İlk olarak ortaya çıktığı 17. yüzyıl'da doğal 'toplum' kavramının karşısında, insanlar tarafından üretilen bir toplum biçimi olarak kullanılan 'sivil toplum' kavramı, 20. yüzyılın sonlarındaki gelişmeler, Doğu Bloku'nun çökmesi, liberalizmin yükselişi, küreselleşme, muhalefet hareketlerinin tıkanması, sosyal demokrasinin gerilemesiyle kavram üzerinde kuvvetli yargılar oluştu. Kavrama esas olan öğeler ; 'örgütlülük' , 'kendi kendini üretme' , 'devletten her alanda kopma', 'şiddete karşı olma' , 'siyasal topluma ya müdahil olma yahut hiç karışmama' gibi vurgular kazandırıldı.
Günümüzde ise 'sivil toplum' kavramı, küreselleşen dünyanın etkisiyle, sosyal/siyasal meseleler de belirleyici olma noktaya geldi. Şeffaflaşan 'iktidar' kurumunun sorgulanması. Otorite'nin eskisi kadar belirleyici olmadığı. Kitle iletişim araçlarınında etkisiyle, 'sivil toplumculuk' yeni bir misyon kazandı. Diplomatik ilişkiler de dahi söz söyleme hakkına sahip olan ve bu alanda 'Sivil Diplomasi'yi kullanan 'sivil örgüt'ler, yeni dünya düzeninin 'otorite'si olma yolunda ilerliyor. Buna paralel olarak İHH'nın, Türkiye'li gazetecilerin serbest bırakılmasında üstlendiği vizyon bu durumu bir kez daha tartışmaya açtı.
İşte 'Sivil Diplomasi' kavramını tartışmaya açan yazarların konuyla alakalı yazıları ;
Sivil diplomasi
Abdurrahman Dilipak
Suriye'de kaybolan gazeteciler Adem Özköse ve Hamit Coşkun serbest bırakıldı. 2 gazeteci önce Tahran'a geldi, oradan da İstanbul'a geliyor..
İHH ve Bülent Yıldırım... Bu iki isim de kamuoyuna yabancı değil.. Mavi Marmara'dan sonra şimdi bu iki isim, Türkiye-Suriye-İran üçgeninde yaşanan bir sivil diplomasinin başarılı bir operasyonu ile gündemde.. "İnsani diplomasi" başarılı oldu.. Bu konuda İHH ve Bülent Yıldırım'a teşekkür etmek gerek..
Bu iş burada bitmemeli. Bu tür olayların tekrar yaşanmaması için, gazetecilere kolaylaştırılmış vize ve görevlerini yaparken can güvenliklerinin korunması ile ilgili uluslararası bir sözleşmeye ihtiyaç var. Yeni teknoloji ile riskli bölgelerde görev yapan gazeteciler GPS cihazları ile izlenebilir ve bir sorunla karşılaşıldığında BM devreye girebilir..
Başbakan'ın özel uçağını göndermesi de önemli bir jest.. Dünden bu güne yaşananları arkadaşlarımız geldikten ve yaşadıklarını anlattıktan sonra daha iyi öğreneceğiz. Tabii İHH ve Bülent Yıldırım'ın bu süreçteki rollerini de kendilerinden dinleyeceğiz..
"İnsani amaçlı sivil diplomasi"nin, bundan sonra da, ülkeler arası sorunların çözümünde sürdürülmesi gerek. Her şeyin siyasilerden beklenmemesi ve onlara bırakılmaması şart..
İHH bu anlamda gözel bir örnek oluşturmuştur.. Bu çabaların sürdürülmesi ve desteklenmesi gerekir. Sadece Türk ve Müslüman gazeteciler için değil, herkes için bu çabanın aktif bir şekilde sürdürülmesinde yarar var..
Şimdi Adem ve Hamid'e bir görev düşüyor; Suriye'de hâlâ tutuklu bulunan gazetecilerin serbest bırakılması için lobi yapmak.. Onların çığlığını dünyaya duyurmak.
