Dolar

34,9460

Euro

36,7036

Altın

2.981,21

Bist

10.125,46

'Arap dünyasıyla irtibatımız koparıldı'

Avukat Orhan Aktaş, Suriye ve Irak’taki son gelişmeleri değerlendirdi. Suriye’nin İslam dünyası için bir turnusol kâğıdı olduğunu söyleyen Aktaş, bu gelişmelerle Türkiye’nin Sünni Arap bloğuyla irtibatının kesildiğini söyledi.

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-01-04 13:21:34

'Arap dünyasıyla irtibatımız koparıldı'
Tunus, Mısır, Libya’da diktatörlüklerin yıkılması anlamında ciddi sonuçlar alındıktan sonra, Suriye’ye geldiğimizde ilerleme neden durdu sizce? Diğer ülkelerdeki rejimler aleyhinde dünyada neredeyse tek bir kamuoyu oluşmuşken, Suriye’deki diktatörlüğün yıkılması konusunda dış güçler neden fikir ayrılığına düştü?

Suriye küresel sistem içerisindeki iki ana bloğun kesişme noktasında duruyor. Ki bu iki ana blok da küresel sisteme dâhil bloklardır. Yani, ABD’nin başı çektiği Batı paktı küresel sistemi temsil ediyor da, diğer taraf küresel sistem karşıtı anti-emperyalist bir cephedir diye düşünmek safdillik olur. Küresel sistem içerisinde pastadan pay kapmak isteyen iki ana güç, birisi pastanın büyük bölümünü kontrol eden ABD merkezli Batı paktı, diğeri de yeni yeni gelişen Rusya Çin bağlamındaki pakt. İran da bu anlamda bu paktın bir uzantısıdır.

Muhalif görüntüsü vermeye çalışan İran da bu sistemin bir parçası mı?

İran’ın duruş ve mücadelesinin başlı başına anti-emperyalist bir duruş olarak takdim edilmesi temelsiz bir iddia olur. İran dünyada sistem dışında kalan ve bu yüzden bütün kürsel sistemin üzerine çullandığı yegâne ülke gibi sunulmaya çalışılıyor. Kısmi doğruluk payı olabilir fakat ben bunun açıkçası çok fazla önemsemiyorum.

Neden?

Çünkü anti-emperyalist olmak ya da ideolojik bir tavır içerisinde olmak bizatihi sadece böyle olduğu için hak üzere olmak anlamına gelmez. Kuzey Kore de küresel sistem dışında görülen bir ülke. Kore hak merkezli bir yönetim ya da yaşama biçimini deklare eden bir yapı mıdır? Hayır. İnsanların dolgu malzemesi gibi heder olup gittiği bir ülkedir bilakis.

Libya’da Kaddafi ‘yi durdurmak için Batılı güçler birlik oldular. Suriye’de ise NATO’nun girişimleri Çin, Rusya İran muhalefetine dayandı durdu. Suriye’de meselenin çözümü neye bağlı sizce?

Kehanetimsi bir şey olabilir belki ama tarih bizi ya doğrulayacak, ya da yalanlayacak. Suriye mevzuunun, Arap devrimleri içerisinde hepsinden daha fazla dünya mukadderatıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Mısır’ı ayırarak söylersek diğer ülkelerin hepsinde lokal bir dönüşümle ilgiliydi mesele. Suriye bu sistem içerisinde iki ana fay hattının ortasında, çatışmanın merkezinde olduğu için, bu ülkedeki değişimi ana kırılma noktası olarak görüyorum. Burada iki güç arasında ezilen de bizim kardeşlerimiz. Allah onların yardımcısı olsun.

Belki fantastik olacak ama Suriye’de Batı’nın müdahalesi olmadan Arap birliği ve Türkiye’nin yardımıyla şu nizam devrilse de yerine görece bir açık toplumun oluşacağı serbest seçimle bir yönetimin geleceği tabanın taleplerinin yönetime yansıyacağı bir idare kurulsa Suriye ile Türkiye arasında sınır hükmünü yitirecektir.

