Dolar

34,9448

Euro

36,5985

Altın

3.015,39

Bist

9.998,26

Kalın: Ordu sınırını bilmeli

Şark'ul Ewsat gazetesinin internet sayfasında, Thaer Abbas'ın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Başdanışmanı İbrahim Kalın ile yaptığı bir mülkat yayımlandı. İşte Kalın'ın 'ordu sınırını bilmeli' dediği o röportaj..

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-09-02 15:49:00

Kalın: Ordu sınırını bilmeli
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Başdanışmanı Prof. İbrahim Kalın, AK Partinin gelecek yaz aylarında yapılacak genel seçimleri kazanması durumunda Türkiye için yeni bir anayasa çalışmasına başlayacağını söyledi. Hükûmet tarafından önerilen anayasa değişikliğine, yakında yapılacak referandumda "evet" oyu vermenin, Türkiye'yi daha "modern, demokratik, şeffaf ve sivil" olmaya götüreceğini söyleyen Kalın, partisinin orduyu doğrudan hedef almadığını ancak ordunun da "sınırını bilmesi" gerektiğini ve siyasete müdahale etmemesi gerektiğini vurguladı.

El Şark'ul Ewsat gazetesinin Ankara'da yaptığı mülakatta Kalın, İsrail ile bozulan ilişkilerin sorumluluğunun AK Partiye yüklenmesini reddederek, birçok unsurun buna neden olduğuna işaret etti ve Türkiye'nin, durumun tekrar rayına oturması için İsrailli liderlere ne yapmaları gerektiği konusunda izahatta bulunduğunu açıkladı. Kalın, durumun ilişkileri koparma aşamasına gelmesinin uzak ihtimal olduğunu ifade etti.

ABBAS: Türkiye'nin Batı yerine Doğu'ya yönelmesiyle yaşanan yeni değişimleri nasıl açıklıyorsunuz?

KALIN: Bazıları, Türkiye politikasındaki yeni dinamizmi ve dış politikasındaki genişlemeyi, eksen değişikliği olarak nitelendiriyor ve Türkiye'nin günümüzde Batı yerine yani Avrupa ve ABD yerine Doğu'yu ve İslam dünyasını tercih ettiğini iddia ediyor. Biz olaya başka açıdan bakıyoruz. Türkiye açısından olup bitenleri, durumun normalleşmesi süreci olarak görüyoruz. Türkiye, bütün komşularıyla barışı sağlamlaştırıyor. Buna komşularla "sıfır problem" politikası adı veriliyor. Bu politikanın çerçevesini Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu çizmiştir. Bu stratejiyi sadece Müslüman olanlarla değil, bütün komşularımızla uygulamaya çalışıyoruz. Suriye ile 10 yıl öncesi ilişkilerimize bakarsak su sorunu, PKK ve diğer ihtilaflı konular nedeniyle savaşın eşiğinde olduğumuzu görebiliriz. Günümüzde ise Suriye ile mükemmel ilişkilerimiz var. Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetlerine, Türk vatandaşlarına ve güvenlik güçlerine saldırmak için Kuzey Irak'ı bir üs olarak kullanan PKK nedeniyle yıllarca sallantıda olan Irak ile ve özellikle kuzeyi ile ilişkilerimizi iyileştirdik. Günümüzde bu ülkelerle ilişkilerimizi düzelttik ancak bu sadece belirttiğimiz ülkelerle olmadı. Yunanistan ile olan ilişkilerimiz de belirgin bir şekilde düzeldi. Bazı ihtilaflı konular ve gerginlikler devam etmesine rağmen, 10 yıl öncesine baktığımızda bugün Yunanistan ile çok farklı nitelikte ilişkiler kurduğumuzu görebiliriz. Geçtiğimiz yıl Papandreu, başbakan olarak seçildikten sonra ilk resmî ziyaretini Türkiye'ye yaptı. Biz de aynı şekilde Yunanistan'a ziyaret gerçekleştirdik. Günümüzde Yunanistan ile askerî, bölgesel, ekonomik, enerji, iletişim ve kültürel değişim gibi birçok alanda iş birliği konusunda görüşmelerde bulunuyoruz. Aynı durum Bulgaristan ile de geçerli. Ermenistan ile de aynı şeyi yapmaya çalışıyoruz. Nitekim geçtiğimiz yıl ilişkilerin yeniden normalleşmesi için bir protokol imzaladık. Ancak maalesef bu süreç, Ermenistan'ın iç meseleleri ve Kafkasya'daki bölgesel meseleler nedeniyle zor bir süreçtir. Ancak önemli olan, Türkiye'nin bütün komşularıyla ilişkilerini düzeltmeye çalışmasıdır. Nitekim Rusya ve Gürcistan ile iyi ilişkilerimiz bulunmaktadır.