Ve bir diğer görev, Suriye'deki insanlık trajedisini dünyaya duyurmak. Bunun için "Kızılay" örneğinde olduğu gibi, gazetecilere mesleki anlamda kolaylık ve güvence sağlayan uluslararası bir sözleşmenin hayata geçirilmesi için çalışmak.
Geçen gün, bir grup gazeteci olarak, bu arkadaşlarımızla ilgili Media Derneği'nde bir basın açıklaması yaptık. Ben bu sözleşme fikrini attım ortaya.. Keşke Media Derneği bu işi sahiplense.. Bu işe Ahmet Davutoğlu'nun da sahip çıkması gerek bana kalırsa. İslam İşbirliği Teşkilatı, Arap Birliği, Afrika Birliği'nin de..
Bu trajediden olumlu bir sonuç çıkartabiliriz. Bir şer, hayra vesile olmuş olur böylece..
Aslında TGC bu işi üstlenebilirdi, ama nedense çok istekli davranmadı galiba. Basın Konseyi de öyle. Sanırım bu arkadaşların kimliği söz konusu olunca daha isteksiz davrandılar. Balyozculara, Ergenekonculara gösterdikleri ilgiyi bu arkadaşlara göstermediler.
Bir de işin içinde Suriye, İran olunca, uzak durmayı tercih ettiler.. Neyse, o görevi İHH, Mazlum-Der, Özgür-Der, Media Derneği üstlendi. O gün basın toplantısında Markar Eseyan da vardı, Sevilay Yükselir de.. Birileri misyonlarının gereğini yapmıyorsa, toplumun farklı kesimlerini temsil eden insanlar bir hakkın müdafaası için bir araya gelebiliyorlar..
Adem ve Hamit konusunda, bakıyorum da, akredite gazeteciler, "Beyaz Türkler" genel olarak pek seslerini çıkartmadılar, sahiplenme gereği duymadılar.. Oysa, kınadıkları insanlar, eğer onların başına böyle bir şey gelseydi, sahiplenmek konusunda tereddüt etmezlerdi.. Bu da iki kesim arasındaki fark..
Göreceksiniz, birileri bütün bu olaylar olurken, kendilerinin ihmal ettikleri sorumluluklarını bir kenara bırakıp "Sivil diplomasi mi olurmuş" diye burun kıvıracaklar. "Kim bu Bülent Yıldırım" diyecekler. "Bu işin İHH'nın üzerine vazife olup olmadığını" tartışacaklar.. Hatta Başbakan'ın özel uçağını göndermesini, Davutoğlu'nun açıklamasını, hükümetle-İHH arasındaki ilişkiyi sorgulamaya çalışacaklar..
Birilerinin İHH ile ilgili kuyruk acısı var ya.. Bülent Yıldırım adı geçince tüyleri diken diken olan bir sürü adam var. Mavi Marmara konusunu hâlâ içine sindiremeyen çevreler var..
Biliyorsunuzdur, HRW'ın bir "Uluslararası İnsan Hakları Ödülü" var. Adı "International Hellman Hammett Grants". İHH böyle bir şey yapabilir mi? Madem bu iyi bir başlangıç oldu, bugün İHH'ya ve Bülent Yıldırım'a verilmesini teklif ettiğim ödülün bir benzerini "Uluslararası Adem ve Hamid Basın Özgürlük Ödülü" olarak verelim. Bunun jürisinde de, bu süreçte İHH'ya destek veren "Mazlum-Der, Özgür-Der, Hukukçular Derneği, Media Derneği" gibi dernek temsilcileri bulunsun.
Adem ve Hamid'e hoş geldiniz derken, onların katlanmak zorunda kaldıkları güçlüklerin, kendilerinden sonrakiler için baht kaynağı olmasını temenni ediyorum.
Unutmamak gerekir ki, bir kişiye yöneltilen bir haksızlık, bütün bir topluma yöneltilmiş bir tehdittir...
Selam ve dua ile..
___________________________________________________________________________________________________
İnsani diplomaside Türkiye nerede duruyor
Nevzat ÇİÇEK
Suriye’de bir taraftan insani dramlar devam ederken bir taraftan da insani diplomasi için girişimler devam ediyor. Daha once 11 İranlı vatandaşın serbest bırakılmasını sağlayan İHH, şimdi de Mazlumder ile beraber iki İran vatandaşının daha özgürlüğüne kavuşmasını sağladı. Daha çok Kızılhaç misyonunun yaptığı bu tür girişmleri İHH ve Mazlumder’in yapmış olması ayrı bir önem arz ediyor.