Türkiye’de, Suriye halkının ayaklanmasına kuşkuyla bakan bir kesim var. Onların zihinleri de bu iki paktın arasına mı sıkışmış durumda?

Meselenin en sıkıntılı taraflarından birisi de bu. Türkiye ölçeğinde yıllardan bu yana Müslüman inisiyatifi olarak tebarüz eden kitlelerin bu hususta ikilem içinde kalması çok acıdır. Bu zihni bir sarahate kavuşamamış olmamızdan kaynaklanıyor.

Zihni sarahatten kastınız nedir?


Müslüman’ın Müslüman olarak politik duruşunu küresel pastayı paylaşma hususundaki bir çatışma alanında düşünmesi büyük sıkıntı. “Biz bunlara karşı mücadele edelim, pastadan payımızı alamıyoruz” düşüncesi, hiç de Müslüman’ca bir mücadele tarzı değildir.

İran neden Baas’a destek veriyor? Sadece mezhepsel bir duruş mu bu?

İran’ın varoluşu mezhep üzerine temellenmiş ideolojik bir yapılanma olduğundan, İran için mezhep demek aynı zamanda ‘ulusal kimlik’ demektir. Ve ulusal menfaatlerin devamlılığı ana motorudur. Buna eklemlenecek şekilde Şii olmayan bazı yapıları bile bu yapı içerisinde bir yere konuşlandırabilir. Hamas’la da İran’ın ilişkisi belirgin. İran’ın Sünni Hamas’la organik ilişkisi olduğu vakadır. İran, kendi ideolojik aksında Akdeniz’den kendi doğal coğrafyasına kadar tamamlayacak bir hat oluşturuyor. ABD de Irak’tan çekildikten sonra ülkeyi tamamen Şiilere devretti. Bu hattın muhafazası Doğu paktının Akdeniz ve bölge üzerindeki en büyük kaidesidir.

Türkiye için Suriye’deki son gelişmeler ne anlama geliyor?

Türkiye açısından bakarsak, bir Müslüman ülke olarak hassasiyet ortaya koymasının ötesinde, Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından da Suriye’deki devrimi desteklemesi elzemdir.

Türkiye’nin Arap dünyası arasındaki irtibat şu an fiilen kesilmiş durumda. Esed Türk tırlarına vergi engeli koyunca, Türk dışişleri “Irak üzerinden göndereceğiz” açıklaması yaptı. Maliki de bunu reddetti. Türkiye ve Sünni Arap bloğunun arasında kara yolu irtibatı koparılmış durumdadır. Bu yapının böyle devamı, Türkiye’nin coğrafyada belirleyici olmak, kendi tarihi ve kültürel coğrafyasıyla bütünleşmek talebi önündeki en büyük engeldir. Bu yüzden, Türkiye’nin kendi maddi çıkarı için de milli menfaatleri için Suriye’deki devrimcileri desteklemesi lazım.

Lübnan İsrail tarafından bombalanırken Suriyeli Müslümanlar sokaklara dökülüp Nasrallah’ı ve İran’ı desteklediler. Ciddi bir saf oluşturdular. Şimdi Suriyeliler bombalanıyor. Nasrallah ve İran Suriye halkını arkadan mı vurdu?

Suriye’deki bu katliam ümmet açısından bir turnusol kâğıdı oldu. Allah’ın kulu muyuz, yoksa stratejik çıkarların mı kuluyuz, bu noktada açığa çıkıyor. 40 yıllık bir despot yönetimin zulmü altında inleyen Müslümanlar bütün dünyadan yardım beklerken, çoluk-çocuk katledilirken, Nasrallah’ın kalkıp da itikadî manada hiç kimsenin Müslüman diyemeyeceği Esed’in ve Baas yönetimin arkasında durması, hatta Baas yönetimine karşı isyan edilmesinin bir ihanet olduğu şeklinde bir hezeyanda bulunması, Müslümanların kısm-ı azamisinin nazarında Hizbullah’ı ve Nasrallah’ı bitirmiştir. Nasrallah hiç de ümmetin kaygısıyla kaygılanan birisi değilmiş. Sadece, Şii taassubu içerisinde kendi stratejik çıkarlarını ve özelde de Şiir çıkarlarını düşünen bir kliğin başındaki kişiymiş.

