“Edi ile Büdü Libya’daydı” başlıklı Yazısının sonunda “Davranışları, bırakın devletlerin yürüttüğü profesyonel Kamu Diplomasi stratejisini, şirketlerin yürüttüğü Halkla İlişkiler faaliyeti olarak bile bir adım ötesini görmekten yoksun ve acemiceydi” diyen Toy, Susam Sokağı kahramanları Edi ile Büdü’ye (Bert and Ernie) benzettiği liderlere “Thank you Mister Cameron, Merci Monsieur Sarkozy. Thank you Mister Bert and Merci Monsieur Ernie” diyerek teşekkür etti.
İşte o yazı:
“Edi ile Büdü Libya’daydı”
Sarkozy ile Cameron Bingazi’de Susam Sokağı karakterleri Edi ile Büdü (Bert and Ernie) gibiydiler. Batının “şark kurnazı Sarkozy” bu aşağılanmaya Merkel’i ikna edememiş olacak ki yanına İngiliz Başbakanı Cameron’u alıp geldi Libya’ya.
Karar alıcı pozisyonundaki Türk devlet adamları ve siyasetçileri uluslararası arenada hem konuşurlarken ve hem de davranışları ile her iletişimin “meşruiyet” dayanağı; ilkelerden (hukuk) ve tutarlılıktan (mantık) taviz vermemeye dikkat ediyorlar.
19-20 Kasım 2010 tarihlerinde Portekiz’in başkenti Lizbon’da gerçekleştirilen NATO Zirvesi’nde Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün, kurulması planlanan Füze Savunma Sistemi’nde İran ve Ortadoğu adının, kabul edilecek belgede zımnen de olsa “düşman” nitelemesiyle geçmesini isteyen Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy için sarf ettiği “Bunu aklınızdan çıkarın. Savunma sistemi, balistik kapasiteye karşı kuruluyor. Bir ülkeye karşı değil. Bu kapasite hangi ülkede varsa veya nerede varsa ona karşı. Bugün bir ülkede olabilir yarın başka bir ülkede çıkabilir. Doğru olan herhangi bir ülkeyi hedef almadan bu kapasiteye karşı savunma sistemi oluşturulmasıdır” sözleri bir ilke ve tutarlılıktan beslendiği için Fransa dışındaki, NATO üyesi ülkelerin neredeyse tamamında kabul görüyordu.
Aynı toplantı sırasında “Kusura bakmayın ama Kıbrıs (Rum kesimi) AB’ye tam üye. Biz 27 kişilik bir aileyiz. Değerlerimiz var. Ona göre hareket etmek durumundayız ve bunlar da hayatın gerçeği” diyen Sarkozy’ye Abdullah Gül “hayatın diğer gerçekleri”nden bahsederek bilgece ve derinlikli bir cevap vermişti:
“Doğrudur, Rumlar AB üyesi ve bu da hayatın gerçeği ama hayatın öbür gerçekleri de var. Meselâ Rumlar Ada’nın tamamını temsil etmiyor. Orada çözülmemiş bir sorun var. Tutulmayan sözler var. Bunlar da hayatın gerçeği. Çok doğru söylüyorsunuz, bu prensiplerinize saygı duyuyorum. Peki 2002’de Rumlar üye değilken, ‘Sorunlarını çözmeden tam üye olunmaz’ kuralını çiğneyerek 2004’te Rumları niye tam üye yaptınız? Bu prensiplerinizi o zaman hatırlamadınız mı?”
...
Bir örnek de Lübnan’da yaşanmıştı. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin İran’ı kastederek NATO toplantısı sırasında söylediği “Biz kediye kedi deriz” sözü, futbol jargonu ile konuşacak olursak, Başbakan Tayyip Erdoğan için kolayca gole çevrilecek bir orta oldu. Erdoğan Lübnan ziyareti sırasında yaptığı konuşmasında İsrail’i kastederek “Biz katile katil deriz” diyerek Fransa’ya ve İsrail’e golünü atmıştı.
...
Hatırlayalım; ABD’nin Irak’a saldırısı sırasında, Türkiye, Irak kaynaklı muhtemel füze fırlatılmasına karşı NATO’dan, savunma amaçlı Patriot füze sistemlerinin ülkemizde konuşlandırılmasını istemiş, ancak Fransa’nın itirazı nedeniyle bu gerçekleşmemişti.
Fransa - İran Soğuk Savaşı
Fransa İran’ın uluslararası toplum ve özellikle NATO tarafından “düşman” olarak görülmesi için çok atak davranıyor. İster istemez insanın aklına şu soru geliyor; Nükleer ligde yer alan ve ülkedeki elektrik ihtiyacının % 70’ini nükleer enerjiden sağlayan Fransa, İran’ın nükleer çabalarına niçin karşı çıkıyor;
İran’ın nükleer silaha sahip olacağı endişesinden mi?
Veya İsrail’i çok sevdiğinden mi? (Tam da burada açıklayıcı bir bilgi ve tespit olarak Sarkozy’nin Yahudi kökenli olduğunu ve seçim kampanyası esnasında Fransa’daki Yahudi lobisince desteklendiğini söylemek gerek.)
Ya da İran konusunda Amerika’nın çok fazla etkisinde kalmasından mı?
Yoksa dünyanın güvenliğini çok düşündüğünden mi?
Soruları artıralım;
Sarkozy’nin Libya ziyareti Libyalılara duyduğu derin sevgiden mi kaynaklanıyor?
Ya da Kaddafi’ye beslediği nefretten mi?
***
Sahne önündeki sebepler böyle gösteriliyor olabilir. Ama cevap bunların hiç birisi değil.