İnsani Yardım kuruluşlarının savaş ve çatışma bölgesinde sivillerin korunmasına yönelik Uluslararası misyonlarla tanınan görevleri bulunuyor. Hatta devletler bu tür girişimleri kabul etmek ve uymak zorundadır. Uluslararası bir yardım kuruluşu olan ve Birleşmiş Milletlere kayıtlı İHH, daha once de bu tür girişimlerde bulundu, Bosna’da, Çeçenistan’da. Aynı şekilde insan hakları örgütü olan Mazlumder’in de bu anlamda ciddi çabalarını görmezden gelemeyiz.
Birilerinin sürekli olarak İHH ve Mazlumder üzerinden yapılan bu çabaları başka yere çekme gayesi aslında boştur, çünkü bu iki kurumun hem tüzüğü hem misyonu hem de uluslararası sorumluluğu zaten bunu gerektiriyor. Bu bakımdan muhaliflerin elinde olan İran vatandaşlarının bir sonraki adımı Adem ve Hamit’in salıverilmesi olursa kimse buna şaşmamalı.
Türkiye, uluslararası anlamda etkin işbirlikleri çerçevesinde kurumlarını da güçlendirmeli, bu anlamda sivil toplum da bu tür girişimleri daha da yoğunlaştırmalıdır.
İki İranlının serbest bırakılması ile ilgili olarak İHH ve Mazlumder tarafından yapılan açıklamada: “Suriye’de yaşanan süreçte sivillere yönelik ihlaller ve mağduriyetler endişe verici boyuta ulaşmıştır. Kadın ve çocuklar dahil çok sayıda sivil hayatını kaybetmekte ve hapiste tutulmaktadırlar. Bu arada yasanan olayları takip etmek ve kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla bolgeye giden iki Türkiyeli gazeteci Adem Özköse ve Hamit Coşkun’dan 42 gündür haber alınamamaktadır..
Savaş ve çatışma gibi sebeplerle ortaya çıkan insani krizlerde, insan hakları ve insani yardım kuruluşlarının gerek sivillerin korunmasında gerekse de ihlallerin önlenmesi ve giderilmesinde uluslararası sözleşmelerce de tanınan misyonları dünya kamuoyunun malumudur. Çoğunlukla da bu insani diplomasi insan hayatının korunmasında önemli rol sağlar. Bu misyonun gereği olarak İHH ve MAZLUMDER Suriye ile ilgili bütün süreci takip etmiş ve halen de bu yönüyle yakinen takip etmektedir. Bu çerçevede Suriye’li tüm taraflarla ve İran ile görüşmeler yürütülmektedir. Amaç Suriye’de tutulan tüm sivillerin serbest bırakılmasının Adem Özköse ve Hamit Coşkun’un da ülkemize dönmelerinin sağlanmasıdır.
Yürütülen görüşmeler neticesinde Suriye muhaliflerinin elinde bulunan iki yaşlı Iranlı sivil serbest bırakılmış, yetkililer tarafından teslim alınan iki İranlı gün içerisinde İran’a teslim edilecek, ailelerine kavuşacaklardır. Bu görüşmeler sürecinde Suriyeli sivillerin serbest bırakılması, hayatta ve sağlıklı oldukları teyit edilen iki gazetecinin de en kısa zamanda Turkiye’ye donmelerine dair umut verici noktaya gelinmiştir. “ açıklaması Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarına yeni bir kapı açmaktadır. İnsani diplomasi kısmını hiç bir sivil toplum kurumumuz artık es geçmemelidir. Bu hem devletlerin ilişkilerinin tıkandığı noktada bir nefes aldırır hem de insani bir sorumllukla bize hakem olma görevi verir.Kamuoyuna saygıyla duyurulur. "deniyor
___________________________________________________________________________________________________
İnsani diplomasi ve İHH
Resul Tosun
21. yüzyılın üçüncü sektörün yani sivili toplum örgütlerinin yüzyılı olacağı söylenegelmiştir.
