Bireyin ve toplumun geçmişle yüzleşmesi, büyük ölçüde sinemayla oluyor günümüzde. Dünyadaki pek çok ülke, işin siyaset sahnesine bakan kısmında dosyayı çoktan kapattı. Türkiye ise, 'yeni başlayanlar'dan. Ancak sinema, toplumsal meselelerde söz söyleme ve geçmişi 'tashih' etme noktasında her zaman olduğu gibi siyasetten önde gidiyor ülkemizde. Son yıllarda yerli filmlerde pek çok kesim üzerinden geçmişle hesaplaşma çabalarına tanık olduk. Mehmet Tanrısever imzalı 'Hür Adam-Bediüzzaman Said Nursi' filmi, bu açıdan bakılınca daha anlamlı duruyor. Gösterime girmeden konu olduğu tartışmalar da bunu doğrular nitelikte.
Bediüzzaman Said Nursi gibi, onu 'zamanın en iyisi' yapan hususiyetleriyle hayatı boyunca bulunduğu her ortamda dikkatleri üzerine çeken bir şahsiyeti ve onun hayatını filme almak hakikaten zor iş. Öte yandan Bediüzzaman, hayatı ve kişiliğiyle sinema için kayıtsız kalınamayacak bir kaynak. Bir taraftan II. Abdülhamit'ten itibaren İttihat ve Terakki dönemi, Balkan Savaşları, 1. Dünya Savaşı, İstanbul'un İngilizler tarafından işgali gibi olayların olduğu, Osmanlı'nın son 20 yılını yaşadığı, belki de dünya tarihinin en çalkantılı döneminde bütün hayati olayların merkezinde yer almış bir şahsiyet var. Diğer yandan, Kurtuluş Savaşı'na destek vermiş, bağımsızlığı savunmuş, Ankara Hükümeti'nin dikkatini çekmiş ve Meclis'e davet edilmiş, şimdilerde içinden çıkamadığımız Doğu'daki büyük sorunu 100 yıl öncesinden fark etmiş ve Türk-Kürt kardeşliğini korumak için çareler aramış, haksız suçlama ve iftiralarla ömrü boyunca sürgün edilmiş, hayatının her döneminde statükoyla mücadele etmiş bir din âliminden bahsediyoruz.
RESMİ TARİH YENİDEN YAZILMALI
Bu açıdan bakınca, Hür Adam filminin, sinema dilinden ziyade gündeme getirdikleriyle tartışılması gayet doğal. Bu durumu iki yıl önce 'Mustafa' filmiyle de yaşamıştık. Resmi tarihin, üzerine ölü toprağı serpilmiş örtüsünü birazcık aralayınca ister istemez rahatsız olanlar çıkıyor. Hür Adam, sinema dili ve senaryo zaafları, karikatürize kaçan bazı tiplemeleriyle göze batsa da hayırlara kapı aralıyor. Başta, hiç alakası olmadığı Şeyh Said isyanı olmak üzere, Mustafa Kemal ile görüşmesi, Türk-Kürt kardeşliğine verdiği önem, Cumhuriyet'in ve askeriyenin dindarlarla barışık olabileceği düşüncesi gibi Bediüzzaman'ın hayatında önemli yer tutan meseleler, bu sayede değişik kesimler tarafından 'keşfedilmiş' oldu. Aralarında sinema yazarı ve 'aydın'ların da bulunduğu pek çok kişinin kulağına 'yeni' şeyler çalındı. Film, konu olduğu tartışmalarla bir kez daha gösterdi ki; resmi tarih yeniden yazılmalı. Çünkü bu tarih, hem yazdıkları hem de sakladıklarıyla çok düz bir tarih. Bu devletin kurucusu Mustafa Kemal'in, döneminin ve bulunduğu asrın en önemli din âlimiyle görüşmesini bile resmi tarihten teyit edememek, 'sahih' bir tarih ihtiyacına işaret ediyor.
Özetle, Hür Adam, sinematografik kalibresinden daha çok, konu olduğu tartışmalarla hatırlanacak bir yapım. Bediüzzaman'ın hayatından yaklaşık 30 yıllık bir dönemi anlatmak gibi zor bir işe girişen film; kısa bir kesiti, dramatik yapısı sağlam bir hikâyede ele alsa daha verimli olabilirmiş. Bu haliyle film, epik bir uzun metrajdan ziyade biyografik belgesel türüne daha yakın duruyor. Ancak karaktere bürünmedeki gayretiyle takdiri hak eden Mürşit Ağa Bağ'a birkaç kez "davam" dedirtmekle, ciltler dolusu Risale-i Nur'lardan beş-on cümleyi film boyunca tekrar etmekle Üstad'ın 'dava adamı' ruhu perdeye tam anlamıyla yansımıyor. Yönetmenin, günümüz sinema dilinden çok, Beyaz Sinema'nın 20 yıl önceki halini çağrıştıran anlatımı ise seyri zorlaştıran bir diğer faktör..
YENİ FİLMLERE KAPI AÇACAK
Öte yandan Risale-i Nur'u bilenler, özellikle de Tarihçe-i Hayat'ı okuyanlar filmde çok farklı şeyler bulamayabilir. Hatta yönetmenin ifadesiyle '4 saatlik' filmin kurguda 163 dakikaya inmesiyle oluşan boşlukları, ancak Tarihçe-i Hayat okuyanlar doldurabilir. Risale-i Nur'u tanımayanlar ise daha çok filmin gündeme getirdiği tartışmalara odaklanacaktır. Bu tartışmaların ortaya dökülmesi de azımsanacak bir şey değil. Tanrısever'in emeği, cesareti ve filme yatırdığı servet ise ayrıca kayda değer bir konu.
Ve bir şey daha: Yönetmenin özellikle belirttiği Türk-Kürt kardeşliğine yapılan vurgu, şu sıralar en çok ihtiyacımız olan şey. Filmin, bu yönüyle de 'hayırlara vesile olacağını' söylemek yerinde olur sanırım. Anlaşılan, bugün artık dünyanın pek çok diline çevrilen Risale-i Nurları daha çok konuşacağız ve Bediüzzaman'ın hayatı başka filmlere de ilham verecek.