Haber Merkezi / TİMETURK
Atalarımız;"Ana gibi yâr, vatan gibi diyâr olmaz." demişlerdir. Hakîkaten dünyâyı diyâr diyâr gezsek, anamız gibi bizi bağrına basarak sevecek ve şefkatle kucaklayacak bir ana bulamayız. Cenâb-ı Hakk’ın özellikle annelere lütfettiği şefkat duygusu, anneleri; istirâhatini, sıhhatini, yeme-içme ve giyinmesini düşünmeden bütün imkânlarıyla çocuğuna hizmete sevkeder.
Annenin bu sonu ve sınırı olmayan fedâkârlıklarının bedelini, evlâdın maddî bir karşılıkla ödemesi mümkün değildir.
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in huzuruna bir adam geldi ve: "Yâ Rasûlallâh! Anam iyice ihtiyarladı. Ben onu kendi ellerimle yediriyor, içiriyor ve sırtımda taşıyorum.. Hâsılı her türlü ihtiyâcını karşılıyorum.. Mükâfâta hak kazandım mı?." dedi.
Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz cevâben:
"Hayır, bu senin yaptıkların, ananın senin üzerindeki haklarının yüzde birine bile karşılık değildir. Fakat sen, iyilik ediyorsun. Allâh sana bu az iyilik karşılığında çok sevap verir." buyurdular
İlâhî yaratılışta annelerin çocuklarına olan sevgileri, yüce bir görevden kaynaklanır.
Anne, hiç karşılık beklemeden hep vermenin ve içtenlikle sevmenin sembolüdür. Çocuğunu güçlüklerle karnında taşımış, sıkıntılara katlanarak doğurmuş,büyümesi için eşi ile birlikte her türlü fedakârlığı göstermiş, bütün zorluklara da seve seve katlanmıştır. İnsanlığın gelecek nesli de onun şefkatli kucağına teslim edilmiştir. Peygamberlerin çocukluk çağlarında yetişirlerken, annelerin kendilerine olan sevgi, şefkat ve fedakârlıkları Kur'ân'da birçok ayetlerle vurgulanmıştır. Sevgili Peygamberimiz, cennete giden yolun annelerin rızasını kazanmaktan geçtiğini şu kutsal sözleriyle belirlemiştir : «Cennet annelerin ayakları altındadır.»
HER ANNE SAYGIYI HAKEDİYOR
Peygamber Efendimiz "Anne Cennet kapılarının ortasındadır" (İbn Hanbel, V, 198); "Cennet annelerin ayakları altındadır" (Nesâî, Cihad, 6) buyurmuştur.
“Cennet annelerin ayakları altındadır” mealindeki hadisin ifadesi, bütün annelerin cennete gideceği anlamına gelmez Burada annelerden çok, evlatların annelerine karşı göstermeleri gereken saygıya işaret edilmektedir Bu anlamda, Allah’ın emirlerine aykırı olmadığı sürece, bütün annelere itaat etmek, saygı göstermek, cennetin önemli bir anahtarıdır ve bu anlamda cennet bütün annelerin ayakları altındadır
Nitekim, Lokman Suresinde Allah şöyle buyurmaktadır:
“Biz insana, anne ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye ettik Annesi zayıflık üstüne zayıflık çekerek onu (karnında) taşımıştır Sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur (Onun için biz insana): “Bana ve anne-babana şükret” diye tavsiyede bulunmuşuzdur Dönüş, ancak Bana’dır
Eğer anne ve baban, bilmediğin bir şeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa onlara itâat etme Ancak onlarla dünyâda iyi geçin Bana yönelenlerin yolunu tut Sonunda dönüşünüz yalnız bana’dır O zaman ben size, yaptıklarınızı haber vereceğim”(Lukman, 31/14-15)