Gelişmiş ülkelerde bu söylemin pratik hayata nasıl aksettiğini rahatlıkla görüyoruz.
Sivil toplum örgütleri sadece mensuplarının sosyokültürel sosyoekonomik talep ve şikayetlerini kamu nezdinde dile getirmenin ötesinde artık uluslar arası arenada da ispatı vücud ediyorlar.
Özellikle de çevre ve insan hakları konusunda sivil toplum örgütlerinin küreselleşmeye paralel bir seyir takip ettiklerini müşahede ediyoruz.
Sivil toplum örgütlerinin hükümetlerin ilgisiz ya da aciz kaldıkları birçok alanda etkin oldukları da ayrı bir gerçek.
Öte yandan sivil toplum örgütleri kendi devletlerinin ve hükümetlerinin başarısına da katkıda bulunan faaliyetler icra edebiliyorlar.
Odaların ve ekonomik muhtevalı cemiyetlerin ülke ekonomisine dolayısıyla hükümetlerine ve devletlerine verdikleri desteğin, halkın ekonomik durumuna da olumlu akseden bir mahiyeti vardır.
Destek verilmediği zaman da olumsuz neticeleri söz konusudur. Ekonomik çevrelerin sözcülüğünü yapan sivil toplum örgütlerinin geçmişte düşürdükleri hükümetleri, kucak açtıkları darbeler ve çıkan ekonomik krizlerde halka çektirdikleri acıları unutmuş değiliz.
Demem o ki, hükümetler ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar sivil toplum örgütlerinin desteğini alamazlarsa arzuladıkları hedefleri yakalamaları o kadar kolay olmayabilir. Bu bağlamda TÜSİAD'ın ve benzeri muhalif sivil toplum örgütlerinin oynadığı olumsuz rolü örnek gösterebiliriz.
Tabii sivil toplum örgütleri sadece ekonomik faaliyetlerle değil insanlığı ilgilendiren bütün alanlarda aktif olmalıdır.
Mesela, düne kadar Filistinlilerin haklarını savunmak için batılı sivil toplum örgütleri faaliyet gösteriyor, Filistinlilerin din kardeşleri olan bizler onları sadece seyretmekle yetiniyorduk.
Asya'da Afrika'da ve dünyanın öteki bölgelerinde yaşanan insani dramlar karşısında bizler sadece seyirciydik.
Bugün durum çok farklı. Artık Türkiye merkezli sivil toplum örgütlerinin dünyada ayak basmadıkları, ilgilenmedikleri ve yardım eli uzatmadıkları bölge kalmadı.
Devletimizi son on yılda güçlü kılmada ve itibarını artırmada bu sivil toplum örgütlerinin payını unutmamak gerekir. Türkiye büyük devlet olmuşsa, biraz da bu sivil toplum örgütlerinin sayesinde olmuştur.
Dünyanın dört bir yanında eğitim veren Türk okullarından tutun, Deniz Feneri, Yardımeli, Cansuyu, Kimse yok mu, Bab-ı Alem gibi sivil toplum örgütlerimiz devletimizin ve milletimizin bütün dünyada gönüllü temsilciliklerini yapmaktadırlar.
Tabii en başta İHH.
Bu sivil toplum örgütleri sadece yardım eli uzatıp gönüllü temsilcilikler yaparak yüzümüzü ak etmekle kalmıyorlar, kimi uluslar arası sorunların çözümünde de artık aktif rol alabiliyorlar.
Siyasi diplomasinin yeterli olmadığı dönemlerde insani diplomasiyi bu sivil toplum örgütleri devreye sokabiliyorlar.
İnsani diplomasi başarısının son örneği Suriye'de 60 gündür kendilerinde haber bile alınmayan gazeteciler Adem ve Hamit'in, İHH tarafından bulunması, görüntülenmesi ve aileleriyle görüştürülmesidir.
Müthiş..
Harika..
Bu insani diplomasinin başarısı tabiî ki yılların tecrübesinin ürünüdür.
