'Türkiye Kime Kalacak?'
Zaman'da yer alan bir röportajda, Gazeteciliğin duayenlerinden Osman Ulagay, 2008'de yazdığı 'AKP Gerçeği ve Laik Darbe Fiyaskosu' kitabıyla, antidemokratik müdahale fikrini eleştirdi. Yeni kitabı 'Türkiye Kime Kalacak?' ile bu defa Başbakan Erdoğan'ın söylemini masaya yatıran Osman Ulagay, ''Biz' ve 'onlar' söylemini keskinleştirmesi, rahatsız edici.' diyor.
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-05-13 11:46:03
Kitabınızda AK Parti ve Tayyip Erdoğan'ın iyi bir 'hikâyesi' olduğunu, bu hikâyenin karşısına iyi hikâye konulamadığı takdirde alternatif oluşturulamayacağını söylüyorsunuz. Erdoğan'ın nasıl bir hikâyesi var, karşısına çıkacak nasıl bir hikâye olmalı?
Bir hareketin önce tasarım halinde oluşturulması, sonra hayata geçirilmesi gerekiyor. Çoğu güçlü hikâyede olduğu gibi sürükleyici kahramanı da olmalı. AK Parti, Tayyip Erdoğan'ın kişiliğinde bunu buldu. AK Parti, 10 yıllık bir parti. Ama bu hikâyenin kökleri daha geriye gidiyor. Cumhuriyet'in yönü, büyük ölçüde Batı'nın gelişmiş ülkeleri model alınarak tasarlandı. Bu projeyle mutabık olmayan fikir çekirdeği baştan beri var. "Daha iyi bir yere gelmek istiyorsak, geçmişe dönük aidiyetleri hesaba katmalıyız." diyen akımın bir siyasi harekete dönüşmesi, 60'larda Adalet Partisi döneminde. Rahmetli Erbakan'ın gençlik döneminde siyasete girme denemeleri var, o sırada. Bu akımın gelişme sürecinde bir birikim oluşuyor, bir yandan. Bir noktadan sonra Fethullah Gülen Hareketi'ni de devreye sokmak lazım.
Gülen Hareketi'nin etkisi nerede başlıyor?
Onu bilmiyorum. Ama hatırı sayılır, dünyada tanınmaya başlayan gücüyle, sabırlı bir çabanın ürünü olarak bugüne geldi. Sanki baştan beri hedeflenen farklı bir model var. Türkiye'yi, Cumhuriyet'i kuranlardan farklı bir biçimde Türkiye'yi geliştirip büyütmek ve dünya üzerinde daha tanınır hale getirmek.
Değişen dünya konjonktürüne daha iyi uyum sağlamak olabilir mi bu?
Son 10 yıla baktığımız zaman, bütün bu birikimin sonunda, yaşanan süreçlerden çok iyi dersler çıkarmış bir parti, AK Parti. Neden 2001'de çıktı da, 1990'da çıkmadı. Bunu iyi görmemiz lazım.
Neden?..
AK Parti'nin 2001'de kurulması, dünyadaki değişimin de sonucu. Batı'nın yüz yıllık hegemonyası ciddi biçimde sarsılıyor artık. Eskiden olduğu gibi 'her şeyi ABD planlıyor, yönetiyor' gibi düşünmek çok yanlış ve hâlâ buna takılıp kalanlar, bugünü kavrayamıyorlar. 2002'den itibaren, Türkiye gibi yükselen pazar ülkelerine, müthiş bir fırsat penceresi açıldı. AK Parti de bunu kullandı. Son iki yıla kadar, Batı medyası, Cumhuriyet'in kurucu kuşağının temsil ettiği modeli, itibarını kaybetmiş ve klişeye indirgenmiş halde algıladı. AK Parti bunun dışına çıktığı için kabul gördü. Batı'ya daha bağlı olmasını düşündüğümüz kesimde, Avrupa yanlısı olmak bile, AK Parti'ye yandaş olmakla paralel görüldü. Ama son iki yılda, askerî vesayet tehlikesini bertaraf ettikten sonra girdiği yolda, basın ve ifade özgürlüğü konusundaki sınırlamalar, açılan davaların ve tutukluluk sürelerinin uzaması, Erdoğan'ın 'biz' ve 'onlar' söylemini keskinleştirmesi rahatsız edici.