Görüldüğü gibi, Rahman ve Rahim olan Allah, çocuğunu Allah’a şirk koşmaya zorlayan anne ve babaya karşı bile, saygılı olmaya, dünyada kaldığı sürece onlarla iyi geçinmeye, onları incitmemeye davet etmektedir
Bu açıdan diyebiliriz ki, İslam’a göre, bir kadının anne olarak yeri ayrıdır, bir insan olarak yeri ayrıdır Bir insan olarak iyi olur, kötü olur, cennete gider, cehenneme gider, ahlaklı olur, ahlaksız olur, dinsiz olur, dindar olur Bu konuda erkekle bir farkı yoktur
“Erkek veya kadın, Mümin olarak kim yararlı işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar da haksızlığa uğratılmazlar”(Nisa, 4/124) mealindeki ayette bu gerçeği, kul hakkı ve kulluk hukuku açısından eşit olduklarını görmekteyiz
Ancak, kadın bir anne olarak, erkek bir baba olarak dinsiz olsun, dindar olsun fark etmez; her zaman evlatları tarafından saygı, sevgi ve yardım görmeye hakları vardır
Lokman Suresinde olduğu gibi, söz konusu hadiste de özellikle annelere –güncel bir ifadeyle- pozitif ayrımcılık yapılmıştır
Özetlersek, çocukların anne-babaya karşı sorumluluğu dinler üstü bir ilişkiye dayanır Anne-babanın Allah’a karşı sorumlulukları ise, din çerçevesinde, kulluk ilişkisine dayanır.
İSLAM KADINI AŞAĞILAMADI, SİZ ANNELİĞİ AŞAĞILADINIZ!
Türkiye'nin ünlü düşünürlerinden Mustafa İslamoğlu'nun bu başlık altında birkaç yıl önce kaleme aldığı makalesini burada yayımlıyoruz;
Tesadüf mü? Biri çıkıp İslam’ın kadını aşağıladığını iddia ediyor. Söz bir biçimde anneliğe geliyor. O da ne? İslam’ın kadını aşağıladığını iddia eden ‘modern’ bay veya bayanların aklının dibini kazıdığınızda, anneliği fena halde aşağıladığını görüyorsunuz. Ortak noktaları bu.
Anneliği aşağılamanın teknikleri çok. Bunun başında dünyanın en şerefli işini yapan annelere “boş kadın” muamelesi yapmak geliyor. Onlara göre çalışıyor olmak için evden çıkmak lazım. Caddeyi görmek, caddeye görünmek lazım. Bir kadının “çalışıyor” sayılması için kamuya kendisini göstermesi şart. Sabah sekiz akşam dokuz (çünkü kadın ucuz işgücü) mesai yapması şart.
Bunlar için de başka şeyler lazım: Modern görünürlüğün vacibatından olan şeyler. Her gün aynı kıyafetle, aynı saç rengiyle, aynı ayakkabıyla, aynı çantayla gidilmez ki işe! Yenilemek lazım, rengini uydurmak lazım. Saça uygun elbise, elbiseye uygun ayakkabı, ayakkabıya uygun çanta, çantaya uygun cüzdan, ona uygun cep telefonu lazım…
Modası geçenleri değiştirmek lazım. Bunun için de modayı takip etmek lazım. Özetle üretim-tüketim çarkında yağ, değirmeninde un olmak lazım.
Bütün bunlar için çalışmak lazım. Çalışmadan bu masraflar nasıl kazanılacak? Daha iyi görünmek için daha çok kazanmak lazım. O da yetmiyorsa, daha daha çok kazanmak lazım. Daha çok kazanmak için harcamadan olmuyorsa, daha çok harcamak lazım. Görünmeden daha daha çok kazanılamıyorsa, daha çok görünmek lazım. Daha çok görünmek için daha çok dikkat çekmek lazımsa, onu yapmak lazım. Onu yapmak için herkesten çok harcama yapmak lazımsa, onu yapmak lazım. Herkesten çok harcamak için, herkesten çok kazanmak lazım.
