Medya Ülke Yönetimine El Koymuştur
'Silahsız Kuvvetler: Medya' Türk basın tarihinden alıntılarla dolu bir sergi. Cumhuriyetin kuruluşundan 2007'ye kadar basın ile resmi ideoloji arasındaki bağı örnekleriyle inceliyor. Gazetelerin manşetleri üzerinden dönem dönem Türkiye siyasi tarihi mercek altına alınıyor.
15 Yıl Önce Güncellendi
2010-11-23 12:30:31
Türkiye yakın siyasi tarihi, askeri muhtıra ve darbeler tarihidir. Vatan için halkını sorgu odalarından, işkence tezgahlarından ve idam sehpalarından geçiren silahlı kuvvetlerimiz yakın zamana kadar yapılan her anket çalışmasında %90 oranlarında güvenoyu almaktaydı. "Her Türk asker doğar" ve "Ordu, Peygamber ocağıdır" geyikleriyle üstü örtülen bir tartışma var ortada. Bu halk, Stockholm Sendromu'nu nasıl atlatacak? Neden bizler de tüm demokratikleşmiş ülkeler gibi, yakın siyasi geçmişimizle hesaplaşıp, darbecilerimizi yargılayamıyoruz? Eğer bir toplum, görmüyor, duymuyor ve ses çıkarmıyorsa onun medyasına bakmak lazım. Çünkü medyanın görevi; kamuoyunu etkilemek ve yeniden oluşturmaktır. Özellikle, son elli senede genişleyen etkinlik alanını göz önüne aldığımda düşünüyorum ki rahmetli Montesquieu eğer hayatta olsaydı, medyayı temel kuvvetlerden biri sayardı. Bu bağlamda; yaşanan olumsuz siyasi gelişmelerde toplumun tepkisizliğini ya da rızasını anlamak için, hakim medyanın politikalarını incelemek gerekir. Eğer Türkiye de kendi darbecileriyle hesaplaşmak istiyorsa önce habercileriyle yüzleşmek zorundadır. Bu hesaplaşmayı bir an önce başlatmak isteyenlerden biri de akademisyen Murat Ereddin. "Silahsız Kuvvetler: Medya – Darbelerde Basının Ayak Sesleri" kitabıyla medya camiası için esaslı bir kavgaya tutuşmuş. Kendisi bu mahallenin çocuğu: BRT, TGRT, NTV, ATV, CNN Türk, SKY Türk ve birçok radyoda görev yapmış. Bu kadar yorucu bir habercilik serüveninin ardından, etik kurallara sadakatle bağlı bir gazeteciler kuşağı yetiştirmek umuduyla olsa gerek, öğretim üyeliğine başlamıştır. Yazarımız bu çabasında haklı. Çünkü kendisinin de ifade ettiği gibi; "Demokrasinin kurum ve kurallarıyla oturmadığı Türkiye'de gazeteler hep "sahibinin sesi" olarak yayımlanmış ve bugüne kadar hep "güçlünün yanında"yer almıştır. Türk siyasi tarihinde ise güçlüler ne yazık ki gücünü siyasetten yani halktan alanlar değil, görevinden yani silahından alanlar olmuştur. "Silahsız Kuvvetler: Medya" Türk basın tarihinden alıntılarla dolu bir sergi. Cumhuriyetin kuruluşundan 2007'ye kadar basın ile resmi ideoloji arasındaki bağı örnekleriyle inceliyor. Gazetelerin manşetleri üzerinden dönem dönem Türkiye siyasi tarihi mercek altına alınıyor. Darbelerden seçimlere, ayaklanmalardan suikastlere belirleyici siyasi olaylarda yazılı medyanın tutumu ve yönelimi eleştirel bir yaklaşımla tartışmaya açılıyor. Kuruluş ideolojisi ve politikalarına ciddi eleştiriler getiriliyor. Öyle ki Menemen ve Dersim olayları gibi tabu sayılan mevzular hakkındaki gazete küpürleri de ele alınıyor. Yazar Murat Erdin, salt CHP'yi ve TSK'yı merkezine oturttuğu bir eleştirel yöntem izlemiyor. Örneğin, 6-7 Eylül olaylarında Demokrat Parti'nin rolünü de teşhir ediyor. Ancak darbeler ülkesinde yaşadığımız için hükümetler masum kalıyor. Basın da ilk "anlı şanlı" darbe tecrübesini 27 Mayıs 1960 ile yaşıyor. Önce gazete haberleri ile darbe koşulları olgunlaştırışıyor, sürekli olarak hükümetin hain planlarından söz ediliyor, ordunun süreçten duyduğu rahatsızlıktan bahsediliyor. Arzuları gerçekleştiğinde de basının "vatani" görevi henüz bitmiş olmuyor. Sonrasında üç seçilmiş siyaset insanının asılması için ellerinden geleni yapıyorlar; asılsız, düzmece haberler servis ediyorlar. Dönemin Milliyet ve Akşam Gazeteleri bu hususta gönüllü kara propagandistler. DP'lilere dair asılsız haberler yapıldığı gibi, bunlar hakkında tekzip yayınlanmasına da izin verilmiyordu. Böylece "onurlu Türk basını" görevini layığıyla yerine getiriyor. Bu veriler bize basın – yargı arasındaki örtülü işbirliğini göstermekte. Türkiye'de hukuk şu şekilde işliyor: Devletin hedefindeki kimseyi önce basın linç ediyor, kamuoyundaki itibarını zedeliyor. Savcı, basında çıkan haberleri delil olarak kullanıyor ve davayı açıyor. Hakim de cezayı kesiyor. Tıpkı Ahmet Kaya'ya yapıldığı gibi. Karmaşa içerisinde geçen 1960'ların ardından yeniden bir darbeye ihtiyaç duyulmaktaydı. Bu süreçte de basın üzerine düşeni yapar. 