Salih Saygılı / TİMETURK
Doğu’nun ve Batı’nın önemli düşünürlerinin bir araya geldiği “Doğu-Batı Düşünce Günleri” İstanbul’da düzenlendi. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin ev sahipliğini yaptığı organizasyon üç gün sürdü. Türkiye, Irak, Pakistan, Bosna Hersek ve ABD’den İslam üzerine çalışmalar yapan düşünürler, İslam toplumlarının içinde bulunduğu sıkıntıları yorumladı.
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve Sultanbeyli Belediyesi tarafından ortaklaşa düzenlenen düşünce günlerinde konuşan İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şinasi Gündüz, “Kuşkusuz doğu ve batı eskiden beri tartışılmaktadır. Bu tartışma, coğrafi alanda olmakla beraber, felsefî düşünce alanında da devam etmiştir. Samuel Huntington, “Medeniyetler Çatışması” makalesinde doğunun Müslüman coğrafyayı kapsadığı, batının ise Hıristiyanları kapsayacağı gibi bir düşünce öngörüsünde bulundu. Bugün görüyoruz ki, bu öngörü gerçekleşmedi” diyerek sözlerine başladı.
“İstanbul farklılıkları bir araya toplayan bir şehir olarak kendini gösterdi.” diyen Gündüz, Sultanbeyli’nin gelişimini ve kültüre verdiği önemi çok yakından takip ettiklerini söyledi ve “Kültür çeşitliliği ve yapılan çalışmalar şehrin kendi kimliğini yansıtmaktadır. Dünyanın her tarafı Sultanbeyli’nin de komşusudur. Çünkü yaşanan sıkıntıların ve sorunların hepimizin farkında olması gerekiyor. Çatışma ve şiddet ortamının ortadan kaldırılması için herkesin bir şeyler yapması şart. Bu 3 günlük çalışmada farkındalık bilincinin oluşmasının zemini oluşturulacaktır.” dedi.
Belediye Başkanı Hüseyin Keskin ise “Doğu ve batıyı buluşturmak üzere insanlık adına yapmış bulunduğunuz bu çalışmalar için hepinize teşekkür ediyorum.” diyerek başladığı konuşmasında “Doğu ve Batı medeniyetleri çatışmaya mahkûm değildir. İki medeniyet arasındaki geçirgenliklerin entelektüel kökeni Endülüs'teki Cordoba şehrinde doğmuş olan İbn Rüşd'e dayanır. ‘Doğu da Allah'ındır, Batı da Allah'ındır’ ilkesinden hareketle iki kadim medeniyetin tarih boyunca birbiriyle ilişkisinin varlığı bir realitedir. Ne Batı düşüncesi olmadan, Doğu düşüncesi anlatılabilir ve anlaşılabilir; ne de Doğu düşüncesi olmadan Batı düşüncesi anlatılabilir ve anlaşılabilir” dedi.
Batının İslam algısı üzerine konuşan Prof Dr. Yusuf Ziya Kavakçı, “Doğu-Batı buluşması, daha evvel muhterem konuşmacıların işaret ettiği gibi çok büyük bir önem taşıyor. Genel kullanım itibariyle batı, garp, yani Avrupa, bir de batının batısı dediğim Amerika konunun içine giriyor.” dedi ve ‘Doğu, doğudur, batı batıdır ve onlar asla birleşemezler’ fikrinin doğru olmadığını, batıdan Büyük İskender’in doğuya gittiğini ve doğunun batıya seferler düzenlediğini unutmamak gerektiğini söyledi.
11 Eylül saldırılarının Amerika’daki İslam algısı adına büyük öneme sahip olduğunu söyleyen Kavakçı, “11 Eylül’den önce Müslümanlarla çatışmayan ve halkın bir bilgisinin, dolayısıyla önyargısının olmadığı bir Amerika çok farklı. Ancak 11 Eylül’den sonra algı oluşmaya başladı. Önce İslam’a tenkit, ardından Peygamber efendimize, peşinden de Kur’an-ı Kerim’e saldırmaya başladılar. 11 Eylül sonrasında bu tepkiler arttı, ancak bu tepkilerin boyutunu da binde birin üzerinde görmüyorum.” şeklinde konuştu.