Suriye’deki zulüm kalkar da, bir çözüme ulaşırsa, bu durum Suriye sonrası İran, Tükiye, Suriye, Lübnan gibi bölge ülkelerinin ilişkilerini etkiler mi?

Kuzey Lübnan ciddi lojistik destek veriyor Suriyeli devrimcilere, özellikle tıbbi yardım konusunda. Humus ve Hama bölgesine ciddi yardımlar oluyor. Güney Lübnan üzerinde ben istemiyorum böyle bir şeyi ama bu kanlı süreç devam ederse muhtemeldir ki ümmetin ana bloğu olan ve yüzde 80-90’ınını oluşturan Sünni blokla Şii blok arasında ciddi bir ayrıma sebep olacak diye düşünüyorum.

‘Esed rejimi giderse, Irak’ta olduğu gibi iç savaş çıkar’ tezi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bütün bunlar palavradır, demografik yapıyla da alakası yoktur. Irak’ta nüfusun yaklaşık %45’i Şii’dir, %30-35 Sünni, %20-25 Kürt, birbirine denk 3 ayrı kategori var. Orada iktidar mücadelesi kaçınılmazdı. Suriye’de ise yüzde 80’lik bir Sünni nüfus var. Burada Nusayriler çok az. En abartılı rakam 2 milyon civarındadır. 23 milyonluk ülkede Nusayrilerin esamisi okunmaz. Yerli Hıristiyanlarla Müslüman Sünniler arasında tarihte hiçbir çatışma vaki değildir. Bu açıdan Suriye’de bir iç savaş söz konusu olamaz.

Başbakan Erdoğan Mısır’da böyle bir çatışmanın önlenmesi açısından laikliği tavsiye ettiğini açıklamıştı…

Bu bir hezeyandır. Samimi Müslümanlar açısından hayal kırıklığı oluşturdu bu tavsiye. Buna rasyonel açıdan da gerek yoktu. Zaten demokrasiyle ilgili bir söylem genel kabul görmüşken bunun arasına laikliği sokuşturmak bir fitneye sebep oldu. Bu anında da karşılığını gördü zaten. Buna karşı, Fehmi Huveydi, bir yazısında şöyle diyordu: Tayyip bey laikliği önerirken farklı dinler arasındaki olası bir çatışmaya bir merhem olarak bunu sunduğunu söylemişti. Bizim tarihimizde zaten böyle bir çatışma yok. 1400 yıldır burada Hıristiyanlar var ve çatışma hiçbir zaman olmamıştır. Var olmayan bir meseleyi problem olarak görüp de bunun üzerine bize ait olmayan bir sistemin önerilmesini kabullenemeyiz.

Esed rejimine karşı çıkmak Amerikancılık mıdır?

Müslümanların zihnini teşviş eden, samimi Müslümanları Suriye konusunda net tavır almaktan alıkoyan bir başka fitnedir bu. Esed rejimine karşı çıkmak Amerikancılık ya da Siyonizme destek olmak gibi algılanıyor veyahut bu empoze edilmeye çalışılıyor. Bu da maalesef İran ulusal çıkarlarının yerli kalemşörler tarafından meşruiyetini tahkim etmek isteyen tavrından ibarettir.

Kimdir bu yerli kalemşörler?

Direkt isim vermek istemem ama daha düne kadar hepimizin kardeşi deyip de mücadelesine gıptayla baktığımız Nureddin Şirin’lerin ya da Kenan Çamurcu’ların bu hususta tavır koymaları câlib-i dikkattir. Hiçbir ulusun ulusal çıkarı masum bir çocuğun katledilmesini meşru gösteremez! Bu büyük bir zulümdür, Allah bunun hesabını sorar. “Ama efendim Irak’ta bir milyon kişi katledildi.” Evet, Irak’ta o katliam olurken Sünniler direniyordu.

