Bir zencinin gözünden İstanbul sokakları: Ben bir dinsizim sizin gözünüzde. Tüm dinler beyazların.
“Ben bugün Beyazıt’tan Fındıkzade’ye yürümüş bir zenciyim. Bir lira ya karın doyurur ya ayakları korur. Bugün bir lira, yorgun ayaklarımı karton korunağımda uzatmışken açma yedirdi bana. Şehrin kıyısında, sizlerin düşüncelerinin çok uzağında. Arkasokakta, kaçak fırının alt katında. Üç siyah derili ve soğuk. Açma bayat. Misafirperver çocuklarınız otobüste yanıma oturmuyor. Saat almıyor. Parfüm kullanmıyor. Bir Avrupalı karşısında ezilip bükülmekten yorgun düşmüş özgüven yokusunu kişiliksiz koca bir insan yığını; ya benim de derim siyah olmasaydı.”
Farkındayım giriş biraz fazla çarpıcı oldu. Eminim okurken hepinizin aklından geçmiştir: “Bunu yazan gerçekten bir zenci mi? Ne oluyoruz? Neden kendine zenci diyor, hani bunun kibar tabirleri vardı, biz afroamerikan desek?” Şimdi sizi biraz daha empatiye davet ediyorum:
“Su yok. Yok su, yok. Para yok. Yok yok. Karın aç. Ayaklar çıplak. -Pis ama. Pis dokunma ona. Allah razı olsun, olur mu. Olsun olsun. Aç tanrım karnım.
Boynumda haçımla cami avlusunda mendil sattım. Ben bir dinsizim sizin gözünüzde. Tüm dinler beyazların. Tüm savaşlar beyazların, edebiyat beyazların, gökyüzü ve yeryüzü beyazların. Tanrı, beyaz.”
Muhtemelen şimdi düşünüyorsunuzdur, “Doğru mu söylüyor? Öyle mi davranıyoruz, düşünüyorum, ben hiç bir zencinin yanına oturdum mu? Pardon, kibar olmalıydım ama zenci dedim, herneyse acaba kimimiz gizliden gizliye, kimimiz açık açık bunları mı hissettiriyoruz?” Bakışlarımızın onun gözünden nasıl göründüğünü anlatmaya kendisi devam etsin istiyorum: (Gerçi “bakışlarımız” derken de “o” diye işaretlerken de ayırıyorum ya, neyse. Zaten ne kadar lafta kibarlaştırsam da bakışlarımda öteki değil mi?)
“Yok iş. Açlık var. Para yok. Hırsızlık yok. Düşmanlık var. -Tükür puu, puu puu. Sağlık yok. - Gitme yanına. -Zenciye bak.
Ailem yok. Hatırlamıyorum bile. Yıllar önce gördüğüm bir rüya ve şimdi tek hayalim kara kıtama gidebilmek. Kendi insanımla açlık çekmek. Kaçtım. Yaşamak için. Dünya beyaz ama küçük bir lekeyiz. İşsiz, aç. Temizlenmeli miyiz. puu insanlığınıza. Gelmeyeyim yanınıza.”
Beyazıt’tan Fındıkzade’ye yürüyen bir zenci dünyayı beyaz, kendini siyah bir leke olarak görüyor öyle mi? Son cümle iyice sarsıyor değil mi insanı, insanlığımızı... Bu metin yaklaşık bir ay önce yazıldı. Kısa bir öyküden ibaret yazılanlar, ne kadarı kurgu, ne kadarı gerçek bilmiyoruz. “Onu anlamak için illa onu gibi olmak gerekmez” söyleminin en önemli kanıtlarından biri Mehmet adlı bu üniversite öğrencisinin kaleme aldıkları.
Kısa hikayelerle bize bizi anlatıyor kişisel sayfasında... Kimi zaman bir zencinin koluna giriyor, kimi zaman dayak yiyen bir çocuğun ezilmişliğini anlatıyor, kimi zaman ise boşaltılmış köylerden gelen insanların gözüyle aynaya bakıyor. Kendini, “sinemasever ve yazmayaçalışır. İnsanlardan çok kitaplardan umudu var. Bir kişinin dünyayı kurtaramayacağını çok iyi bilir” diyerek tanımlıyor, tam da öykülerin ardından bu satırları okurken insan düşünüyor; atladığı bir şey var, o hikayelerin içinde bir kişi değil ki binlerce kişi olrak var oluyor, binlerce kişi olarak belki insanlar için de biraz olsun ümit beslenebilir...
Gerçekliği kurgusallığının üstünü örtmüş bu kısa hikayelere ulaşmak için:
formaldehit.blogspot.com / dipnottv