Suriye ile ilişkilerin gergin olduğu süreçte resmi temasların olumlu sonuç vermesi elbette ki beklenemezdi. Böylesi zamanlarda sivil toplumun devreye girmesi beklenir. İşte İHH artık insani diplomasi alanında da etkili misyon ifa edebileceğini ispat etti ve resmi ağızdan yok denen kayıp gazetecileri bulma başarısını gösterdi.
İHH'yı kutlayalım ve İHH gibi bir sivil toplum örgütümüz olduğu için iftihar edelim.
___________________________________________________________________________________________________
Sivil Diplomasi ve İHH
Fehim Taştekin
Bakmayın Başbakan Tayyip Erdoğan ve Kurtlar Vadisi dizisine Kosova’dan başlayan Polat Alemdar’ın Tito’dan sonra Prizren’de en fazla kalabalığı toplayan kişiler olduğuna. Eski Yugoslavya eğitim sistemindeki Osmanlı düşmanlığı, Kosovalı Arnavutların zihinlerine fena işlemiş. Siyasi elit ve aydın kesim Türkiye’ye karşı koşullu.
Türkiye’ye artan ilgi Türk sevdasından değil. Türkiye 2008’de tek taraflı bağımsızlık ilan ettiğinde Türkiye’den koşulsuz destek aldı. Ankara ‘hele siz şu Osmanlı düşmanlığını unutun’ demedi. Kosovalılar Sırplardan kurtulmalarını Amerikan müdahalesine borçlu.
Türkiye de ABD’nin bölgedeki en sıkı müttefiki. Kosova kendi geleceğini bu ittifakta garantide görüyor. AB’nin ne yapacağı belli değil. Yunanistan ve İspanya dahil AB’nin 5 üyesi Kosova’yı tanımıyor. Bu durum sürdükçe AB yolu taşlı demektir. KFOR’da görevli Türk askerinin halkla iç içe olması da Türk algısının değişmesine yardım ediyor. Prizren’den önce Priştine’deydik. Kent sakinleri bayram namazını Fatih Camii’nde kılarken Türk askerleri onlarla birlikte saftaydı. Sokaklarda AB’nin polis gücünde görevli Türk polisinin de billboardlarda Kosovalıların bayramını kutlayan ilanları vardı. Buralarda Türk gücü kamu diplomasisinde bir numara! Sivil diplomasinin en önemli ayağında ise İHH gibi yardım kuruluşları ve TİKA’nın faaliyetleri oluşturuyor. İnsani yardımlar…
Osmanlının çekilmesiyle atılan köprüleri yeniden kuruyor. Tarih ve kimliğin yeniden keşfinde Prizden mihenk taşı. Prizren yemekleriyle, gelenekleriyle ve kültürüyle Kosova’yı ayakta tutuyor. Aslında Türk-Arnavut ayrışmasının en rahat tölare edilebildiği kent de burası. Türk asıllı bir Prizrenli, Türk-Arnavut ayrışmasına ve Arnavut aydınların “İstilacı Osmanlı bizi Müslümanlaştırmasaydı AB ile bugün daha kolay bütünleşirdik” tezine karşı Müslüman kesimin genel argümanını şöyle dile getirdi: “Osmanlıdan önce burada temizlik bile yoktu.
Buraya kaldırımlar döşenirken Paris’in adı bile yoktu. Osmanlı sömürseydi bugün herkes Arnavutça konuşuyor olur muydu?” Burada Sırplar ne kültürel ne de fiziki olarak artık ‘tehdit’ değil. 1999’daki savaşın ardından Sırplar Prizren’i terk etmiş. Kenti 560 m yukardan dikizleyen tarihi kalenin yamaçlarındaki Portkale (Kale Arkası) bölgesinde metruk Sırp evleri yakılıp yıkılmış. Savaş sonrası köyler de şehirlere akın etmiş. Kültürel erozyonda bu göçün önemli katkısı var. Arnavutlar tarihe döndükçe laik-dindar ayrışması da filizleniyor. Dindar kesimin yüzü İstanbul’a, laiklerinki Brüksel’e bakıyor.
