Bejan Matur, Zaman'dan neden ayrıldı?
Kürt kökenli yazar Bejan Matur, katıldığı bir televizyon programında Zaman gazetesinden neden ayrıldığını açıkladı.
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-05-23 20:42:36
Ayşenur Arslan'ın sorularını yanıtlayan Matur 4 gün önce geldiği Uludere gözlenimlerini izleyicilerle canlı yayında paylaştı.
Zaman gazetesindeki son yazısını Uludere Katliamı'nın yaşandığı gün yazan, ardından da gazetesi ile yollarını ayıran Matur, "Türkiye'nin 11 Eylül'ü" diye tanımladığı Uludere Katliamı sonrası gazetesinden ayrılma nedenlerini de anlattı.
İşte Medya Mahallesi'nin Ayşenur Ablası'nın sorduğu sorular ve Matur'un yanıtları:
YAZDIKLARIMIZ OLUP BİTENE ERKİ ETMİYOR
Ayşenur Arslan: Zaman gazetesinde yazıyordun. Uludere olayından sonra artık yazamayacağını söyleyerek gazeteden ayrıldın. Seni hangi duygu ya da düşünceler bu karara itti?
Bejan Matur: Zaman'da en son yazımı Uludere yaşandığı gün yazdım. Zaman içinde benim ara verdiğim, yazmak istemedim, devam etmek istemediğim zamanlar oldu. Ama bazı şeyler birikiyor. Bazı şeyler de... Bir tür tetikleyici etkisi oldu Uludere olayının. Genel olarak sıtkım sıyrıldı diyelim. Bir duygusal kırılma yaşadım. Yazı yazmanın, söylediklerimizin aslında olup bitene çok da etki etmediğini, gerçeğin değiştirmediğini, masumların ölmeye devam ettiğini gördüm.
ZAMAN'DA YAZMAMIN BİR ANLAMI VARDI
Ben Zaman'da yazmamın bir anlamı olduğunu düşünüyordum. Benim orada yazmamın bir etkisi de olduğunu düşünüyordum. Oldu da. Ama artık bizim gibi insanların, ön yargısı olmayan insanların durabileceği bir ara alan yok. Çok kutuplaşmış bir medya var.Sözünüzün nerede söylendiğinin de bir anlamı var. Kişisel olarak ancak bu kadarını söyleyebilirim. Ve ara vermeye karar verdim.
Ayşenur Arslan: Daha yeni Uludere'den, Roboski'den geldin. Biraz genel bir izlenim anlatır mısın?
ULUDERELİLER DEVLETİ F-16 OLARAK GÖRMEK İSTEMİYOR
Bejan Matur: Dört gün önce Hollanda'dan gelen bir ekiple belgesel çekimi için gitmiştik. Oradakiler, rencide olduklarını düşünüyor, dışlanmışlık hissi var. Devletin bir sorumluluk hissedip sorumluları yargılama, özür dilemesini bekliyorlar. Başbakan henüz gitmedi, eşini gönderdi. Sorumlu her kimse bize çıkartıp göstersinler, biz devlet olarak bunun hesabını soracağız desinler isteniyor. Acıları hala çok taze. Her perşembe mezarları başında dualar okuyorlar. Ölülerini bırakırsak, unutursak haksızlık ederiz diyorlar. Devletten, hesap sorması için beklerken o kadar samimiler ki. Devlet orada yok, sadece tankı, topu, helikopterleri ve arada gökyüzünden geçen F16'larıyla var.
İŞTE BEJAN MATUR'UN ZAMAN GAZETESİ'NDEKİ SON YAZISI!
Sınırlar sadece yeryüzünden değil, ruhlardan da geçer.
Topraktan önce yürekleri çizer sınırlar. Belki de bu yüzden bir ülkenin sınırlarında olup bitene bakarak o ülkeyi daha iyi anlarsınız. Bizim sınırlarımızdan sızan acının haddi hesabı yok.