Erdoğan'ın 2011'deki balkon konuşmasını, 2007'dekine nazaran samimi bulmamanızın gerekçeleri neler?
O keskin söylemi, çok içselleştirdiğini gözledim. Bundan kolay kolay vazgeçemeyeceğini ve bunun kendi içinde bir mantığı olduğunu düşündüm. Yanılmadım da... Seçimden sonra, o söyleme geri döndü. 1923-2002 dönemiyle adeta bir bütünsel hesaplaşmayı gündeme getirerek CHP'yi ve muhalefeti meşru alanın dışına itiyor: "Bunlar benimle aynı ligde oynayacak oyuncular değil! Geçmişe dönük meşruiyetleri de yok. Bunları ciddiye almayın." Bu hava, Batı'da 2008-2009'a kadar gördüğü desteği de azalttı. Bunun ikinci bir nedeni daha var.
Nedir, o?..
Davos çıkışının sonrasında Erdoğan'ın ve bazı bakanlarının kazandığı aşırı bir özgüven var. Avrupa, derin bir ekonomik kriz içinde, ABD de idare ediyor gibi görülüyor, Batı bir kırılganlık yaşıyor. Bu ortamda, Batı'nın tersine son 10 yılda olumlu adımlar atmış bir ülke olarak "Siz bu işi bilmiyorsunuz." gibi ders verme havasına girildi.
Örnek verebilir misiniz?
Egemen Bağış ve Ali Babacan'ın birtakım toplantılarda yaptıkları konuşmalar, Ahmet Davutoğlu'nun "Ortadoğu bizden sorulur" söylemi... Bizim dış politikamızda uzun süre, ABD'nin ne tavır alacağı kaygısı yaşanırdı. Bu nedenle doğru dürüst adım atamazdık. Bugün Türkiye'nin geniş bir manevra sahası var. O sahayı kullandığınızda Batı tarafından daha ciddiye alınıyorsunuz. Ama ne adım atacağınızdan da emin değiller. Bunda Obama'nın -Ortadoğu'da eskisi kadar etkili olamayacağını bildiği için- Erdoğan'la ilişkilerine özel bir önem vermesi de etkili. Ama Pentagon'un ve ABD Dışişleri'nin Türkiye'ye eskisi kadar güvendiğinden emin değilim.
"AK Parti'nin ve Erdoğan'ın hikayesinin karşısına bir hikaye çıkarılamaması çıldırtıyor beni." gibi açık bir cümle kuruyorsunuz...
İlginç bir süreç yaşadım, kitaptan sonra.
Anlatır mısınız?
Engin Ardıç, "Ulagay, bunu hep yapıyor." diye yazdı. Laik kesimden farklı bir akımın çıkması özleminin bende yıllardır olduğunu ama çıkmadığını hatırlattı. Yazdığım kitapları okumuş arkadaşlarımdan da aynı hatırlatma geldi. Hakikaten, dönüp baktım ve şaşırdım. 1989'da yazdığım "Özal'ı Aşmak İçin" adlı bir kitabım var. Özal'ın Türkiye'yi ele geçirdiğini ama tıkanma noktasına geldiğini, neden bir alternatifinin çıkmadığını sorgulamışım. Bunun benim bir takıntım haline geldiğini fark ettim. Ancak konuştuğum kimselerin de tatmin edici bir cevabı yok, bu konuda. Cumhuriyet'i ve laik düzeni sahiplenen kesimde, eğitmek ve yükseltmek, müktesep (kazanılmış) hak gibi benimsenmiş. Onlar bu 'cahil' halkı eğitmek misyonunu üstlenmiş! "Mademki biz eğittik, o halde yönetmek de bizim hakkımız." algısı var. Ülke demokratikleştikçe, demin anlattığım siyasî çizginin ki, bunu CHP olarak düşünebiliriz- başarılı olamadığını görüyoruz. 2011 seçiminden sonra ünlü bir Türk yazarın deyimi şöyle: "Cahil halk, yine onlara oy verdi." Bana çıldırtıcı gelen şeylerden biri de bu. 90 yıllık bir takıntı, o kesimi felce sürüklüyor. "Farklı bir şeyler yapmalıyız." noktasına gelirler mi bilemiyorum.
İç sesiniz ne diyor?
İyimser değilim. Akademik dünyadaki genç arkadaşlarım da bu beklentinin çok gerçekçi olmadığını söylüyor. Siyaset, tabandan tavana yapılması gereken bir şey. AK Parti bu konuda da daha avantajlı durumda.