İran’ın desteklediği Şiiler ABD’nin yanında katliama kalkıştılar. ABD işgal ederken Sünniler mi Amerika’ya destek verdi? Bu örneği veren insanlar bunu düşünsün. Irak ve Afganistan’ın işgalinde İran’ın hiç sesi çıkmadı… Çünkü yıkılan bütün o yapılar despotik de olsa klik açıdan Sünniler olduğu için İran açısından yıkılması gerekliydi. Burada müstekbirlere ses çıkarmama ya da zımni olarak destek olmak onların çıkarlarına uygundu, orada sesleri çıkmadı. Bir milyon kişinin katliamına göz yumdunuz, biz diyoruz ki Suriye’de şu anda 10 bin kişi katledildi. 50 bin kişi kayıp, 100 bin kişinin akıbeti bilinmiyor. “Orada bir milyon kişi katledilirken siz bundan bahsediyorsunuz” diyorlar. Evet, bir kişi bile olsa bahsedeceğiz, kardeşim. Bugün İran da aynı duruma maruz kalsa, Batılı müstekbirler tarafından İran’a müdahale olsa da İran’daki mazlum halk da aynı katliama maruz kalsa aynı tepkiyi yine gösteririz. Kalkıp da burada stratejik kaygıları ön plana çıkararak hareket etmeyiz, bundan Allah’a sığınırız.

Suriye’deki rejimin yıkılmasını Batı istiyor diyerek, muhaliflere karşı çıkanlar var?

Batılı müstekbirlerle Müslümanların menfaatinin mevzi olarak muvakkat olarak paralel geldiği anlar olabilir. O anlarda Müslümanlar kendi iddialarından, kendi taleplerinden vazgeçmek zorunda mı kalacaklar? Arap baharı denilen bu değişimin Batı tarafından manipüle edilmek istendiği doğrudur. Edeceklerdir de. Müslüman’a düşen Batı’nın desteklediği korkusuyla buradaki haklı direnişe destek vermekten imtina etmek değil, mevcut direnişi kendisi destekleyip kendisi yönlendirmektir. Türkiyeli Müslümanlara özelde böyle bir görev düşer. Bir diktatörlüğe karşı şu veya bu sebepten, manipülatif ya da otantik bir ayaklanma hâsıl olmuşsa, bir araya geleceğiz. Bu bir imkân kapısı da aralıyor aynı zamanda. Allah için, şu zalim diktatörlük devrilsin, sonra oluşacak sistemde Batı’dan daha fazla bizim müessir olabilmemiz için şimdiden irtibatımızı kuralım. Oluşacak yapıda Müslüman’ca bir yönetim kurulması için bir şeyler yapmaya çalışalım.

Suriye’de rejimin yıkılmasını İsrail istiyor diyenler de var. İsrail istiyorsa varır bunda bir bit yeniği, diyorlar?


Hüsnü Mübarek kadar Batı ya da İsrail için vazgeçilmez bir adam yoktu. Batı niye onu değiştirmek istesin. Batı şunu gördü. Bu dip dalgası bunları götürecek, o zaman biz bunun karşısında durmayalım önünde açıcı bir görüntü verelim. Yeni olacak kaçınılmaz değişimlerde belirleyici olalım.

Bu değişimleri okumada Batılılar Müslümanlardan öngörülü mü davrandı?

Öngörülerinin sebebi, menfaatlerini bilimsel temelde çok iyi teçhiz etmelerinden ibarettir.

Biz Müslümanların bu hadiseleri yorumlamaktaki temel zaafımız, hadiselere Müslümanca bakmayıp, bir şekilde ulusal çıkarlar ya da küresel pastadan pay kapma eksenli mücadele zaviyesinden bakmamızdır.

