Dolar

32,4995

Euro

34,8256

Altın

2.489,79

Bist

9.548,58

Vicdani red caiz değil midir?

Mustafa Akyol kaleme aldığı bugünkü yazısında Vicdani red'in islami boyutunu tartışıyor...

13 Yıl Önce Güncellendi

2011-12-14 08:00:40

Vicdani red caiz değil midir?
Batı’da doğup gelişen “vicdani red,” yani savaşmayı ahlaken doğru bulmadığı için “askerlik görevini” reddetme tutumu, şimdilerde bizde de tartışılıyor. Vicdani redde karşı çıkanlar arasında ise, İslam’daki “cihad vazifesi”ni hatırlatan bazı mütedeyyin kalemler var.

Peki ama İslam’daki “cihad” geleneği ile, modern devletin zorunlu askerlik uygulaması arasında paralellik kurmak, yani Hilal Kaplan’ın yerinde tabiriyle “laik orduya mücahid olmak” doğru mu?

Cevabı aramadan önce, “vicdani red” hakkındaki bir yanılgıyı düzeltmekte fayda var. Bu, askerlikten kaytarmak isteyenlere can simidi sunan bir düzenleme değil. Çünkü “vicdani redçiyim” dediğinizde, evinizde oturmuyor, aksine askerlik süresinden daha uzun bir “kamu hizmetine” sürülüyorsunuz. Mesela bir yıl askerlik yapmak yerine iki yıl hasta bakıcılık yapıyorsunuz.

Gelelim meselenin İslami yönüne...

‘Vatan savunması’ mı?

Bu konuyu köşesinde ele alan değerli bir İslam hukukçusu, “vatan savunması”nın hem dini bir görev hem de akli bir zorunluluk olduğunu belirterek şöyle karşı çıkıyor vicdani redde:

“Bir gün bir düşman fert mülkünüze, ailenize, can ve namusunuza silahlı saldırıda bulunsa veya yabancılar silahlı saldırı yaparak ülkenizi elinizden almak, sizi öldürmek veya köleleştirmek, değerlerinizi talan etmek isteseler ‘Bırakın geçsinler, bırakın yapsınlar’ mı dersiniz, elinizden geleni ardınıza koymayarak düşmanı yok veya defetmeye mi çalışırsınız?”

Oysa bu soruya şu cevabı vermek mümkün: “Ülkem işgal edilir de aileme saldırılırsa, elbette elime silah alıp düşmana direnirim. Ama bu teorik tehlike, tek işlevi ‘ülkeyi işgalden korumak’ olmayan, benim tasvip etmediğim başka misyonlar da üstlenen bir orduya katılmama gerekçe değildir.”

Çünkü, altında yaşadığımız modern devletlerin orduları, sadece savunma değil, saldırı ve tehdit misyonları da üstlenebiliyorlar. Hatta bazıları, ülke içindeki belirli ideolojilerin veya sınıfların bekçiliğine bile soyunabiliyor.

Bu misyonları ahlaki bulmamak, bu nedenle orduya katılmayı reddetmek de, bence son derece ahlaki bir tavır. (“İslami vicdani redçi” Enver Aydemir’in yaptığı gibi.)

Eğer bunu kabul etmeyeceksek, “hayır, herkes hangi devletin vatandaşı ise onun ordusunda savaşmaya mecburdur” mu diyeceğiz. Mesela, İsrail’in işgal altındaki topraklarda uyguladığı zulme tepki gösteren ve bu yüzden bu topraklarda görev yapmayı reddeden “refusenik”lere karşı mı çıkacağız?

Meşruiyetin zemini

Diyebilirsiniz ki, “İsrail ordusu, Müslüman olmayan, hatta Müslümanlara zulmeden bir ordu; emsal olmaz.”

O zaman da Müslüman ülkelerin ordularına bakalım. İran-Irak savaşını hatırlayalım mesela. Her ikisi de Müslüman çoğunluklu olan bu iki ülkenin ordularına katılmak, dinen gerekli miydi?

Her ikisi de birbirini öldüren bu orduların her ikisine de dini meşruiyet mi sunacaktık yani?

Bence işin doğrusu şu: Türkiye Cumhuriyeti dahil modern ulus-devletlerin hiç biri, “dini meşruiyet” üzerine kurulmuş değildir. (Bu, “gayrımeşru” oldukları anlamına da gelmez elbette.)

Bu yüzden de dindarların, bu devletlere veya onların ordularına kutsallık atfetmeleri, onlara itaati dini bir görev saymaları yanlıştır. Böyle yapanlar, bu devletlere hak etmedikleri bir otorite sunmuş olur. (Mesela, bu yüzden “peygamber ocağı” sözünün bence tedavülden kalkması gerekir.)

Doğru olan, modern devletlerle ilişkiyi dünyevi ve rasyonel düzeyde kurmaktır.

Ben vicdani redde bu düzeyde bakıyor ve onu bir insan hakkı olarak görüp destekliyorum.

Haber Ara