunca 2’si imparatorluk, 6’sı prenslik, 5’i dukalık olmak üzere irili ufaklı 17 devletin topraklarını fethetti. Karadeniz’i bir Türk denizi haline soktu, bütün Balkan Yarımadası’nı elegeçirdi ve Ege’de bazı adaları aldı. Babası Sultan II. Murad’dan devraldığı Osmanlı Devleti’nin topraklarını 2,5 katına çıkardı.

Fatih Sultan Mehmed, Fatih Camii’nin çevresinde kurduğu sekiz medrese, İslâm ilimleri alanında yüz yıl boyunca imparatorluğun en önemli öğretim kurumu oldu. Osmanlı İmparatorluğu O’nun hükümdarlığı zamanında matematik, astronomi ve ilahiyat alanında en yüksek düzeye erişti.

1432-1481 yılları arasında yaşayan, 1444 ve 1451 yıllarında 2 kez tahta çıkıp ve toplam 31 yıl tahta kalan Osmanlı’nın 7. Padişahı Fatih Sultan Mehmed, 1481 ilkbaharında yeni bir sefere çıkarken Gebze yakınlarında vefat etti. Bazı araştırmacılara göre ise zehirlenerek şehid edildi.

Peygamberlikten sonra erişilen en yüksek mertebe

Tarihin altın sayfalarına not düşülen bu süreç sıradan bir süreç değildir. Binlerce canın uğruna feda edildiği fethin sıradanlaştırılmış bir hadise olarak algılattırılmaya çalışılması insanlık tarihine ihanettir. Çünkü İslâm dininin peygamberlikten sonra insanlara verdiği en büyük mertebe Şehidlik’tir. Bu mertebenin ne kadar önemli olduğunu daha açık bir şekilde anlayabilmek için, Allah Teâlâ’nın, Esmaü’l Hüsna’da geçen 99 ism-i şerifindeki eş-Şehid ismini tekrar tekrar hatırlamak gerekir.

Ecdadımızın bu anlamda ölülerine verdiği kıymetin ipuçlarını mezar taşlarına bezediği sembolik motiflerle kavramak mümkündür. Mezar taşlarındaki “lâle” ve “hilâl” motifi vahdet-i vücudu, yani Allah’ı sembolize eder. “Gül” ise, ilahi güzelliği sembolize etmesi ve Hz. Muhammed(s.a.v.)’in remzi (hatırlatan) olmasındandır. “Gül-i Muhammed” ismi de verilen gülün kokusu, Hz.Muhammed(s.a.v.)’in kokusudur. Başların tacı olan gül; cennet çiçeği, aynı zamanda Hz. İbrahim Peygamber (a.s) ateşe atılınca onu karşılayan en güzel nebatat bahçesidir. Geçmişten geleceğe izler taşıyan lâle, gül, sümbül, karanfil, yıldız çiçeği, yasemin çiçeği (Hz. Fatıma(r.a)’nın sembolüdür) buhur-ı meryem, şakayık, küpe çiçeği, haseki küpesi, nergis, süsen ve birçok çiçek mezar taşlarının üzerinde açmaya devam etmektedir.

Kültür ve medeniyetimizin tapu kayıtları

Kültür ve medeniyetimizin tapu kayıtları olan mezar taşları, herkesin bir gün fani olacağının simge ve sembolüdür. Açık hava müzelerini andıran mezar taşları ve mezarlıklarımız, geçmişimizle kurduğumuz köprünün en önemli ayaklarından biridir. Kültürel miras, milletlerin hafızasıdır. Hafızalarını kaybeden milletler; şahsiyetlerini, geçmişle bağlarını, kısacası kimliklerini kaybetmeye mahkûmdur. İstanbul’un fethinde sokak muharebeleri sırasında şehid düşen fetih askerlerinin kabirleri de, İstanbul şehrinin içinde açan cennet bahçeleri gibi şehrin kalabalığı içinde sokakların, caddelerin, evlerin arasına serpilmiş gibidir.

Bunlara en önemli örnekler; Rumelihisarı’ndaki Şüheda Kuyusu Şehidliği, Osmanlı devrinde Sır Tekkesi diye anılan ve bugün yeri dahi bilinmeyen Edirnekapı, Topkapı, Maltepe ve Topçular arasında kalan arazideki şehidlik, Edirnekapı Şehidliği, Fetih şehidlerinin topluca gömüldükleri Eğrikapı ve Tokmaktepe Şehidliği, aslında şehidlik olmalarına rağmen oradan her gün gelip geçen bir çok insanın farkında bile olmadığı; Fatih Malta’daki Yedi Emirler Şehidliği, Şehzadebaşı’ndaki 18 Sekbanlar Şehidliği, Kumkapı’daki Çifte Gelinler Şehidliği, Beşiktaş’taki Barbaros Hayreddin Paşa Şehidliği, Heybeliada Şehidliği, Okmeydanı’ndaki Hamidiye Şehidliği, Karacaahmed Şehidliği ve daha kayıtlarda izine rastlayamadığımız birçok şehidlik... Vahhabi geleneğinin bize çokça yabancı olmasına rağmen, değişik dönemlerde şehidliklerimizin adeta işgale tabi tutulması, içimizi acıtan bir kara leke olarak tarih sayfalarındaki yerini almıştır.


Haber Ara