Kanuni Sultan Süleyman'ın 1520 yılında Rodos seferi öncesinde ordusunun su ihtiyacını karşılamak için Muğla'ya yaptırdığı 4 asırlık sarnıçlar, yaşam mücadelesini sürdürüyor. Mimar Sinan tarafından inşa edilen 490 yıllık yapıtlar, sanat tarihinde bir satırlık da olsa yer almayı, umut ve sabırla bekliyor. Muğla'da ıssız dağ başlarında, yol kenarlarında ve ova diplerinde, yıllarca susuzların sığınağı olmuştur kubbeli küçük yapılı sarnıçlar. Bazen insanlara, besi hayvanlarına ve bitkilere umut olmuştur.
Fethiye'den Bafa gölüne, Bodrum'dan Denizli-Tavas'a kadar uzanan bir coğrafyada yaygın olan sarnıçlar, bu bölgenin mührü, kimliği ve dağ başlarındaki yalnız bekçisi gibidirler. Türkiye'de en yoğun olarak bu yörede bulunan sarnıçların 300 civarında olduğu tahmin ediliyor. Bazıları kubbeli, bazıları da tonozlu olan sarnıçların 30 kadarın girişinde de eski yazılı kitabeler dikkat çekiyor. Bodrum yolu üzerindeki Sıralık mevkiinde bulunan ve Miladî 1766 yılında inşa edildiği görülen bu sarnıçtaki yazılı kitabede şu ifadelere yer veriliyor; "Hasbüna'llah ve ni'me'l-vekîl Ni'me'l-Mevlâ ve ni'me'n-nasîr. Sâhibü'l-hayrât ve'l-hasenât El- Hâcc Abdullah el-Muğlavî Sene 1180 (Milâdî 1766)"
Sarnıçları ile ilgili araştırmalar yapan Muğla Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Namık Açıkgöz, sarnıçların, Muğla yöresine, Kanuni'nin bir hediyesi olduğunu söylüyor. Kanuni'nin Rodos seferi öncesi ordunun su ihtiyacını gidermek amacıyla bu sarnıçların yol güzergâhı boyunca yapıldığını kaydeden Namık Açıkgöz, "Kanuni 1522 yılının Haziran ayı başında, Rodos'u fethetmek üzere İstanbul'dan yola çıkarak, 24 Temmuz 1522 günü Muğla'ya gelmiş ve karargâhını kurmuştur. 2 gün sonra, 26 Temmuz günü Marmaris'e ulaşan Kanunî ve ordusu, Muğla'da su ihtiyaçlarını bu sarnıçlardan karşılamıştır." diyor.
Sadece sanat tarihi ve mimari açıdan değil, sarnıçlar, bugün de yol kenarlarında bulunanlar, eski devirlerdeki ulaşım yollarının belirlenmesine yardımcı olduklarından, tarihi coğrafya açısından önem taşıyorlar.
Sarnıçlar üzerinde son zamanlarda güzel ve temiz görülmesi uğruna, üzerlerinin sıvandığı ve hatta kireçle badana edilerek tek tipleştirilmeyle karşı karşıya. Bugün şehirlerde ve köylerde, evlere şebeke suyu bağlandığı için, yerleşim merkezlerindeki sarnıçlar kullanım dışı kalmıştır. Fakat, dağ başlarındakiler, çobanlarla, hayvanlarla ve börtü-böcekle beraber yalnızlığın ağır hüznünün türküsünü söylüyorlar. Onlar yemyeşil çam ağaçlarının arasında, yoğun bir şiirsellikle, kaderlerine terk edilmelerinin içli ağıtının son perdesinde, sessiz çığlıklarını atmaktalar ve sanat tarihinde bir satırlık da olsa yer almayı beklemekteler umutla ve sabırla ama daha çok terk edilmişliğin sessiz trajedisiyle.
-SU SARNIÇLARININ ÖZELLİKLERİ-
Sarnıçlarda, daire şekilli istinat duvarı üzerini örten kubbe, taşların ters gerilim tekniğine göre dantel gibi işlenip örülmesiyle ayakta durur ve tam tepesinde kilit taşı yer alır. İstinat duvarlarının yüksekliği bir-bir buçuk metre, kalınlığı ise 40-50 santimdir; ancak bir taş eninde olan kubbe ise 15-20 santim kalınlığındadır. Kubbe, istinat duvarının üstünde ve 25-30 santim içinden başlar. Kapı kısımlarında ve alınlığında, yekpare kesilmiş mermerler veya büyük taşlar yer almaktadır. Kubbe veya tonozun, istinat duvarından 25-30 santim kadar içte kalmasının ve istinat duvarının dış kısmının, biraz yüksek olmasını sebebi, kubbeye düşen yağmur sularının, duvarla kubbenin birleştiği yerdeki dolgu deliklerinden, sarnıcın içine akmasıdır. Son dönemlerde yapılan sarnıçlarda, dolgu delikleri toprak seviyesindedir ve bu yüzden, sarnıca, yağmur suyu ile birlikte, toprak da dolmakta; böylece bir süre sonra sarnıç kullanılmaz hâle gelmektedir. Sarnıca, kapıdan yağmur suyu ile birlikte toprağı sürükleyip gelen suyun girmesini ve sulanmaya gelen hayvanların sarnıca düşmesini önlemek amacıyla, 40-50 santim yükseklikte kare veya dikdörtgen alanlı bir engel duvarı örülür. Sarnıçlar, genellikle dere taşıyla, az da olsa bazıları kırma taş ile yapılmışlardır. Taşları tutturmak için, önceleri yağlı çamur, sonraları ise kireç-kum karışımı harç kullanılmıştır. Orijinallerinde, örme taşların üstünde sıva yoktur ve bu halleriyle, yalın bir güzellik sergilemektedirler.