Dış politikaya nasıl “Müslüman’ca” bakılır?

Türkiye’deki Müslümanların bu hususta mazisi temizdir. 82’de Hama katliamı olduğu zaman, o zamanın iletişim teknolojisi bu hadiseyi çok sonradan çok cüz’i bir şekilde duymaya imkân verdi. Buna rağmen, edibiyle, düşünürüyle bir şekilde bu dillendirildi. Fakat o dönemde İslam’ın bayraktarlığını yapan ve bugün de hakkında hepimizin hala ihtiramla bahsettiği İmam Humeyni bile o dönemde Hama mevzuu varken Baba Esed’le irtibatını devam ettirdi ve sesini çıkarmadı. Biz yine Müslümanlar olarak bu katliama rağmen, maslahata binaen belki şunu söyledik. Devrim çok zayıf, Irak-İran savaşı var filan. Bu bağlamda ‘Ne yapabilir ki’ dedik. Ama bugün aynı şey söz konusu değil. O zaman bile Müslüman’ca bakış onu gerektirmezdi.

Müslüman ister politik ister apolitik hangi alana matuf olursa olsun, mücerret, müşahhas, dünyevi-uhrevi, tarihi ya da şimdiye dair, Allah’ın takdir edici Mutlak Kadir olduğu hakikati üzerinden hadiseye bakar. Bu esbaba tevessülden onu uzaklaştırır anlamında bir şey söylemiyorum. Fakat hiçbir zaman esbabı Allah’ın kudretine denk ikincil bir güç alanı olarak tavsif edemez. Haliyle ne yapalım şu an maslahatın gereği bu zulme sessiz kalmak demek Allahın takdir edici olduğuna inanmamak anlamına gelir. Biz ne diyoruz, öldüren de Allah’tır, dirilten de, yaşatan da. Allah dilemedikçe kimse kimseyi öldüremez diyoruz. O zaman bu korkudan sıyrılmamız lazım. Biz şimdi stratejinin gereği olarak bu zulme karşı sesimizi çıkarırsak bizi ezerler yok ederler ya da Müslümanların içine fitne girer filan gibi zamansal projeksiyonlarla düşünmeye başladığımız anda Allah’ı devre dışına çıkarmış oluruz. Biz de tipik rasyonel, pozitivist düşüncenin mahkûmu olmuş oluruz.

82’de Hama zulmünü görüntüleyebilecek ne kamera vardı ne de bunu dünyaya ulaştırabilecek internet imkânları mevcuttu. Bugünse tam tersi olmasına rağmen, hiçbir şey yapılmıyor. Türkiye’nin 7-8 yıllık bir stratejik yakınlaşma içerisinde olduğu Suriye’ye karşı, bu olaylar başladığı andan itibaren tavrı ne olmalıydı?

Evet, maalesef Suriye konusunda hiçbir şey yapılmıyor. Cengiz Çandar geçenlerde Lübnan’dan Suriye olaylarını yazdı. Yaptığı tahliller sonucunda önerdiği yollar bizim açımızdan çokta önemsenecek şeyler değildir belki ama Çandar’ın vakıa tahlillerini önemsiyorum. Orada Suriye ulusal konseyine mensup birkaç kişiyle görüşmüş. “Biz bu yola çıktığımız zaman isyan hadisesi ilk gündem e geldiği zaman Tunus’ta Mısır’da Libya’da olduğu gibi dünyanın bize yardım edeceğini düşünmüştük. Özellikle İslam dünyasının ve Arap birliğinin sessiz kalmayacağını hesap ettik. Fakat şu an yalnız bırakıldık. Eğer böyle olacağını bilseydik bu işe yeltenmezdik.” dediler. Ama bir defa başladı, artık geri dönüşü yok. Çünkü çok ciddi katliamlar oldu ve devam etmekte.