Prof. Dr. Yaşar Düzenli’nin konusu, vahiydi. “Vahiy insanın yeniden dirilişidir” diyen Düzenli, sözlerine şöyle devam etti: “Bu başlık altında vahiy, insan ve dirilişten bahsetmek istiyorum. Önce şu tespiti yaparak giriş yapmanın doğru olduğunu düşünüyorum. Tüm peygamberler -gönderildikleri dönem ve ortam itibariyle- insanlığın kaybolduğu döneme tekabül ederler. Sosyal ortama baktığımızda bariz olan husus insan kaybolmuştur. Tam böyle bir noktada Rahman ve Rahim olan Allah tarihe, insanlığa müdahale ediyor. Müdahalenin dışarıdan değil, insanlığın içinden model ve örnek şahsiyetiyle bir peygamber göndererek yapıldığını görüyoruz.”
İnsanın kaybolması ifadesindeki maksadının nesne durumuna düşmüş, yani kendi değerinin altına düşen insan olduğunu söyleyen Düzenli, “içerisinde yaşadığımız her şeyi bir ölçüye göre yaratan ve burayı belirli ilkeler, kurallar ve gayeler etrafında yaratan Allah’ın ilahi planın yürümesi için vahiy gelmiştir.” dedi.
Vahyi tanımlayan Düzenli, insanın vahyin gereklerine göre yaşamasını, vahiyle birlikte yaşayacağı dirilişin nasıl olacağını anlattı.
Birinci günün son oturumunda ise, İmadüddin Halil İslam’da medeniyet algısına değindi. “Tarihi rivayetleri değerlendirirken dikkatli olmak gerekir.” diyen Halil, bir İslam tarih araştırmacısının tarihin genel kurallarını ve İslami bakış açısını birlikte ele alması gerektiğini söyledi.
Tarihin yanlış yöntemlerle yorumlandığını ve yazıldığını söyleyen Halil, temel hataların, yönetici ailelerin yaşantılarının belirleyici olması, siyasi olayların itikada baskın gelmesi, olaylara külli bakışla yaklaşılmaması ve her dönemin tarihinin kendi içerisinde ele alınmaması olduğunu belirtti.
Halil, konuşmasını, rivayet edilen her türlü bilginin doğruluğundan emin olmanın son derece önemli olduğunu ve İslam tarihinin yanlış bilinenlerden arındırılıp yeniden düzenlemesi gerektiğini vurgulayarak tamamladı.
Mısırlı ünlü düşünür Prof. Dr. Hasan Hanefi, “Kadim İslam Geleneğinin Geleceğe Yansıması” konulu konuşmasında “Geçmişte ecdadımızın ürettiklerinin bugünün şartlarında değerlendirilmesi bir yansıtma olabilir ve bu yol gösterebilir. Ancak bizlerin ecdadımızın gelenekleri ile bugün arasında bir bağ kurması ve mukayese edebilmesi gereklidir.” dedi. Bunun gelenek içerisinde eskiyi yeniden okuma, yorumlama ve inşa etmekle mümkün olacağını söyleyen Hasan Hanefi, “ Peygamberin de yaptığı böyle bir şeydi. Hem Yahudiliği, hem Hıristiyanlığı Hz. İbrahim’in çizgisi ve geleneği çerçevesinde yeniden inşa etti. İslam bu iki dini yeni bir okumaya tabi tuttu” şeklinde konuştu.
İslam toplumlarının içinde bulunduğu sıkıntılara yorumlar getiren Hanefi “Yaşadığımız kriz siyasi bir kriz değildir. Daha ziyade fikri ve kültürel bir krizdir. Biz aslında çağdaş bir dönemde yaşıyoruz, ancak kültürümüz geçmiş çağlara ait bir miras. Biz Endülüs’ten Çin’e kadar olan toprakları yöneten bir ümmettik, şimdi ise hezimet içinde, işgal altında olan, parçalanmış bir ümmetiz. Biz eskiden muzafferler kültürü inşa etmiştik, şimdi ise hezimet altındayız. Geçmişte üreticiydik, bugün ise İslam dünyası tüketici konumunda. Bu yüzden biz, şimdi eski kültürümüz olan zafer kültürümüzü ‘nasıl yeniden işlevsel hale getirebiliriz’i düşünüyoruz” dedi.