Hangisi hangisine lazımdı? Kafam karıştı…
Evden çıkıp mesai yapmayan kadının yaptığı “çalışmak” değildir. O tepeden bakılan, “Ev kadınıymış” yollu dudak bükülen bir “acizdir”. Evinin kadını olmak modernlere göre dudak bükülecek bir iştir. İş kadını daha hoş geliyor. Hatta sokak kadını bile ötekinden hoş geliyor.
Modernin gözünde o koca parası(!) yiyor. Patron parası mı? Amir fırçası mı? Onun bunun erkeklerinin ağız kokusu mu? Her işe gidiş gelişte yaşadığı tıkış tıkış otobüsler ve minibüslerdeki onur kırıcı durum mu? Onlar işin parçası ayol. Koca kârı yeme de, ne yersen ye! Koca fırçası yeme de, ister amir, ister ustabaşı, ister patron fırçası ye! Hatta sokak magandası ve çarşı maçosunun attığı laf bile ehven…
Ev kadını, üüü! Bir kere özgür(!) değil ayol. Yarım saat işten erken ayrıldığı için amirinden duyduğu lafı kargalar yemese de kendisi özgür. İşyerinde uygulanan sıkı denetime rağmen özgür. “Yarın müsait misin”lere verdiği “Mesaide olacağım, işten yorgun dönüyorum”lara rağmen özgür. Ama ev kadını handiyse esir canım…
Ama o anne. Çocukları var. Yani dünyanın en değerli, en asil, en soylu, en görkemli işini yapıyor. Yani insan yetiştiriyor. Çocuk sokakta yetişmez ki? Çocuk evde yetişir.
Olsun, o yine de “çalışmayan” kadındır. Annelik çalışmak sayılmıyor. Modernlere göre annelik işsizlik sayılıyor. Annelik angarya sayılıyor. Komedi de ne biliyor musunuz: Başkalarının doğurduğu çocuklara bakmak için kurulan sektörlerde çalışmak “iş”, orada çalışanlar da “çalışıp üreten kadın” sayılıyor da, kendi doğurduğu çocuğa bakmak “iş” sayılmıyor. Modernler kazara anne olduklarında durum şu oluyor: baba işe, anne işe, çocuk kreşe, ev pansiyon, aile pansiyoner…
Ondan sonra “bebek mi-köpek mi?” ikilemi geliyor: tıpkı Fransa’da, Almanya’da, Hollanda’da olduğu gibi. Köpek bebekten daha sevimli oluyor modern kadın için. Bir, vücudu deforme etmiyor… Öyle ya: tenperest modernliğin gerçeği bunlar, görmek lazım.
Ama küçük bir sorun: Köpeğin ille de küçük olması lazım; kucağa alınıp sevilecek kadar küçük. Ne de olsa kadın o. Bir canlıyı kucağına alıp sevme güdüsü yaratılıştan verilmiş. Çaresi yok, sevecek. Peki, köpek yerine bebek sevse olmaz mı? Bu soruya Avrupa’nın bebek-köpek (yan yana iyi durmadığını biliyorum, ama anlayın) rakamlarını karşılaştırdığımızda, şu zımni cevabı alıyoruz: Yok, zinhar olmaz! (Almanya’da kayıtlı köpek sayısı nüfus ile neredeyse eşit).
İyi de, köpek de en az bebek kadar masraflı.
Olsun! O kadar kusur kadı kızında da bulunur.
Kazara doğursa bile anneliği sevmemiş ve severek annelik yapmamış (Bunun yanında doğum yapamadığı halde harika annelik yapanlar da var). Annelik yapmadığı için duyguları gelişmemiş, ufku gelişmemiş, hayat tecrübesi gelişmemiş, bilgelik dersen sıfır. Ama olsun; onun köpeği ve bir de mesaili işi var. O kendini tüm annelere hava atma makamında görüyor.
İşte buraya yazıyorum: Cenneti annelerin ayakları altına seren İslam, kadını aşağılamadı. Fakat cenneti dünyada arayan tek dünyalı modernler gözümüzün içine baka baka anneliği aşağılıyorlar. Üstelik her birini bir ana doğurduğu halde.