Türkiye’nin hamasi söylemleri reel politiğe çarptı

Buradan yola çıkarak Türkiye’nin ilk başta belki iyi niyetli olarak belki de öngörüsüzlük ya da basiretsizlikten kaynaklandığı şekliyle çok fazla kendilerine güvenen bir söylem kullandığını düşünüyorum. 12 Haziran sonrasında Erdoğan’ın balkon konuşması Türkiye’de dinlendiği kadar, İslam âleminde ve özellikle Suriye’de de dikkatle dinlendi. İnsanlar seçimlerden sonra “Türk ordusu gelecek Mahir Esed’in ordusunu mahvedecek” gibi bir beklentiye kapıldılar. Bu şekilde bir imaj çizildi maalesef. Hatta ilk başlarda mülteci akımının başlaması bile bu güvenin bir yansımasıydı. Ama Türkiye’nin bütün bu hamasi söylemleri reel politiğe çarptı durdu.

Türkiye’nin çok fazla temkinli bir pozisyon içerisinde hadiseye karşı -duyarsız demeyeyim ama- zayıf tepki gösterdiğini düşünüyorum.

Ne yapabilir Türkiye?

Türkiye’deki politik karar merciindekilerin, vakti geldi gelmedi onun hesabı ayrı bir hesaptır ama muhalefetin silahlandırılması ve silahlı mücadelenin organize edilmesinde çok ciddi çaba sarfetmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü hadise çok ciddi bir savaşa doğru gidiyor. Aynen Bosna katliamı gibi. Bir tarafta Rusya tarafından teçhiz edilmiş Sırp ordusu, diğer tarafta silahsız Müslüman Boşnaklar. Burada da 40 yıldır Rusya tarafından beslenmiş Suriye Baas ordusu ve silahsız Müslümanlar. Hiçbir farkı yoktur. Boşnak Müslümanlarla Suriyeli Müslümanlar birebir aynı şeye maruz bırakıldı.

Boşnaklardan 250 bin kişinin katlinden sonra NATO müdahale etmişti. Suriye’de katliamlar o noktaya ulaşmadan inşallah Müslüman dünyasının inisiyatifiyle sonuçlandırılır.

Türkiye’yi gözümüzde büyüttük


Biz Türkiye’yi belki de son 10 yıllık atılımından dolayı gözümüzde çok büyüttük. Türkiye kayda değer bir gelişme kaydetti. Kendi tarihsel kökleriyle buluşma, eski coğrafyasıyla irtibat kurma noktasında bağımsız ve dirayetli bir politika güdüyor gibi göründü, biz de umuda kapıldık ama bu bizi gerçeklerden biraz kopardı herhalde. Hala her toplumu, ulus devleti bir şekilde tahdit eden bazı gerçekler var. Bu gerçeklerle böyle olaylar sonucunda tanışıyoruz.

Suriye’deki zulmü gündemde tutma açısından, Türk medyasını nasıl değerlendiriyorsunuz?


Hükümet ya da yetkili bazı klikler tarafından Suriye’de yaşanan olayların tüm boyutlarıyla medyaya yansımasına mani olunuyor. Sadece el-Arabiya, el-Cezire değil, hadi bunların hakkında şaibe var, BBC Arabiya da var. İran’ın Press TV’si, el-Alem TV’si, Suriye’nin devlet televizyonu ve Hizbullah’ın el-Manar kanalı hariç bütün televizyonlar bunlardan bahsediyor. Katliam kıyamet gibi. Türk halkı zannediyor ki günde birkaç adam ölüyor, mevzu bundan ibaret.

Pres TV’ye bakın her gün Bahreyn, Yemen haberi veriyor Suriye’den bir haber yok. Suriye’den verdiği haberler “silahlı terör grupları terör yapıyor” şeklinde. Ve ben de şimdi kalkıp saf bir şekilde “İran küfre karşı mücadele ediyor” diyeceğim öyle mi? Siz zulmün çatısısınız…

Bölgede sürekli İran üzerinden bir savaş söylemi/beklentisi var. ABD ile İsrail’le hatta Türkiye’yle savaşabileceği fikrine nasıl bakıyorsunuz?


