“Kürt edebiyatı yeniden yurduna döndü.”
Okunması için kılavuz hazırlanan Kürt romanlarını kitabın yazarı Abidin Parıltı’ya sorduk.
15 Yıl Önce Güncellendi
2011-01-13 10:40:51
Özlem Galip ile birlikte hazırladıkları ‘Kürt Romanı Okuma Kılavuzu’ kitabını yayımlanan Abidin Parıltı'yla Kürt edebiyatının tarihsel süreçte gelişimi ve bugünkü konumu, Kürt diasporasının Kürt edebiyatına etkileri hakkında konuştuk.
Bir dilin kalıcı olabilmesinin tek yolu, edebiyat yapılıyor olmasına bağlıdır. Kürt dilinin edebiyat ve roman yazımında ne tür çalışmalar olmuştur?
Evet, bir dilin ölümden kurtulmasının, yaşama tutunmasının ve canlanmasının yegane yollarından biridir edebiyat. Aslında bu yolculuğu Eliyê Herîrî’ye, büyük şair ve mutasavvuf Melayê Cizîrî’ye, suyun ve aşkın şairi Feqiyê Teyran’a ve ölümsüz eser Mem û Zîn’in yazarı Ehmedê Xanî’ye kadar götürebiliriz. Denilebilir ki Kürt edebiyatı ilk önce medreselerde serpilmiş, orada hayat bulmuş, okura ulaşmış ve dağılmıştır. Ancak özellikle Türkiye’de cumhuriyetin kurulması, tekke ve zaviyelerin kapatılması, bu kendi içinde kısmen kapalı bir biçimde gelişen edebiyatı ciddi bir biçimde etkilemiştir. Edebiyat, medreselerden kopmuş ve o zamandan beri neredeyse bir asır boyunca sürgüne yolculuğu başlamıştır. Bu aşamadan sonra sürgünde Bedirhani ailesini ele almak gerekir. Özellikle Hawar dergisi, Kürt dili ve grameri üzerine yapılan çalışmalar, çeviriler, özgün öykü ve şiirler günümüze kadar ulaşmıştır. Denilebilir ki Hawar ekolü hala Kürt edebiyatının ruhu ve güzergâhıdır. Neredeyse aynı zamanlarda Sovyetler Birliği’nde de dil ve edebiyat çalışmaları gerçekleşmiştir. Burada dikkati çeken önemli şahsiyet ise Erebê Şemo’dur. Zira Şemo, Kürtçenin ilk romanı olan Şivanê Kurmanca’yı (Kürt Çoban) yazmıştır. Bu roman 1935 yılında yazılmıştır. Şemo bu romandan sonra birkaç roman daha yazarak Kürt edebiyatını zenginleştirmiştir. Ardından Irak Kürdistanı’nda Îbrahîm Ehmed’in Jana Gel (Halkın Acısı) ve İran Kürdistanı’ndan Rehîmê Qazî’nin Pêşmerge romanı gelir.
Ancak Türkiye’ye dönüp baktığımızda durum içler acısıdır. Dil yasaklıdır. Kürtçe hayatın hiçbir mecrasında kullanılamamaktadır. Bu yüzden 1980’lerin hemen öncesinden sürgün yolunu seçen genç bir nesil daha sonra Kürt edebiyatını yeniden diriltmenin yollarını arayacak ve bunun için önemli çabalar harcayacaklardır. Mahmud Baksi, Mehmed Uzun, Firat Cewerî, Mustafa Aydoğan, Hesenê Metê gibi yazarlar bir edebiyatın ihtiyacı olan hemen bütün türlerde ürünler vermeye çalıştılar. Burada İsveç ekolü olarak nitelendirilen bir yazarlar topluluğu yetişti ve neredeyse iman gücüyle Kürt edebiyatını diri tutmanın yollarını aradılar. Nûdem dergisi on yıl boyunca yılda dört yayınıyla Firat Cewerî’nin editörlüğü ve sahipliğinde önemli bir dönüm noktası oldu. Dergi aynı isimle bir de yayınevi kurdu. Birçok yazarın ilk ürünleri burada yayınlandı. Çevirilere ağırlık verildi. Şiirler, öyküler, romanlar, denemeler yayınladı. Türkiye’de ise Nûbihar, Azadiya Welat, Rewşen dergileri dikkat çekti. 2000 yılından itibaren ise Kürt edebiyatı yeniden yurduna döndü. Daha önce okur olan nesil yazarlığa soyundu. Bazıları yazarlık mecrasında başarılı oldu, bazıları ise sadece ürün yayınlatmakla kaldı. Nihayetinde Kürt edebiyatı yüzyılı aşkın bir sürgünlük döneminden sonra şimdi toprağına dönüş yapmış durumdadır.
Kürtlerin düşünüş biçimi ve hayat tarzı romanlarda nasıl işleniyor?
Kürtçe roman aslında Kürtleri, onların yaşadıklarını çeşitli açılardan anlatır. Teknikler, üsluplar, dil ve bakış açıları farklı olsa da Kürtlerin yaşamına odaklanmış romanlar yazmışlardır. Kürtler tek boyutlu bir toplum değildir dolayısıyla onları konu alan romanlar da tek boyutlu olamaz. Toplumun temel yaşayış biçimleri bu anlamda her biri kendi mecrasını belirlemiş yazarlar tarafından ele alınırken roman estetiğini çoğunlukla dikkat edilir. Örneğin; Mehmed Uzun Kürtlerin yaşayış ve düşünüş biçimini ele alsa da her defasında tekniğini geliştirir ve yeni yollar arar. Firat Cewerî, daha birey odaklı ve psikolojik olanı romanın ana malzemesi yaparken, Mahmud Baksi daha pastoral hayatları anlatır ve sözlü kültürden yararlanır.