Özet olarak bir devletle ilişkilerimizi geliştirmenin başka bir devletin aleyhine olacağını düşünmüyoruz. Yani Müslüman Arap komşularımızla ilişkilerimizi iyileştirirsek Batı ve ABD ile ilişkilerimizi kaybedeceğiz anlamına gelmez. Bu konuda her iki tarafa paralel olarak yürümeye çalışıyoruz. Bu nedenle adını normalleştirme koyduk. Dünyanın bu bölgesinde yaşadığımıza göre ekonomik, siyasi ve güvenlik nedenleriyle komşularımızla iyi ilişkiler içinde olmalıyız. Türkiye, 75 milyon nüfuslu, yüzde 60-65'i gençlerden oluşan, dinamik bir devlettir. Bunlara eğitim vermeliyiz ve fırsatlar yaratmalıyız. Dolayısıyla bölgede barış ortamı yaratırsak bundan herkes gibi bizde yararlanacağız.

ABBAS: Ancak siz Orta Doğu'ya odaklanıyorsunuz?

KALIN: Bir akademisyen ve üniversite hocası olarak, Orta Doğu'ya; çatışmaların, savaşların, sorunların ve yoksulluğun olduğu bir bölge olarak bakmaya her zaman karşı çıktım. Bu bölgede tarihin en yüce medeniyetleri doğdu. Bu coğrafya bu kadar önemli bir tarihi üretmeye kadir ise bunu tekrar ve yeniden yapabilir. Bizim yapmamız gereken tek şey, yeteneklerimize güvenmektir. Orta Doğu'da çözüme bağlanması gereken meselelerin olduğu doğru, ancak bütün dünyada örneğin Avrupa, Balkanlar, Doğu ve Güney Asya, Afrika ve Latin Amerika'da problemler var. Soru şu: Bu sorunları çözme gücüne sahip olduğumuza güveniyor muyuz?

Biz bölgedeki bütün meselelerle ilgileniyoruz, çünkü bölgede barış ve istikrar bizim için çok önemli. Barış, sadece Arap veya İsraillileri değil, bölgenin tamamını olumlu bir şekilde etkileyecektir. Çünkü Orta Doğu'daki çatışma ve Filistinlilere olanlar, insafsızlık tarihinden ibarettir. Bu realite, dünyadaki yüzlerce milyon Müslüman'ın Avrupa ve ABD'ye olan bakış ve davranışını etkiliyor. Bölgede var olan Amerika ve Avrupa karşıtı birçok hareket, Filistin meselesinin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Bu nedenle bu meseleyi ele alma, adil ve uygulanabilir sürekli bir çözüm bulma çağrısında bulunuyoruz. Bu konuyla ilgili yapılması gerekenler gayet net ve çok kolaydır. Gerekli olan şey; 1967 sınırına geri dönmek, Filistin devleti kurmak, Filistin devletinin başkenti olan Doğu Kudüs istisna edilerek Kudüs'ü paylaşmak, Filistinli mültecilerin yurtlarına geri dönmelerini sağlamaktır. Bizim de desteklediğimiz Arap barış girişimindeki esaslar bunlardır. Biz, Orta Doğu barış sürecini ciddiye alıyoruz. Ancak bölgede; İsrail-Suriye görüşmeleri, Suriye-Irak ilişkileri, güney Lübnan'daki durum, Irak'ın geleceği, Irak'ta hükûmetin kurulması ve Irak'ın toprak bütünlüğü gibi başka meseleler de var. Buna karşın Kafkasya'da Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki gerginlik var ki bu bizim ve aynı zamanda Avrupalı ve Amerikalıların ilgi odağı. Bu konuyla ilgili olarak, iki ülke arasında çekişme konusu olan Dağlık Karabağ uyuşmazlığına çözüm bulmak gerektiğini söylüyoruz. Ermenistan ile Azerbaycan ilişkilerinin normalleştirilmesine ilişkin girişimimiz, herkesin güven duyması için bölgede istikrarın sağlanmasını hedefliyordu. Bunun yanı sıra Afganistan konusu da var. Bilindiği gibi Afganistan'da NATO güçlerine lojistik kolaylıklar ve destek sağlayan birliklerimiz var. Irak ve Afganistan'da özellikle Amerikalılar ile iş birliği içerisindeyiz. Genel tabloya baktığımızda bütün komşu ve müttefiklerimizle iyi ilişkilere sahip olduğumuzu görürüz. Bu husus, tam üye olmak için çalıştığımız Avrupa ile ilişkilerimizin aleyhine gerçekleşmiyor. Bölgede taraflar arasındaki ara buluculuk çabalarımız da Avrupa'da büyük takdir görmekte. AB'ye üye olmamıza karşı çıktıkları için Fransa ve Almanya ile bazı meselelerimiz var, ancak genel olarak herkesle iyi ilişkilerimiz var. Nitekim Almanya, Rusya'dan sonra ikinci ticari ortağımızdır ve Almanya'da 2.5 milyon Türk yaşamaktadır. Bunların bir kısmı Alman vatandaşı olup Almanya'nın iç meselelerini bir vatandaş olarak ele alıyor.