Ben kadim acem politikasının o müthiş zekâsının Türkiye ile savaşmak gibi bir ‘aptallığa’ yol açmayacağına eminim. ABD ile İran arasında silahlı bir çatışma çıkma ihtimali de görmüyorum. Keza İsrail’le de görmüyorum. Karşılıklı sanki bir al gülüm-ver gülüm gibi, hesap edilmiş, sınırları çizilmiş simülatif bir kavga var. Her iki taraf da bu kavga üzerinden kendi politik yollarını tahkim ediyor. Her iki tarafın da işine geliyor. İran, bu simülatif kavgayla kendi zihnindeki rejim konumunu ve politikasını tahkim ediyor.

İran’la Batı arasındaki gerilimi senelerden beri seyrediyoruz. Hatta İbrahim Karagül sürekli savaş çıkarmaya çalışıyor. Bir türlü kehaneti tutmadı. Savaş çıksa da kardeşimiz de “ben demiştim” diyerek rahat etse.

Bu simülatif kavgada İran’ın çıkarları bir halkın katledilmesi anlamına geliyor…

Müslümanlar Cenab-ı Hakk’ın sunmuş olduğu diktatörü devirme fırsatını İran’ın milli çıkarları uğruna erteleme lüksüne sahip değiller. Biz Müslüman kıyamını en az Batı’nın menfaatine alet etmekten kaçındığımız kadar vakti gelen bir kıyamı başka bir ulus devlet olan İran’ın çıkarları uğruna terk edemeyiz. Her halükarda Müslümanlar için kıyam mukadderdir. Suriye de böyle. İnşallah bu ümmetin kıyamı olacaktır.

Kemiyet itibariyle büyük bir İslam dünyası neden kendi mahallerinde cereyan eden bir hadiseye kendimahallelerinde bir çözüm bulamıyor da, iş Libya’da olduğu gibi “Müslümanlar bir şey yapmıyor. NATO girse de Kaddafi artık bu insanları öldürmese” kertesine geliyor?


Hadis-i şerifte buyruluyor ya “İslam garip gelmiştir, garip gidecektir.” Kim bilir, belki de bu hadisin tahakkukunu görüyoruz. Müslümanlar hakikaten garip. Müslümanlar başsız, halifesiz. Bizi ancak Allah derleyip toparlayabilir. Allah bizi derlesin toparlasın. Vakti gelmiş midir, bilmiyoruz. Ama önce kalbi bir tezkiye ve zihni bir sarahat lazım. Küresel ölçekte olan bitenlerle ilgili pozisyon almadan önce neyin olup bittiğini anlamamız lazım. Suriye ölçeğinde pozisyon bellidir. Bir mazlum katliama maruz kaldıysa Müslüman’ın tavrı açıktır. Hiçbir kayıtla bu zulme sessiz kalamaz. Kim zulüm karşısında sessiz kalıyorsa, hatta bu zulmün idamesi hususunda bir tavır sergiliyorsa Allah onun hesabını görecektir. Külli anlamda Müslümanların olarak bir tecezzi ve bir atomizasyonla karşı karşıyayız. Bu atomizasyonun neticesinde Allah ne çıkaracaktır, umulur ki hayır çıkar. Bizim yeniden sahih manasıyla Müslüman olmak ne demektir bu hususta düşünmemiz lazım.

Bu zihni karışıklık, kalbi dağınıklık hepimizi kuşatmış durumda. Allah yardımcımız olsun.

Suriye ulemasından beklenti büyüktü, ama Ramazan el Buti gibi insanlar hayal kırıklığı oluşturdu

Ramazan el Buti’nin, yaşlılığının getirdiği bir temkin ya da tedirginlik olarak -en iyi şekilde bu şekilde yorumlayayım- bir korkaklıktan dolayı böyle bir hükümet yanlısı tavır içine girdiğini düşünüyorum. Allah hatasını anlama fırsatı versin. Ahir ömründe böyle bir şaibeyle öbür tarafa gitmesi hayırlı olmayacaktır. Ramazan el Buti için bu zillet, ebedi bir kayba sebep olacak bir zillet olmasın dileyelim.