Ne kadar ayıp! Ne kadar küstah! Ne kadar saçma!
KUR'AN'DAKİ ANNE SİZ MİSİNİZ?
Dr. R. Adeviye Akbulut'un Moral Dergisi'nde kaleme aldığı yazısı:
Gelecek nesillerin yetiştirilip, yönlendirilmesinde; terbiye edilip topluma kazandırılmasındaki temel kaynak, en etkili makam annedir. Anneler ne kadar eğitimli, hüsn-ü ahlak sahibi, mükemmel insan olurlarsa, yetiştirdikleri nesiller de o kadar mükemmel olacaktır. Yeter ki yapılan annelik, Kur'an'ın ruhuna, Peygamberimizin (a.s.m.) sünnetine uygun olsun.
Cemiyetler ailesiz düşünülemezler. Aile, insanlığın varlığı ve devamı için gerektiği gibi, dünyanın düzen ve nizamı için de gereklidir. Bir toplumda aile düzeni ne kadar sağlam ve kuvvetli ise toplumlar o kadar refah ve saadet içindedirler. Fertleri de o derece mutlu ve huzurludurlar.
Her kadın ve erkeğin birbirlerine fıtraten ihtiyaçları olduğu gibi, her toplumun da sağlıklı ve huzurlu olabilmesi için bozulmamış ailelere ihtiyacı vardır. Kur’an-ı Kerim’de “Kaynaşmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp, aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de onun varlığının ayetlerindendir. Doğrusu bunda iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır” (Rum 30/21) denilerek, kadın ve erkeğin aile kurması ile ortaya çıkacak sevgi ve merhametten söz edilerek bunun fıtrat gereği olduğu açıklanmıştır. Bu sevgi, cinsellikten öte bir anlam taşır. Gerçi karı-koca arasında cinsel yönden de bir dayanışma vardır, ama şefkat ve merhamet bunun daha üstündedir. Her iki cinsin de kendine göre kabiliyetleri ve zaafları vardır. Bunlar bir araya geldiklerinde ancak bir bütün olup, eksikliklerini giderebilirler.
Kur’an-ı Kerim’in ana gayesi insanoğlunun dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamaktır. Onun içindir ki ailede ve toplumda sadece belli bir kişi veya gurubu öne çıkarıp, kayırmaz. Toplumda ve ailede dengeyi kurmak için bir takım kurallar getirir. Hiç bir fert de –kadın veya erkek– kendisinin üstün tutulmasını isteyemez.
“Allah size kendi nefislerinizden (canlarınızdan) eşler yarattı. Eşlerinizden size oğullar ve torunlar oluşturdu” (Nahl, 16/2) ve “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden, ikisinden de birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinize karşı gelmekten sakının...” (Nisa, 4/1) ayetlerinden de Allah katında iki cinsin arasında fark olmadığı anlaşılmaktadır.
Özellikle aileyi oluşturan bireyler ailenin devamı için yaptıkları özverileri sanki lütufmuş gibi görmemeli, vazifeleri olduğunu düşünmelidir. Zira “aile” bu sorumluluklar göze alınarak kurulmuş bir birlikteliktir. Müslüman bir toplumda yaşadığımız halde, ölçüler o kadar karmaşık hâle gelmiş ki; fertler neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar veremez olmuşlar. Maişet derdinden düşünmeye bile fırsat bulamıyor gibiler. Madde sanki mananın önüne geçmiş, sanki sevgi pınarları kurumuş gibi. Oysa Kur’an’da yukarıda bahsedilen Rum Suresi’nin 21. ayetinde bu sevginin Allah vergisi olduğu belirtilmiştir. Sevgi en zor anlarda bile insanı ayakta tutabilen bir iksirdir. Karşılıklı ilişkilerde bu esas olmazsa, ilişkilerin zayıf ve kısa süreli olması kaçınılmazdır. O sevgi ki Cenab-ı Hak tarafından tesis edilmiş, gönülden gönüle akıtılmıştır. Karı-kocanın birbirlerine, çocuklarına olan sevgisi, ana-babaya olan sevgi hep bu minval üzeredir.