___________________________________________________________________________________________________
Kullanmadığımız şu sivil diplomasi
Deniz Sipahi
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ne diyor? “Bizim hesaba çekileceğimiz zamanlar demokrasi uygulamasında neresidir; sandıklardır. Her sandıklar kurulduğunda hesaba çekilir. Ama siyasetçi kendisini daha önceden hesaba çekemiyorsa, çekmiyorsa o zaman geldiği gibi, sandığa gömülürsün. Siyasette mezar sandıktır. Bunun acı faturaları var. Öyleyse bunu bilerek çalışacağız ve milletle el ele olacağız. Milletle karşı karşıya olmayacağız. Bazen birileri çıkabilir ama biz ne dedik biz kimsesizlerin kimsesiyiz.”
İyi, güzel sözler de... Başbakan eleştiri kabul ediyor mu?
Mümkün mü? Özeleştiri...
Bugüne kadar hiç şahit olmadık. AKP okları ne zaman kendisine doğru hissetse, hemen yüzde 47’yi hatırlatıyor. “Çoğunluk bizde” diyor.
Tamam da demokrasinin çoğulculuk olduğunu hatırlatan var mı?
AKP bunu kabul etmiyor; “Seçimden seçime halka sorarız” demeye getiriyor.
Gelmiş geçmiş bütün hükümetler aynı hataya düştüler. Hatayı kabul etmediler.
Halkın beklentilerinden zaman içinde çok çok uzaklaştılar. Bizde ne yazık ki, sivil toplum örgütleri yeteri kadar güçlenemedi. Başbakan’ın medyaya yönelik sözlerini Avrupa Birliği ülkesinin bir başbakanı yapabilir miydi?
Sanmıyorum...
Her zaman savunduğum bir şey var.
Türkiye’nin gelişimi ve değişimi için sivil insiyatifin baskı unsuru olması şart.
Belki de sivil diploması denilen kavramı tam anlamamış olmamızın da bunda büyük etkisi vardır. Bunun için de sivil diplomasiyi sadece siyasetin değil, toplumun genelinin kullanması gerekir.
* * *
Nedir sivil diplomasi?
Bir halkla ilişkiler faaliyeti mi?
İkisini birbirine karıştırmamak gerekir.
Bu tür diplomasinin dilimizde karşılığı bile yok. Belki sivil diplomasi veya kamuoyu diplomasisi hatta gönüllü diplomasi diyebiliriz. Devletten devlete değil, devletten kamuoylarına; sivil toplumdan devletlere; sivil toplumdan kamuoylarına yönelik olarak, kapalı kapılar ardında değil, açık yapılan diplomasiden bahsediyoruz.
Kamuoyu diplomasisini PR faaliyetleriyle karıştırmamak gerek.
PR faaliyeti bir görüşün ya da bir fikrin satılmasına yöneliktir.
Kamuoyu diplomasisi o görüşün veya o fikrin oluşturulması için yapılır.
Entelektüel ve kavramsal düzeyde gerçekleştirilir.
Ama her ikisi de küreselleşen dünyada gelişen iletişim kanallarını kullanır.
Karışıklık da zaten bu yüzden doğar.
Sizce böyle bir problemimiz yok mu?
Ya İzmir’in...
Ege’nin...
Son yirmi yılda İzmirlilerin tipik ruh halini tersine çevirecek, “Eyvah Anadolu kaplanları bizi geçiyor mu?” endişesini yok edecek sivil diplomasi değil midir?
Son yaşadığımız EXPO sürecini şöyle bir gözden geçirin.
EXPO Genel Sekreteri Loscarteles’in her İzmir’e geldiğinde “Sivil birliğiniz yok” eleştirisinin arkasında da sivil diplomasi yoksunluğu yok mu?
Nasıl Türkiye Avrupa Birliği’ne kendini anlatmakta zaman zaman sıkıntılar yaşıyorsa; İzmir’in de kendi problemlerini merkezi hükümete anlamakta aynı durumun etkisi yok mu?
Bence var...
En başa dönecek olursak.
Türkiye’de hükümetler demokrasi deyince akıllarına seçimi getiriyor.
Oysa seçim demokrasinin tek başına unsuru değildir.
Bunun böyle olmadığını da ancak sivil toplum anlatabilecektir.
Eksik ve yetersiz olan budur.