Düşünebiliyor musunuz, bir zaman gelecek Müslümanlar zalim Esed yönetimini savunabilecek pozisyona gelecekler. Gerekçesi ne? Emperyalizm karşıtı. Esed emperyalizm karşıtı imiş. Allah aşkına bunu nasıl te’vil edelim?

Müslümanlara Suriye meselesinde ne düşen nedir?

İlkin etrafımızdaki Müslümanları bu ikircikli düşünce biçiminden sıyrılmaları için elimizden geldiğince uyaracağız. Burada açık bir katliam vardır, zulüm vardır. Bu zulme ortak olmamaları hususunda uyaracağız. İki sene önce Gazze’ye İsrail saldırdığı zaman 1500 şehit vermiştik. İsrail konsolosluğu önünde geceleri binlerce insan eylem yaptık. 10 ayda Esed yönetimi 10 bin kişiyi katletti ve ne kadar katledeceği belli değil, Beyazıt’ta eylem oluyor, 300 kişi… Allah insaf versin. Zalimin iyisi kötüsü mü var? Siyonist zulmederse kötü zalim, Nusayri zulmederse iyi zalim mi olacak?

Bunun yanında Hacet namazı kılacağız, teheccüte kalkacağız, yalvaracağız. Umulur ki içimizde günahsız bir ağız vardır, vakti gelmiş olur da onun duasını Cenab-ı Hak kabul eder. Allah yardımcımız olsun.

Söyleşinin başında Suriye turnusol kâğıdı oldu demiştiniz. Ne değişti Suriye’yle birlikte?

Bir sene öncesine kadar belki refleks olarak pakt içerisinde İran tarafını desteklemek kalbi bir temayülümüzdü bizim. Sadece Suriye mevzusu değil. Mesela Sudan’da Ömer el Beşir idaresine. Darfur’da bile Müslüman refleksimizden yola çıkarak hadiseye duygusal bakıyorduk. Şimdi her şey yerinden oynadı. Öyle olaylara vesile oldu ki son gelişmeler, gözlerimiz açıldı. Ortada ciddi anlamda sarih bir İslami mücadelenin olmadığını, ortada olanın iğrenç bir hâkimiyet mücadelesi olduğunu fark ettik.

Ubudiyetin arzusunun yerini hâkimiyet kaygısı almış durumda. Bakıyorsun Arap birliği gözlemcilerinin başındaki adam Ömer el Beşir’in en yakını. Humuslu vatandaş Humus’ta onun kolundan tuttu “gelin şu mahalleye bakın katliam var” dedi. “Hayır, gelmem” diyor ve dönüp açıklama yapıyor. “Humus’ta tatmin olduk endişe verici bir şey yok.” Sen kendi gücünü haklılığından almıyorsun demek ki, haksızlığının ortaya çıkmasından korkuyorsun, Allah sana nusret verir mi hiç? Sen nasıl Müslümanca bir iddia içerisindesin?

Ve bazı arkadaşlar görüyoruz sağda solda, okumuş-yazmış tipler, bu mavallara mahkûm olarak “Suriye’deki katliam Batı’nın pompalaması” diye konuşuyorlar oturdukları yumuşak yerden. Karınları da tok. Kardeşim, orada çocuğu-çoluğu katledilmiş, karısının ırzına geçilmiş bir adamın yaşadığını yaşamadan o adamı küçümsersen Allah bunun hesabını senden sorar. Sen kimsin ki onun çektiği acıyı yok sayasın. Allah adaletimizi kaybettirmesin.

Kaynak: dosdogruhaber.com
SON VİDEO HABER

Suriyeliler teröristleri taşlayarak kovdu

Haber Ara