12 Mart muhtırasına giden yolun önünü Hürriyet Gazetesi açar. 12 Eylül öncesi tırmandırılan iç çatışma ortamının yaratılmasında da gazeteler üzerlerine düşen rolü oynar. Bu dönemin yıldızlarından biri de Tercüman'dır. Patron gazeteleri orduyu "kızıl çetelere" karşı göreve çağırmaktaydı. Amaçlarına ulaştılar ve üniformalı çeteler geldi. Darbe sonrası Milliyet "Huzura Giden Yol" başlıklı bir metin yayınlar. Uzanlara ait İstanbul Gazetesi darbeyi "Beyaz Cuma" olarak nitelendirir. 90'larla birlikte Türkiye suikastlar çağına giriyor. Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Bahriye Üçok , Uğur Mumcu ve sonraları. İşin tuhaf yanı hiçbir gazete öldürülen yazarını anmaktan öteye gitmiyor, gidemiyor. Gazeteler, her suikastin ardından sürekli olarak hedef saptırıyor. Özellikle 1997 senesi, Türkiye medya tarihi adına özel bir inceleme alanıdır. 28 Şubat ve medya denildiğinde akla gelen iki fenomen var; Fadime Şahin ve Aczimendilerin lideri Müslüm Gündüz. Aktüel Dergisi'nin "Tesettürlü Aç-Aç Geceleri" manşeti, basının nasıl da ahlaksızlaştığının, seviyesizleştiğinin göstergesi. Gazeteler, köşe yazarları ve haberciler, 28 Şubat sürecini sanatkar edasıyla ilmek ilmek işliyor. "Bu Ne Rezalet", "Bu Kafayla 2000'e doğru", "Tanklar Sincan'da", "Muhtıra Gibi Tavsiye", "Gerekirse Silah Bile Kullanırız" dönemin unutulmayan manşetleri arasında. Yine o dönem saldırı tahtasına oturtulanlardan biri de zamanın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan. Erdoğan'ın önü o yıllarda kesilmek isteniyordu. Sadece onun değil Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir'in emri ile Cengiz Çandar, Mehmet Altan, Ahmet Altan ve Mehmet Ali Birand gibi gazeteciler de hedef seçilmişti. Harp Akademileri'nde düzenlenen bir gecede Çevik Bir, 28 Şubat hakkında şu ifadeleri kullanıyor: "Siz ve biz. Asker ve Medya bu işi birlikte başardık. Çok da iyi yaptık." Ne var ki 28 Şubat '1000 yıl' sürmez ve AK Parti iktidara gelir. Fakat basın bunu hazmedemez: "Sandıktan Öfke Çıktı", "Siirt Hükümeti" gibi manşetlerle süreci sabote etmeye çalışır. Bu dönemin öne çıkan aktörleri ise yine Milliyet, Hürriyet ve Vatan'dır. Hürriyet, kötü şöhretine 2007 Cumhurbaşkanlık seçimlerinde attığı "411 El Kaosa Kalktı" manşetiyle katkı yapar. "Silahsız Kuvvetler Medya", işte bu özet geçtiğim tarihsel süreci gazete küpürleriyle ele alıyor. Yazarın küpürlerin altına eklediği hicvedici yorumları ve alıntılarıyla, eser, başucu kitabı niteliği kazanmış. Okuyucunun bitirmeden kolay kolay elinden bırakmayacağı bir yapıt. Özellikle Türkiye Medyası ve tarihi ile ilgilenmekte olanların derhal edinmesi gerekir. Yazarın eksik kaldığı veya bilerek atladığı bir konu, kitapta boşluk yaratmış. Erdin, Kürt sorununu, soruna medyanın yaklaşımını es geçecek düzeyde az ele almış. Elbette kitabın formatı darbeler ve medya konusu üzerine kurulduğu için bu hoş karşılanabilecek bir durum. Fakat belki de Murat Erdin'den bu konuda bir çalışma yapmasını rica edebiliriz. Kürt konusunda geçtiğimiz ay geç gelen bir itirafı hatırlatarak düşüncemi daha açık ifade edebilirim sanırım. "Bir süredir PKK’nın tasfiyesi dillerden ve medya sayfalarından düşmüyor. Bu haberlerin bir bölümünü bizler üretiyoruz. Bakanların ziyaretlerinden, Başbakan Erdoğan’ın konuşmalarından, bürokratların özel sohbetlerinden yola çıkarak bir bölümü doğru, diğer bölümü kendi hayal ürünümüz olan bir senaryo yazıyoruz ve bunun gerçek verilere dayanmayan bir senaryo olduğunu bilmemize rağmen, kendimiz de inanır oluyoruz. Bir süre sonra daha da ötesine geçiyoruz ve kendi senaryolarımıza dayanarak yorumlar yapmaya başlıyoruz." Mehmet Ali Birand, Posta Gazetesi, 12.10.2010
okudumyazdim.net
Kitapla ilgili teknik bilgileri ve internet üzerinden sipariş şartlarını görmek için bu linki kullanabilirsiniz.
Haber Ara