Kürt halkının düşünce dünyasını anlamanın yolu yazdıkları romanları okumaktan geçtiğini söyleyebilir miyiz?
Evet. 1935 yılında yazılan ilk romandan tutun da günümüze kadar yazılan hemen her romanda Kürt düşünce dünyasının nüvelerine rastlarız. Kürt romancılar temel büyük konu olan “Kürtler”e odaklandığı için düşünce dünyasının kapıları da bu romanlarda belirir. Ehmedê Xanî’den tutun da Celadet Bedirxan’a, Memdûh Selim Bey’e ve destan kahramanlarına kadar birçok şahsiyet romanlara konu olurken onların düşünceleri, yaşam biçimleri, öngördükleri dünya, mücadeleleri romanın ana malzemesini oluşturur. Diğer yandan yaşadığımız dönemde ise savaşın yıktığı hayatlar, arada kalanlar, bireyleşemeyen toplum da aynı zamanda sözü edilen romanların temel malzemesini oluşturur. Bu anlamda Kürt düşünce dünyasının anahtarının, Kürtçe romanların sayfalarında gizli olduğunu söyleyebiliriz.
Kendi topraklarından çıkan romanlarının yanı sıra Kürt diasporasının, Kürt romancılığının gelişmesinden nasıl bir payı var?
Kürt diasporası aslında iki farklı kuşaktan oluşur. İlk sürgünler Celadet Bedirxan ve Hawar ekolü yazarlarının yer aldığı kuşaktır. Bu kuşak tarafından roman yazılmamıştır. İkinci kuşak ise özellikle 1980 darbesinden hemen önce ya da sonrasında ülkesini terk etmiş yazarlardan oluşmaktadır. Büyük bir mucizeyi gerçekleştiren bu yazarlar ülkesinden, okurundan, hikâyelerinden uzakta yazdılar. İlkin Mahmud Baksi, sonrasında ise Mehmed Uzun Kürtçe romanlarıyla ses getirdiler. Mehmed Uzun roman macerasına vefat edene dek devam etti. Ardından Firat Cewerî, Hesenê Metê, Laleş Qaso gibi yazarlar geldi. Diğer yandan Suriyeli iki Kürt yazardan burada söz etmek gerekir. Jan Dost ve Helîm Yusiv. İsmi zikredilen diaspora yazarları özellikle dil konusunda çok hassas davrandılar ve edebiyatın anlaşılması gerektiğine inandılar. Dolayısıyla genel olarak anlaşılır ve sade bir dil kullanırlarken kurguya ve üsluba daha çok önem verdiler. Bu anlamda denilebilir ki Kürt diasporasında yazılan romanlar, Kürt edebiyatının köşe taşıdır.
Kürt edebiyatı genel anlamda, tansiyonu yüksek romanlardan oluştuğunu görmekteyiz. Bunun sebebi nedir?
Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi Kürt toplumunu anlatan bu romanlar, onların hayatından beslenir. Dolayısıyla toplumun içinde bulunduğu yüksek tansiyon, romanları da etkilemektedir. Savaş, acı, çatışma, sürgün, aidiyet, arada kalma, yenilgi, ölüm, mağduriyet, cinayet gibi kelimelerin bizatihi kendisi beraberinde yüksek tansiyonu getirir. Kürtlerin mevcut koşulları, roman kişilerine yansıdığında bazen bu bir kovalamacaya, bazen bir takip edilme paranoyasına, bazen ölümün kıyısından dönüşe sebebiyet verebiliyor. Öte yandan dram sanatlarının temel malzemesi olan çatışma, Kürtçe romanların hemen hepsinde neredeyse en net ve sert şekilde kendini belli ederken bu durum da tansiyonu yükselten ana etmenlerin başında gelir. Sonuç itibariyle toplumsal koşullarda var olan yüksek tansiyon romanlara da yansımakta ve bu anlamda vücut bulmaktadır.
Kürt Romanları Okuma Kılavuzu’nda değerlendirdiğiniz yazarların eserleri hakkında düşünceleriniz neler?
Aslında eserler ile ilgili olarak kitabın ikinci bölümünde Özlem Galip ile birlikte fikirlerimizi eserlerle belli bir mesafeyi koruyarak dile getirdik. Başlangıcından günümüze genel bir değerlendirme yapıldığında elbette Kürt romanının son 15-20 yıl içerisinde ciddi bir gelişim içerisinde olduğunu ele aldığımız eserlerde görürüz. Biyografik olan ağırlıkta iken, tarihsel olan da hep gündemde kalır. Bir yandan bazı yazarlarda belgesel olan merkezde iken bu durum bazılarında bir vakanüvis hissiyatına bile dönüşebiliyor. Ancak bütün romanlara dönülüp bakıldığında Kürt romancılığının bir arayış içinde olduğunu, kabuğunu kırmanın yollarını aradığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu durum hem tema, hem dil hem de kişiler üzerinden kendini apaçık belli eder.
on5yimi5.com
SON VİDEO HABER
Haber Ara