Annenin yeri bambaşkadır
Karşılıklı ilişkilerde ailenin her ferdinin ayrı bir önemi olmakla beraber “annenin” yeri bambaşkadır. Bir kadının “hakiki anne” olabilmesinin temel şartı, tabiatıyla aile kurması, yani evlenmesidir. Onun içindir ki geçirdiği her dönemin büyük önemi vardır. Bu dönemler, onun ileride omuzlarına yüklenecek olan “annelik” görevini hangi derecede başarabileceği konusunda birer ölçüdür. Onun çocukluğu, aldığı eğitim ve gördüğü terbiye çok önemlidir. Evlilikle başlayan aile hayatı, çocuğun olmasıyla mükemmelliğe ulaşır. Aileye katılan çocukla birlikte kadın bir anne, erkek de bir baba olarak yeni sorumluluklar almışlardır.
Yüce Allah, anaların yüreğine öyle derin bir sevgi ve şefkat koymuştur ki bununla isterlerse ailenin bütün fertlerini koruyup kollayabilirler. Yeter ki anne bu sevgi ve şefkatini lüzumsuz yerlerde kullanmasın. Kendine verilen bu nimeti layık olanlarla paylaşsın. Bunun için her şeyden önce annenin; görevinin, sorumluluğunun farkında olması gerekmektedir. Eğer bir ailede anne, vazifesini yerine getirmezse o aileden hayırlı şeyler beklemek fazla iyimserlik olur.
Cenab-ı Hakk’ın Rahman ve Rahim isimlerine ayinedarlık yapan ve İlahi merhametin dünyamıza yansıyan sürekli bir görüntüsü "anne"dir. Onun kutsal görevi olan "annelik" ise öyle bir meslektir ki başka hiçbir meslekte eşi görülmemiş şekilde günde yirmi dört saat mesaisi olan, üstelik hiçbir ücret talep edilmeyen, her türlü eza ve cefaya seve seve katlanılan bir meslektir.
Toplumun çekirdeği hükmünde olan ailelerin mihenk taşı, özü annelerdir. O anneler ki peygamberler, âlimler, şehitler doğurmuşlardır. En cahilinden, en âlimine kadar hepsi de hürmete layık kimselerdir. Sanırım hepimiz için annemizden daha kutsal, daha hürmete layık bir başka kimse yoktur. Zira biliriz ki o bizi, biz olduğumuz için, ivazsız bir şekilde seven, olduğumuz gibi bağrına basan tek insandır.
Kur’an’daki anne
Kur'an-ı Kerim'de analığın zorluğundan, çektiği zahmetlerden çok açık ve net olarak bahsedilmiştir. (Lokman, 31/14, Ahkaf, 46/15) Bunun sonucu olarak yine birçok ayet-i kerimede ana-babaya iyilik ve itaatten bahsedilerek, o muhterem insanlara, özellikle anneye nasıl davranacağımız açıklanmıştır. Hatta en olumsuz şartlarda bile onlara en ufak bir saygısızlığın yapılamayacağı belirtilmiştir. (İsra, 17/23-24) Kur'an-ı Kerim anne ve babaya karşı "öf " bile demeyi yasaklayacak derecede onlara saygı ve itaati emrederken, öte yandan da İslam'a aykırı emirlerine itaatten bizleri men etmektedir. (Ankebut, 29/8 , Lokman, 31/15)
Anne çektiği zorluk ve sıkıntıların karşılığını dünyevi olarak saygı ve itaat şeklinde aldığı gibi, kendisine uhrevi müjdeler de verilmiştir. Sevgili Peygamberimiz (a.s.m.) annelere buyurdular ki: "Razı değil misiniz ki, biriniz kocası kendisinden razı olduğu halde hamile kaldığında Allah yolunda gündüz oruç tutup gece ibadet eden bir kişinin sevabı kadar sevap alsın." "Doğum sancısına tutulduğunda, gök ve yer ahalisi dahi onun için Cennette ne sevindirici şeylerin hazırlandığını bilemesin. Doğum yaptığında çocuğun memesinden emdiği her yudum süte bir sevap yazılsın. Gece çocuk onu uykusuz bıraktığında Allah rızası için yetmiş köle azad etmiş gibi sevap kazansın." (Munavi, Feyzu’l-Kadir, c. 2, s. 164)