Hanefi konuşmasına, İslam dünyasının hem gelenek, hem de yenilemeye ihtiyaç duyduğunu söyleyerek devam etti ve “Kelam ilminin, felsefenin, fıkhın, nakli ilimlerin, tasavvufun yeniden inşası gerekmektedir. Ancak bunu yaparken geleneği de taşımalıyız” şeklinde konuştu.
Öğleden sonraki ikinci oturumda ise, Doç Dr. Mustafa Karataş konuştu. “Sünnetin Modern Dünyadaki Yeri” hakkında konuşan Karataş, “Peygamberin söyledikleri, emirleri ve yasakları bizler için ölçü değer niteliğindedir” dedi ve peygamberin davranış şekillerinin günümüze uyarlanmasını örneklerle anlattı. Konuşmasını hadislerle destekleyen Karataş, kimi uygulamaların çağa ve şartlara göre uyarlanabileceğine dair örnekler verdi.
Son oturumda ise, Pakistan’dan Prof. Dr. Khalid Zaheer, “Modern Dönemde Kur’an Algısı” üzerine konuşmasını gerçekleştirdi. Zaheer, Kur’an mesajının evrensel ve yerel unsurlarını vurgularken yerel olabilecek ayetlere dair örnekler verdi. Buna karşılık mesajın bazı bölümlerinin belli zaman ve durumlar için olduğunu kabul etmenin bu defa keyfi açıklamalara sebebiyet verebileceğini söyleyen Zaheer, ceza, miras gibi ayetlerde yanlış yorumlamaların olabileceğini söyledi. Zaheer, bu sorunsalın çözümünü ise şu şekilde açıkladı. “Allah’ın bizden ne istediğini bilerek Kur’an’ı okuyup anlayabiliriz. Ulema arasında toplumsal meseleler her daim tartışılmaya devam edecektir. Ancak kişi Kur’an’ı art niyetsiz, sadece anlamaya yönelik okursa O’nun kendisinden ne istediğini bulacaktır. Zaten Kur’an’ı Kerim, kişiye ya da döneme has ayetlerde bunu açıkça belirtmektedir. Zamirlerle ya da zamana ait söylemlerle bunu açık bir şekilde ortaya koyar. Haliyle çelişki de ortadan kalkar”
Prof. Dr. Jonathan Brown “Metin Tenkiti” üzerine fikirlerini belirtti. “ Türkiye’de sadece geleneksel değil, modern hadis çalışmaları da yapılıyor. Bu yüzden geldiğim için mutluyum.” diyerek konuşmasına başlayan Brown, İslam’da vahiy ve sünnet ile akıl ve bilimsel gerçeklik olarak iki bilgi kaynağının olduğunu söyledi. Brown, vahiyle aklın çeliştiği noktaların kolaylıkla çözümlenebileceğini, çünkü vahyin akılla çelişmesinin mümkün olmadığını söylerken aynı kolaylığın hadis ilminde olmadığına dikkat çekti. “Bir hadis akılla ve Kur’an’la çatışırsa bu söz, Peygamber tarafından söylenmemiş demektir. Ancak bunu her zaman açıkça söyleyemeyiz. Bu yüzden ulema, 4 farklı kriterde uzlaşmıştır. Öncelikle hadis akılla bağdaşmalıdır, Kur’an’a aykırı olmamalıdır, eğer önemli bir kural ortaya koyuyorsa birden fazla kişi tarafından rivayet edilmiş olmalıdır ve bazı hadislerin özellikle sahabe tarafından bilinmesi gereklidir.” dedi. Bazı tartışmalı hadislerden örnekler vererek konuşmasına devam eden Brown, modern dönemde modern ve etik düşüncenin geleneksel İslam ve geleneksel hadis düşüncesine meydan okuduğunu söyledi ve bunun için hadisler noktasındaki kriterlerin hassasiyetine değindi.
Öğleden önceki ikinci oturumda konuşan Prof. Dr. Mahfuz Söylemez ise “Hz. Peygamberin Bir Günü”nü anlattı. Konuşmasına Peygamberin gündelik hayatının geçtiği mekanları anlatarak başlayan Söylemez, mescid, mescidin bölümleri, Medine’nin sosyal hayatı ve Peygamber’in gündelik yaşantısına dair detaylara değindi.