Bu bahsettiğiniz, 'laiklik' savunucularının seçkinci tavrıyla yapılabilir mi?
Hayır, yapılamaz. Fransa seçimlerinde sosyalist parti ilk defa 80 bin gönüllüyle, 5 milyon haneyi kapı kapı gezerek ziyaret etmiş. Bu ilk defa yapılmış ve seçimi kazandılar. Siyaset artık böyle yapılıyor.
Dokunmayı mı gerektiriyor?
Tabii. Fransızlar da şaşırmış, ilk defa böyle bir şeyle karşılaştıkları için. AK Parti, 42 bin denekli bir anketle yola çıkmıştı. Toplumun nabzını tutmak, ne tür bir siyasetçi arandığını araştırmış olmak ve bunu devam ettirmek, AK Parti'nin başarısında çok önemliydi.
Törensel ezberlerle Atatürk'ü yaşatmak, saçma!
Yabancı bir arkadaşınız, 10 Kasım'da saat 9'u 5 geçe, hayatın durduğunu görünce "Kendimi bir filmin içinde buldum." diyor. Siz de Kemalist sembollerin muska gibi kullanıldığını düşünüyorsunuz...
Atatürk'ü yaşatma, savunma çabasının törensel ezberlerle sınırlanmış olması ve bunu savunarak Atatürk'ü yaşatma fikri; bana saçma geliyor. Başka bir ülkede benzeri yok! Bu etkinin sürdürülemeyeceği açık.
Şu anki CHP, sizce bir ümit olabilir mi?
Kılıçdaroğlu'yla başlayan açılımı, olumlu nitelemekten yanayım ama CHP'nin alışkanlıkları, mevcut örgüt yapısı, farklı bir parti haline gelmesini çok zorlaştırıyor. Kılıçdaroğlu'nun, tamamen Sayın Başbakan'ın kurduğu bir oyunda rol alarak, her gün karşısında boy göstermesinin de iyi bir taktik olmadığını düşünüyorum. Kendisine ait bir projesi olsa, gündemini belirler ama böyle bir proje olmayınca, günlük politika oyunları oynuyorsunuz, o da etkili olmuyor.
Medyadan neden sessiz sedasız ayrıldınız?
Doğan Grubu'nda Sayın Başbakan'ın hoşuna gitmeyecek bir şey yapmama eğilimi ağır basıyordu. Başbakan köşe yazarlarını şikâyet ettikten sonra, medya patronlarının cevap vermemesi üzerine anladım ki, bu dönem böyle devam edecek. Bir köşe yazısının ve gazetenin öneminin erozyona uğradığını hissediyordum. O da sebep oldu. Ondan sonra ciddiye alınabilecek bir teklif de almadım.
Kitabınızda; Nilüfer Göle, Cumhuriyet döneminin taşıyıcılığını yapan sınıflarının, söylemleri nedeniyle Başbakan'a kırgın olduğunu söylüyor. Öyle mi sizce de?
Kendi üzerimden anlatayım... Sayın Başbakan'ın "Bunlar, yüzde kaçlık aydınlar" gibi ifadelerde kullandığı dil, bende hep azarlanıyormuşum hissi uyandırıyor. Babanız her akşam eve geliyor ve sizi her akşam azarlıyor, diye düşünün. Söyledikleri arasında katıldıklarınız bile olsa, bu üslupla söylendiği için, kendinizi dışlanmış hissediyorsunuz.
Yeni anayasaya yönelik beklentiler, sizce AK Parti'nin gidişatını nasıl etkiler?
Şu andaki en önemli soru, bu. Toplumun bütününün özlemlerini ve duyarlılıklarını yansıtan bir anlayışla mı, yoksa mevcut iktidarın kendi öncelikleriyle, siyasal taktiklerle mi yapılacak, tam çıkaramıyorum. Ama eğer gerçekten toplumsal uzlaşmaya dayanan bir anayasa yapma fikri öne çıkarsa, beni de tedirgin eden anlayışın bir ölçüde değişmesi anlamına gelecektir ve o, yeni bir ufuk açabilir. Toplumdan feedback'ler alınarak yapılan çalışmalarda bir noktaya gelindi ama bundan sonraki süreç çok belirleyici.
SON VİDEO HABER
Haber Ara