Demek oluyor ki annelik zor ama çok kârlı bir meslektir. Yeter ki yapılan annelik, Kur'an'ın ruhuna, Peygamberimizin sünnetine uygun olsun. Gerçekten de annelik, sorumluluğu çok ağır olan bir görevdir. Zira gelecek nesillerin yetiştirilip, yönlendirilmesinde; terbiye edilip topluma kazandırılmasındaki temel kaynak, en etkili makam annedir. Anneler çocuklarını sadece doğurup, yedirip, içirip giydirmezler. Aynı zamanda o saf, temiz, yumuşacık beyaz bir hamura benzeyen çocuk fıtratını alıp işleyen, ona şekil veren insanlardır, beyin mimarlarıdır. Onun içindir ki; kendileri ne kadar eğitimli, hüsn-ü ahlak sahibi, mükemmel insan olurlarsa, yetiştirdikleri nesiller de o kadar mükemmel olacaktır. O halde mükemmelliğin sırrı nedir?
Anne ve şefkat
Yüce Allah Kur'an'da kadına ayrı bir önem vermiş, onun maddi manevi bütün haklarını gözetmiştir. Bunlara saygı gösterilmesi için de tedbirler almıştır. Kadın ve erkeği aynı şekilde muhatap almış, onlara müşterek sorumluluklar yüklediği gibi ayrıca yaratılışlarına uygun vazifeler de vermiştir. Kur'an ayetlerinin açıklayıcısı olan hadis-i şerifler de o mükemmelliğin ölçü ve sırlarını açıklamışlardır. Kitap ve sünnetten çıkan İslam Hukuku ise bu ölçüler için önemli bir kaynaktır.
Annelik sadece içgüdüsel bir olay gibi algılanmamalıdır. Onun da eğitimi, öğrenimi olmalıdır. Zira analardaki şefkat dediğimiz o engin duygu yönlendirilmezse çocuğa zarar bile verebilir. Bediüzzaman bu konuyu şöyle izah eder: "O şefkatli valide, çocuğunun hayat-ı dünyeviye de tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakarlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. ‘Oğlum paşa olsun’ diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa'ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesinin tehlikeye girdiğini düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor; cehennem hapsine girmesini nazara almıyor." " Evet bu hakiki ihlas ile hakiki fedakarlık taşıyan validelik şefkati su-i istimal edilip, masum çocuğun elmas hazinesi hükmünde olan ahiretini düşünmeyerek, muvakkat fani şişeler hükmünde olan o dünyaya o çocuğun masum yüzünü çevirmek ve bu şekilde ona şefkat göstermek, o şefkati su-i istimal etmektir." (Hanımlar Rehberi, s. 18, 19)
Analık etmek, özel bir psikolog olmak ve özel bir öğretmen olmak demektir. Anne, dengeleri iyi kurabilme yeteneğini elde etmelidir. Anne, sevecenliği ile bilimsel verileri kaynaştırabilmeli, gelenekselin içinden kendisi için İslami açıdan doğru bulduklarını seçip ayıklayarak iyi bir anne olmaya çalışmalıdır. Eğer bütün bunları yapabiliyorsa, ölçülerini Kur'an ve Sünnet’ten alabiliyorsa, kendine emanet edilen yavruları dünya ve ahiret saadetini elde edebilecek şekilde yetiştiriyor demektir.
Ne mutlu o Kur’an’daki anneye ki cennet ayakları altındadır.