Son oturumda ise Prof. Dr. Dimitri Gutas “Modern Öncesi İslam Düşünce Geleneğinde Felsefenin Merkeziliği” konulu konuşmasını gerçekleştirdi. İslam felsefesinin ortaya çıkışını, içeriğini ve gelişimini anlatan Gutas, ”İslam öncesi felsefeler ölü birer felsefeydi. Gerek Yunan, gerekse İran’da gerçek anlamda felsefi bir faaliyetten söz etmek mümkün değildi. İslam’dan sonra ise Grek felsefesi İslam felsefesi içinde hayat bulmaya başladı. Abbasi dönemi ve sonraki dönemlerde yönetici ve entelektüellerin çabalarıyla, bir yandan tercümeler yapılırken bir yandan felsefe üretilmeye başlandı” dedi. Bu çeviriler ve ortaya konan bilim bakımından matematiğin önemli bir yere sahip olduğunu söyleyen Gutas, matematiğin teolojiyle ilişki halinde olduğunu, geliştirilen bir takım temel prensiplerinin teolojik alanda ve kelam alanında kullanıldığını ifade etti. İslam dünyasında felsefenin dinle çatışma yoluna hiç girmediğini belirten Gutas, “Felsefe hiçbir zaman yöresel, belirli bir topluluğa ait bir şey olarak görülmedi, evrensel ve bilimsel olarak ele alındı. Felsefe eşyanın hakikatini bilme şeklinde bir tanıma kavuştu.” dedi ve İbni Haldun, Katip Çelebi, Molla Cami gibi düşünürlerden örnekler verdi.
Panelin son günü akşamı ise Dr. Ubeydullah Sezikli’nin şefliğinde “İlahi Anadolu” adlı bir konser gerçekleşti.
Kapanış Bildirisi
Doğu-Batı: İki Dünyanın Buluştuğu Noktada Düşünce Günleri Kapanış Bildirisi
Tarihin öznesi olmakla, yazılan senaryoların figüranı olmak arasında salınan İslam coğrafyası günümüzde, modern dünyasının temel kurucu düşüncelerinin, söylemlerinin kendisine çarpıp parçalandığı bir sınır olma işlevini üstlenmiştir. Bu açıdan İslam dünyasının şu andaki halini üç katmanlı bir okumayla anlayabiliriz. Bunlar; özne olma, nesne olma ve sınır işlevi görme olarak ortaya çıkmaktadır.
Bunlardan birincisi, Müslümanların yeniden tarih yazan bir medeniyeti ortaya çıkarma arzusu, yani kendi tarihlerinin ve genel dünya tarihinin ana aktörü olma ideali, iddiası ve arayışlarıdır. Şüphesiz, bu arzunun gerçekleşmesi için birden fazla unsurun uyumlu bir biçimde bir araya gelmesi gerekmektedir. Programımızda bu unsurlardan bilgi üzerinde durduk. Bu bilgi herhangi bir bilgi değildir. Bu bilgi, soyut ve somut biçimleriyle İslam düşünce ve medeniyetinin peşinden koştuğu, onun aracılığıyla kendi tarihsel sürekliliğini temin ettiği ve ayrıca onu hem derinlemesine hem de yatay olarak tahkim ettiği bir bilgidir. Merkezinde Allah-insan ilişkisinin yer aldığı bu bilgi, farklı İslami ilimler çerçevesinde tarih boyunca kesintisiz bir biçimde var olagelmiştir. Bu durum, modern dünya düzeninin hâkimiyetini ilan ettiği; İslam dünyasının maddi ve manevi olarak batının emperyal gücüne boyun eğmek zorunda kaldığı 19. yüzyıla kadar devam etmiştir. Bu noktadan sonra maddi boyunduruk, İslam medeniyetinde bilgi üretimi ve sürekliliği noktasında da süregelen devamlılığın kesintiye uğraması şeklinde tezahür etmiştir. Ancak, bu yüzyıl İslam’ın bir medeniyet olarak; siyasi, sosyal, kültürel bir güç olarak yeniden ortaya çıkması için arayışların büyük bir hız kazanmasına da şahitlik etmiştir. Bu arayış hâlihazırda da devam etmektedir.