ABBAS: Doğu'ya yönelmek hatayı kabullenmek anlamına mı geliyor?

KALIN: Biz Türkler olarak asırlarca Arap dünyasını ihmal ettik. Şu an, "Arap dünyasını neden ihmal ediyoruz?" sorusuna dayalı, farklı bir bakış açısıyla geri dönüyoruz. İhmal etmemizi gerektiren ekonomik, politik, kültürel, dinî veya ideolojik nedenler bulunmamaktadır. Aksine Arap dünyasıyla en iyi ilişkileri kurmamız için bütün nedenler mevcut. İşte biz de bunu yapıyoruz.

ABBAS: İsrail ile ilişkilerin geleceği nedir? Zira AK Partinin iktidar olmasıyla bu ilişkilerin kötüye gittiği görülüyor.

KALIN: İsrail ile ortak ilgi alanlarına dayalı çok ilişkiler kurduk. Bu ilişkilerin ulusal çıkarlarımızla uyuştuğunu gördüğümüzde, bunu destekliyorduk. Ancak İsrail politikasının bölge barışıyla etkileşim içinde olmadığını ve barış süreciyle uyuşmadığını hissettiğimizde İsraillilere bunu söylüyorduk. İlişkiler tarihinde birçok kez bu tür olaylar yaşandı. Bu, İsrail ile onlarca yıl boyunca iyi ilişkiler içinde olduğumuz ve AK Partinin gelmesiyle bunun olumsuz etkilendiği anlamına gelmiyor. Şu anki tabloyu dondurup baktığımızda büyük bir sorunun olduğunu söyleyebiliriz ancak genel tabloya baktığımızda her şeyin farklı olduğunu görürüz.

ABBAS: Genel tablo nasıl?

KALIN: Oslo'da 90'lı yıllarda barış süreci başladığında, buna destek verdik. Yan yana ve barış içinde yaşayan iki devletin kurulması çözümüne dayalı olarak bölgedeki çatışmaların çözülebileceği ihtimaline yönelik Arap dünyasında ve Avrupa'da bir iyimser hava oluşmuştu. Bunun sonucu olarak, diğer Arap ülkeleri de İsrail ile iyi ilişkiler kuracaktı. Ancak 20 yıl geçtikten sonra Filistinliler pratikte hiç bir şey alamadı. Tam tersine daha fazla yerleşimler, işgaller, Filistinlilerin arazilerini çalmalar ve mültecilerin sayısında artışlar oldu. Olaylar, İngiltere Başbakanı David Cameron'un büyük bir cezaevi olarak nitelendirdiği şu anda Gazze'deki insanî duruma kadar geldi.