Öncelikle şu tespiti yapıp altını kalınca çizmekte fayda var; Uluslararası düzeyde kurulan her siyasi ilişkide, yönün belirlenmesinin arkasında mutlaka iktisadi bir faktör vardır. Hiç bir uluslararası ilişki yoktur ki ekonomik çıkarlar onu etkilemesin veya yönlendirmesin. Ortadoğu’da son 150 yılın projeksiyonuna tüm alanlarda ve disiplinlerde bu açıdan bakmak gerekir.
Ahmedinejat 1960 model Peuget otomobilini niye sattı?
Fransa İran’ın şu anki rejimine karşıdır. Yukarıdaki tespit ışığında düşmanlığın asıl nedeninin, Fransa’nın geçmişe duyduğu özlemden kaynaklandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. 1960’lı ve 70’li yıllarda Ortadoğu pazarında endüstriyel bakımdan yoğunlukla iş yapabilen dört unsur vardı; Amerikalılar, İngilizler, Fransızlar ve Almanlar. O yıllarda İran pazarının endüstriyel bağlamdaki tartışmasız en büyük lideri Fransa’dır.
Ortadoğu’da büyük oyuncular petrole odaklanırken Fransa petrolün yanında özellikle de İran pazarına ihracata ve ulusal markalarının ülkede kök salmasına odaklanmıştır.
Tarihî bir takım olaylardan dolayı İranlılar İngilizlerden nefret ederler. Bu nedenle İngiliz endüstri ürünleri İran pazarında kendine yer bulamamıştır. Süreçte Amerika İran devrimi ile devre dışına çıkarılmış, Almanların ise İran pazarındaki etkisi Fransızlara göre zayıf kalmıştır.
İran devrimini gerçekleştiren dini lider Ayetullah Humeyni’nin devrimin şekillendiği süreçte Fransa’da yaşadığını ve devrimle birlikte İran’a bir Air France uçağı ile geldiğini ek bilgi olarak belirtmekte fayda var. Devrim sonrasında İran ve Fransa arasındaki yakınlaşma, Fransızların İran’daki ihraç ürün gamının daha da genişlemesine ve derinleşmesine yol açmıştır.
İran yıllarca ambargo altında yaşamanın bir sonucu olarak otomobil dahil olmak üzere bir çok endüstriyel mamülü ülkesinde üretmek zorunda kaldı. Ambargonun İran’a, halkını rejimin etrafında kenetlenmesini sağlamanın yanında ikinci faydası da bu oldu. Eski SSCB ürünleri gibi estetikten uzak, takır-tukur ürünler olabilirler belki, ancak neticede İran kendi teknolojisi ile üretebildi bunları.
***
2010 yılında 1977 model Peuget marka otomobilini açık artırmaya çıkaran İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejat aslında bu hareketiyle Fransa’nın yürüttüğü İran düşmanlığına karşı Fransızlara örtülü, ince ve anlamlı bir iktisadi mesaj yolluyordu.
***
Şundan çok eminim; İran’da eğer bu rejim olmasaydı da Şah dönemindeki gibi bir yönetim olsaydı, nükleer sınıfta yer alan Fransa, İran’ın nükleer santrallerini kurmaya talip olurdu. Fransa’nın şu anki hâliyle bile, yakın geçmişte İran’la nükleer santral yapımı konusunda ciddi görüşmeler yaptığı düşünülecek olursa bu çıkarımın doğru olduğu anlaşılacaktır. Sonuçta bu da iktisadi faaliyet ve Fransızlar nükleer santral yapımından para kazanacaklardı.
***
Fransa Türkiye’nin ayak izlerini takip ediyor.
Bingazi’deki Sarkozy ve Cameron’un konuşma yapacağı meydanda yeterli kalabalık oluşmayınca anonsla, halktan tanıdıklarına ve yakınlarına telefon ederek meydana çağırmaları istendi.
Erdoğan’ın ziyaretinde ise Libya Ulusal Geçiş Konseyi (UGK) Başkanı Mustafa Abdulcelil sağına Erdoğan’ı, soluna Davutoğlu’nu alarak Şehitler meydanında Libyalılarla birlikte Cuma namazını kılıyor ve Şehitler için hep birlikte Fatiha okuyorlardı.
Erdoğan yaptığı konuşmayı “Bir olun, beraber olun. Aranıza nifak sokmak isteyen güçlere asla uymayın. Libya’nın yeraltı zenginlikleri üzerinde hesap yapanlara asla prim vermeyin. Libya, Libyalılarındır” diyerek bitiriyordu.
Ziyaretlerin ilki, kâr peşindeki iki emperyalist tüccarın yapmacık, diğeri ise bayrağı bile aynı olan kardeşin samimi ziyaretiydi.
...
Türkiye’den rol çalmak için acele ile stratejiden yoksun şekilde Libya’ya gelen Sarkozy ve Cameron komik duruma düştü. Davranışları, bırakın devletlerin yürüttüğü profesyonel Kamu Diplomasi stratejisini, şirketlerin yürüttüğü Halkla İlişkiler faaliyeti olarak bile bir adım ötesini görmekten yoksun ve acemiceydi. Her iki lider farkında olmadan Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Libya ziyaretine verilen değerin artmasını ve iki ziyaret arasındaki farkın bariz bir şekilde ortaya çıkmasını sağladılar.
***
Türkiye Sarkozy ve Cameron’a Libya ziyaretlerinden dolayı teşekkür borçludur. İzin verirseniz ben buradan ödeyeceğim;
“Thank you Mister Cameron, Merci Monsieur Sarkozy. Thank you Mister Bert and Merci Monsieur Ernie”