Diğer yandan, batının siyasi, sosyal, kültürel ve maddi hâkimiyeti altına giren İslam dünyasının, bir medeniyet olarak iddiasını kaybetmesinin en önemli nedenlerinden biri, Müslümanların kendi tarihsel miraslarıyla batının onlara sunduğu çerçeveyle bağlantı kurma hastalığına tutulmalarıdır. Bireylerin kendilerini, en geniş anlamıyla, çevreleriyle kurdukları ilişkide oluşturmaları gibi toplumlar da kendilerini geçmiş, şimdi ve gelecek üçgeninde tarihsel bir süreklilik içerisinde oluştururlar. Bu anlamıyla da tarih toplumların kolektif hafızalarını meydana getirirken, onların var olması için gerekli olan alanı da sağlar. Batının maddi alanın dışında Müslümanların bilgi ve bilinçlerini kuran temel parametrelerde hegemonyasını tesis etmesi, tarihin nasıl anlaşılması gerektiğiyle ilgili entelektüel çerçeveyi imal etmesi, İslam dünyasının kendi tarihinin nesnesi haline getirilmesi, bu tarihte figüran olması amacına da matuftur. Bu çerçevede, İslam medeniyetinin temel odağını oluşturan Allah-insan ilişkilerini merkeze alarak ortaya çıkan entellüktel mirasa sahip çıkmak, tarihin nesnesi olma durumundan tarihin öznesi olma durumuna geçme arzusunu da içinde taşımaktadır. Üç gün boyunca süren etkinliğimiz, kendi tarihinin figüranı haline getirilmeye çalışılan bir medeniyetin mensupları olarak bu darboğazdan çıkış yolu bulma çabalarına bir katkıyı da hedeflemiştir.
Son olarak, İslam dünyası modern batı değerlerinin kendisine çarpıp parçalandığı bir sınır olma işlevini yüklenmiştir. Bu bir açıdan olumlu gözükmektedir. Batı medeniyetinin ürettiği bilgi ve bu kaynağını bu bilgiden alan pratiklerin evrensel olma iddiasına rağmen, İslam dünyası söz konusu olunca sessizleşmesi, işlevsizleşmesi insanlığın farklı ve yeni bir rehberliğe ihtiyaç duyduğunu göstermektedir. Bu noktada İslam dünyasının yeniden tarihin aktörü olma ideali, arayışı onu insanlığın genel durumuyla yakından ilgili hale getirmektedir. Ancak, bu olumlu boyut büyük ölçüde yaşadığımız sürecin olumsuz yanlarından beslenmektedir. Hümanizm, insan hakları, demokrasi, sivil toplum, liberalizm vb. batılı kurucu söylemlere rağmen, bölgemizde diktatörlerin batının büyük güçleri tarafından iktidara getirilmesi, savunulması sonrasında da onlar bahane edilerek bölge halklarının büyük bir kıyıma maruz bırakılması, İslam dünyasının arayışlarını soyut entelektüel bir mesele olmaktan çıkarmakta ve bunu varoluşsal bir mesele haline getirmektedir.
Nihai olarak, çizdiğimiz resimde İslam dünyasının özne, nesne ve sınır olma durumları çerçevesinde alacağı yeni halin ana boyutlarından birinin onun kendi tarihiyle kuracağı ilişkide yattığı aşikârdır. Bu yeniden ilişki tesis etme durumunun en önemli temellerinden birini hiç kuşkusuz bilgi boyutu oluşturmaktadır. Bu bilginin somut zaman ve mekânla kuracağı ilişki ise işaret ettiğimiz arayışların bilinç boyutunu tesis etmektedir. Bu anlamıyla da “Doğu-Batı: İki Dünyanın Buluştuğu Noktada Düşünce Günleri” adını verdiğimiz bu etkinlik bilgi ve bilinç boyutlarıyla İslam Dünyasının kendi tarihiyle kuracağı ilişkiye ve bu bağlamda Müslümanların son iki yüzyıldır süren arayışlarına bir katkı sunmayı hedeflemiştir. Bu hedefin gerçekleşmesi için katkıda bulunan tüm değerli katılımcılarımıza, Sultanbeyli belediyesine ve düzenleme kurulunda yer alan fakülte mensuplarına teşekkür eder. Ayrıca bu programın hedefinin başarıya ulaştığının en önemli kanıtı olan siz değerli dinleyicilere de teşekkürü bir borç biliriz.