İsrail ve Türkiye arasında en son yaşanan gerginlik ise kesinlikle bizim seçimimiz olmayıp İsrail'in politikaları yüzünden oldu. Nitekim Türkiye, İsrail-Suriye görüşmelerini 2007-2008 yılları arasında yaklaşık bir yıl kadar kolaylaştırdı. Bu görüşmelere Türkiye Başbakanı şahsen katılıyordu. Görüşmelerin 6. turunda ve doğrudan görüşmelere geçmeden önce İsrail Başbakanı Ehud Olmert, Başbakanlık binasında Başbakan Erdoğan ile saatlerce nihaî ayrıntıları görüştü. Bu durum, bölgede nitel değişim oluşturacak ve yeni dinamizm yaratacaktı. Ancak daha sonra olup bitenler, Olmert'in pazartesi günü Ankara'dan ayrıldıktan sonra cuma günü Gazze'ye savaş açmasından ibaret oldu. Herkes şok içerisindeydi. Olmert hükûmeti, durumu açıklamak veya kandırılmış gibi hisseden Türkiye Başbakanından özür dilemek için hiçbir girişimde bulunmadı. Bununla birlikte Gazze'de o dönemde olup bitenler, sivilleri hedef aldığından ve masumların ölümüne neden olduğundan bizim açımızdan kabul edilemezdi. Hamas'ın kazandığı Filistin seçim sonuçlarını tanımamaksa Filistinlilere, "seçim sonuçlarını beğenmezsek kazananın hükmetmesine izin vermeyeceğiz" demeye benzedi. Peki demokrasi bunun neresinde? Amerikalılara, "George Bush'u başkan olarak seçtiniz ancak biz bunu tanımıyoruz ve dolayısıyla sizinle ilişkimiz olmayacak" dememiz mümkün mü? İşte İsrailliler, Amerikalılar ve bazı Avrupa ülkeleri tam olarak bunu yaptı ve bu durum, Gazze ile Batı Şeria arasında bölünmeye neden oldu. Bunun sonucu olarak da Filistin topraklarında iki hükûmet bulunuyor ve Filistin Başkanı Mahmut Abbas, İsraillilerle doğrudan görüşmelere elleri kelepçeli olarak gidecek ve büyük bir ihtimalle herhangi bir sonuç elde edemeyecek. Burada demek istediğim şu, bütün bu politikalar, olumlu sonuçlara götürmeyecek. Bu hususu İsraillilere belirttik ve bu politikaların İsrail'in daha güvenli olmasını sağlamayacağını vurguladık. Biz, İsraillilerin politikalarını değiştireceklerini, ablukayı kaldıracaklarını ve ciddi barış görüşmeleri başlatacaklarını ümit ediyoruz. İsrail'in bu şekilde barışı elde edeceğinden eminim. Böyle bir durumda da bölgedeki herkes -İran bile- İsrail'e farklı bir bakış açısından bakacaktır.

Mavi Marmara gemisine yapılan saldırıdan sonra iki ülke arasındaki ilişkilere gelince; ne yazık ki çok acı anlar yaşandı. Onlarca barış öncüsünü taşıyan gemilere saldırı düzenlendi ve uluslararası sularda sekiz kişi öldürüldü. İnsanî yardım taşıyan gemilerin ve gemi yolcularının serbest bırakılmasını, uluslararası soruşturma komisyonunun oluşturulmasını, Gazze'ye uygulanan ablukanın kaldırılmasını ve İsrail'in Türkiye'den özür dilemesini talep ettik. Bu olaydan sonraki gelişmelere baktığımızda, bu taleplerin sırasıyla yerine getirildiğini görüyoruz. Nitekim hem yolcular hem de gemiler serbest bırakıldı, Gazze ablukası hafifletildi ve soruşturma komisyonu oluşturuldu. Türkiye ile olan ilişkilerin normale dönmesi, İsraillilerin elinde ve biz de bu amaç için açığız. Ancak bu durum, İsrail bu politikalarını değiştirme yolunda gerçekten adımlar atmadığı sürece gerçekleşemez.

ABBAS: İsrail'in en sonunda özür dileyeceğini düşünüyor musunuz?

KALIN: Kehanette bulunmak istemiyorum. Bu onların kararıdır. Ancak soruşturma komisyonunun bu konuyla ilgili kararının ilan edilmesinden sonra olup bitenleri göreceğiz ve bunun ışığında gelecek adımlarımızı atacağız.

ABBAS: Yakın gelecekte İsrail ile ilişkilerin kesildiğini görmek mümkün olur mu?

KALIN: Yakın gelecekte değil. İlişkilerin düzelmesi için olması gereken hususları, İsraillilere açık bir şekilde söyledik. Ancak bu noktaya (ilişkilerin kesilmesi noktasına) kolay bir şekilde gelmemiz mümkün değildir.

