Musa Üzer’in yönettiği panelde konuşmacılar Bülent Gökgöz ve Kenan Levent idi.
Panelin yöneticisi Musa Üzer, ilk olarak, AK Parti dönemi ile beraber Müslümanlar arasında “iyiden kötüye doğru bir değişim-dönüşüm” söyleminin yaygınlaştığını ancak bunun ne derece doğruluk ve haklılık payı taşıdığının sorgulanması gerektiğini belirtti. AK Parti’nin getirdiği görece özgürlük ortamının İslamcılığın içinin boşalmasına zemin hazırladığı, Müslümanların böylelikle sağcılaştığı, liberalleştiği iddialarının yeniden tartışılması gerektiğine değinerek sözü panelistlere bıraktı.
İlk sözü alan Bülent Gökgöz, özetle şunları söyledi:
28 Şubat döneminde Müslümanlar, usuli-metodik alanlarda taşıdıkları tüm zaaflara rağmen bir direniş ortaya koymuşlardır ve bunun önemsenmesi gerekir. Ancak taşınan bu zaaflar, baskılar sonucu çözülme ve savrulmaları getirmiş ve bu durum içe kapanma, akademisyenciliğe yönelme, sivil toplumculuğa kayma şekillerinde tezahür etmiştir. Bu nedenle henüz AK Parti dönemine gelinmeden genel anlamda İslamcılığın işi boşalmış bulunuyordu.
28 Şubat döneminde halk, gördüğü baskılara, zulümlere bir cevap olarak, aynı zamanda ekonomik endişelerle AK Parti’yi tek başına iktidara taşıdı. Partinin kurucuları İslami bir gelenekten geliyordu ve kendilerini “Muhafazakâr Demokrasi” ideolojisiyle tanımlıyorlardı. Ancak bu yeni tanım, özellikle de ortaya konan pratikleri açısından; klasik muhafazakârlıktan, statükoyu savunmamak ve tedrici olarak değişim-dönüşüm çabası içinde olmak gibi özelliklerle ayrılıyordu. Aynı zamanda AK Parti’nin laiklik anlayışı “pasif” bir karakter taşıyordu.
AK Parti’nin yıllar içinde “çevreden merkeze” yürüyüşünün nasıl gerçekleştiği akla gelebilecek bir sorudur. Burada; AB uyum politikalarının gündeme gelmesi, aşamalı olarak askeri vesayetin geriletilmesi, yargı reformlarının yapılması, düşünce ve ifade özgürlüğünün genişletilmesi, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin kaldırılması, cezaevlerinde sistematik işkenceye son verilmesi gibi gelişmeler sayılabilir. Ancak bu sayılanların kolay ve çabuk gerçekleştiği sanılmamalıdır. Nitekim Balyoz Darbe Planı, AK Parti’ye kapatma davası ve 27 Nisan e-muhtırası bu sürecin zorlu ve sıkıntılı geçtiğinin işaretleri olarak okunabilir. Bunlara bağlı olarak AK Parti de zaman zaman gel-git durumları ve yalpalamalar yaşamış, sürekli net ve dik politikalar üretememiştir.
Bahsedilen bu “normalleşme” sürecinde Müslümanların da payı söz konusudur. 28 Şubat döneminden bu yana İslamcıların bir kısmı, AK Parti’nin yeni gündemine aldığı Milli Güvenlik Dersleri, ABD-İsrail ile olan ilişkilerin niteliği, militarist vesayet gibi konuları dillendiriyorlardı. Bu nedenle İslamcılığın bir anlamda AK Parti’nin politikalarını etkilediğinden bahsedilebilir.
Tekrar başa dönülecek olursa; AK Parti’nin İslamcılığın içini boşalttığını savunanların, usul-ü din, tarih-toplum değerlendirmeleri, yerel ve küresel sisteme yaklaşımları konusunda zaafları ve yetersizlikleri söz konusudur. (Örnek olarak; 12 Eylül Referandum tartışmaları ve Suriye’deki olaylara bakışta ciddi farklılıklar olmuştur) Bu iddia sahiplerinin bu tarz söylemlerle Müslümanlara güvensiz bir bakışa sahip oldukları ve onları bir “nesne”den ibaret gördükleri anlaşılmaktadır.
İkinci olarak söz alan Kenan Levent ise kısaca şunlara değindi:
AK Parti ile başladığı iddia edilen süreç devam ettiği için; yapılan tespit, eleştiri ve değerlendirmeler ileriki zamanlar için geçersiz olabilir. Herhangi bir dönemi değerlendirirken de ondan önceki süreçlere de göz atmakgerekir.
1950’lerden itibaren oluşmaya başlayan dünya siyaset dili ve ideolojik literatür incelediğinde birçok kavr
amın, tanımın değiştiği ve yeni birtakım söylemler ortaya atıldığı görülmektedir. Post-modernizm, neo-liberalizm, küreselleşme gibi kavramlar ya da ideolojilerin bittiği tezi bu dönemlerde dillendirilmeye başlanmıştır. Yine teknolojinin, haberleşmenin, iletişimin hızlanması, üretilen yeni kavramların tüm dünya çapında gündeme gelmesine neden olmuş ve çeşitli etkilenmeler meydana gelmiştir. Sonuç olarak AK Parti sürecine gelinmeden Müslümanlar da bu genel siyaset dilinden ve yeni ekonomik düzenden ister istemez etkilenmişlerdir. Bu etkilenme de bazı tartışmaları doğurmuştur.
Örnek olması açısından, Refah Partisi’nin belediyeleri almasından sonra “Müslümanların kapitalistleşmesi” tartışmaları gündeme gelmiştir. Yine aynı dönemlerde sistem içi mücadelenin doğru olup olmadığı konusunda tartışmalar yaşanmıştır.
28 Şubat’a gelindiğinde ise Müslümanların net bir siyasal değişim talebi söz konusuydu. Ancak sistem karşısında yenildikten sonra, laik-Kemalist sistemde İslami referanslarla siyaset yürütülemeyeceği anlaşılmıştı. Bu süreç de bazı Müslümanlar tarafından Ak Parti gibi “Muhafazakârlık” söylemini ön plana çıkaran bir oluşumun ortaya konulmasını getirdi. Bu “Muhafazakârlık”ta, aile, maneviyat gibi kavramlar öne çıkarken, tedrici bir değişim de hedef alınmaktaydı. Aynı zamanda Modernizm ile geleneksel değerleri harmanlayan bir yaklaşım da mevcuttu.
Bu süreçte gündeme gelen eleştiriler “dışarıdan” ve “içeriden” olmak üzere ikiye ayrılabilir. “Dışarıdan” yapılan eleştiriler, daha çok Kemalist, sol-sosyalist çevreler tarafından yapılmakta idi ve İslamcılıkla Muhafazakârlığı eşitleyerek İslamcıları mahkûm etme gibi bir amaç söz konusuydu. “İçeriden” gelen eleştiriler ise daha önce bahsedilen AK Parti’nin İslamcıları dönüştürdüğü iddiaları idi ve bu yaklaşımın yanlışlarla malul olduğu açıktı.
Burada bizlere düşen ise usul-ü din noktasında, tarih-toplum değerlendirmesinde, yerel ve küresel sistemi anlamlandırmada, metod anlayışımızda sürekli daha iyiyi, daha doğruyu aramaktır. Bireyselleşmeye düşmeden cemaat olma bilinciyle yapılacak bu tartışmalar, bilinçlenme arayışları Allah’ın izniyle bizleri daha iyi noktalara götürecektir.
Program, soru-cevap bölümüyle sona erdi.
Haksoz Haber / Mücahit Gökduman