Sınırda dün 35 insan öldürüldü. 35 sivil. Heronların verdiği istihbaratla hedef seçilmişler. Ne olduğu tam bilinmiyor. Sorumlu makamda bulunanlar sessiz. Genelkurmay o bölgenin sivil yerleşim bölgesi olmadığını söylemiş. Haber kanalları Genelkurmay'ın açıklamasını uzun uzadıya verirken ölenlerin adlarını bile saymıyor! Sadece sayıları değil, isimleri de belirsiz battaniyelere sarılmış, traktörlerle taşınan ölüler. Katır sırtlarında taşınan kimliği belirsiz bedenler. Onlar için ağıt yakan yakınların dışında, televizyonların bile sessiz kalmayı seçtiği 35 kaçakçı.
Genelkurmay'ın açıklaması akla ziyan; 'sivil bölgesi değil orası' deniyor. Bu mantıkla bakıldığında orada hareket eden her canlının yok edilmesi mubah. Bu açıklama bana güvenlik paranoyasını eleştirdiğimiz ülkeleri hatırlattı. Devletin hukuksuz davranmak gibi bir seçeneği olabilirmiş gibi. Teröre karşı savaşı sivilleri katlederek yürütmek normalmiş gibi!
Neticede olan ortada. O insanlar yaşadıkları coğrafyanın biçtiği kefeni giyerek toprağın kucağına uğurlandılar. Tıpkı daha öncekiler gibi. Yaşanan ilk değil! Binlerce sınır ve kaçakçılık hikâyesi var anlatılan. Yazılmış şiirler, yakılmış ağıtlar var. Yüzyıl başında masa başında çizilen bir haritanın acıttığı ruhlar ülkesi orası.
Türkiye'de kaçakçılık hep konuşulur ama o insanların neden, nasıl bir ruh haliyle ölümü göze alıp sınırları aştığı konuşulmaz pek. Sınırın öte tarafına duyulan merakın sadece maddiyatla açıklanmayacağı bilinmez.
Sınır boylarında dikenli tellerin ayırdığı ailelerin bayram buluşmalarına biraz da bu gözle bakılsa keşke. Tellerin üzerinden atılan bohçalarda ne olduğuna daha dikkatli bakılsa; parlak, sırmalı kumaşların, ipek eşarpların, kahve ve şekerin yarım bıraktığını belki sevgiliye yazılmış 'dotmam'la başlayan bir aşk mektubu tamamlar. Öbür yarı sayılan akraba kızına duyulan bağlılık derin tarihsel bağlardan beslenir çünkü. Orada bölünen bir dünyanın, yaralanmış, eksik bırakılmış bir ruhun ihtiyaç duyduğu yakınlık etkilidir asıl. Kaçakçılık hikâyelerini biraz da bu gözle okumakta fayda var. Sınırın öte tarafından taşınan sadece şeker, kumaş, çay yahut mazot değil, elimizden alınmış bir tamlık ihtimalidir çünkü. Marazın kaynağı, aramıza çizilen sınırın yapaylığıdır.
Sınır o sahte kurguyu ortaya çıkaran bir hakikat mecrası olduğu için önemli. İçeride oturmayan gerçeklere sınırdan sızan şiddet ve kaçakçılık işaret eder. Neyi eksik yaptığınızı, ne kadarına gücünüzün yetmediğini mükemmel bir ayna tutarak sınırlar gösterir size. Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla garanti altına alınan İran sınırına bakın mesela. Orada da sonuç benzerdir. Arada yüzyıllara dayanan bir sınır olduğu halde iki yaka en azından kültür düzeyinde ayrışmamış. Çünkü kültür denilen olgu zannedildiğinden daha derinlerde tutunur. Sınırın öte tarafında kalmış olsalar da, geleneğin taşıdığı ortak kodlarla birbirlerine bağlanırlar.
Bir ülkenin ne olduğunu anlamak istiyorsanız sınırlarına bakmalısınız. Sınır bir ülkenin dikiş yeridir. Marazları en önce belli eden zayıf nokta.
Sınır güvenliği adı altında vatandaşını öldüren ve bunu yaparken içine düştüğü hukuksuzluğun sorumluluğunu taşımayan, hesap vermeyen bir devlet dikişlerin daha da çözülmesini hızlandırmaz mı?
SON VİDEO HABER
Haber Ara