ABBAS: Ancak İsrail, Türkiye'ye alternatif oluşturacak dostlar arıyor gibi görünüyor?

KALIN: Bu, onların bileceği bir iş. İstediklerini ve çıkarlarına uygun gördükleri her şeyi yapabilirler. İsrail'in politikaları, Ben Gurion zamanından beri öyleydi. Bu politika, komşularla ilişkileri iyileştirmektense geri planda ve daha uzakta olanlarla ilişkileri güçlendirmeyi tercih ediyordu. İran, Etiyopya ve Türkiye onlar için böyleydi. Onlar görüldüğü gibi "seçenekler" arıyorlar. Ancak mantıksal olan şey, birlikte yaşadığı komşularıyla ilişkilerini düzeltmesidir. Çünkü bu komşularla birlikte barışı amaçlamak daha mantıklıdır. Bu nedenle, kasıtlı ayırma politikalarını tekrar gözden geçirmeleri gerek.

ABBAS: Yunanistan ile ilişkilerde olan yeni gelişmeler, Kıbrıs'ın birleştirilmesi çabalarını nasıl etkileyecektir?

KALIN: Kesinlikle olumlu etkileyecektir. 2004 yılından beri adayı yeniden birleştirmeye çalışıyoruz, bunun için çabalar sarf ettik. Adanın AB'ye tam üye olması için BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın adayı yeniden birleştirme planını destekledik. Çünkü böyle bir şey bizim de AB'ye üyeliğimizi kolaylaştırır. AB'ye tam üyelik isteğimizi destekleyen Yunanlarla ilişkilerimiz olumluydu, ancak maalesef Kıbrıs'ın iç sorunları bu süreci engelledi ve her iki taraf için karar verme hususunu zorlaştırdı. Çözüm, âdil ve her iki taraftan kabul görmesi lazım. Adanın Türk tarafı Annan Planına olumlu oy verdi ancak diğer taraf "hayır" dedi. Ne yazık ki bu olaydan sonra Avrupalılar, Rumlara ödül verirmişçesine ve Türkleri cezalandırırmışçasına Kıbrıs Rum kesiminin AB'ye girmesine destek verdi. Bu, kabul edilemez. Kıbrıs, Birliğe girmekle Türkiye'nin AB üyeliğini veto etme gücüne sahip oldu, onlar bizim çıkarımıza olan çoğu kararları engelleyebilirler. Her iki taraf arasında adayla ilgili müzakereler devam ediyor, neler olacağını göreceğiz.

ABBAS: Yapılacak referandumu, Türkiye açısından "tarihî" olarak nitelendirebilir miyiz?

KALIN: 1982 yılından beri var olan anayasa ile ilgili en kapsamlı değişikliktir. Ülkede demokratik süreci ve hukukun üstünlüğünü daha iyi hale getiren birçok yenilik içeriyor. Söz konusu değişiklikler, kadına ve toplumun diğer kesimlerine yönelik ayrımcılığı ortadan kaldıracak, devletin içinde devleti denetleyen bir denetim mekanizması olacak, işçilere sendika kurma ve üyelik hakkı tanıyacak, Anayasa Mahkemesinin yapısını değiştirecek ve üye sayısını 11'den 17'ye çıkaracak (Avrupa'da olduğu gibi), hâkimlerin ve savcıların dağılımı sistemine değişiklik getirecek. Bütün bu değişiklikler, Türkiye'deki demokratik ve yargı sistemine iyileştirmeler getiriyor. Bu reformlar, kurumların işleyişini düzeltmek ve AB'ye uyum sağlamak için gereklidir.

ABBAS: Bazı analistler, bu değişiklikleri, ordunun ve Anayasa Mahkemesinin Türk siyasetindeki nüfuzuna yönelik bir darbe olarak nitelendiriyor?

KALIN: Bazılarının ileri sürmeye çalıştığı bu tür nitelemeler, realiteden daha dramatiktir. Gerçek şudur: AK Parti, orduya ve Anayasa Mahkemesine darbe yöneltmek istemiyor; AK Parti, demokratik süreci olağan konuma geri getirmenin bir parçasıdır. 1980 yılında ordu, bir askerî darbe gerçekleştirdi. Bu olay, anayasaya göre meşru değildir ancak ordu bunu halkın çıkarı için yaptığını söyleyerek gerekçeler sundu. Darbeyi yapanlar, kendilerine dokunulmazlık bahşettiler. Böyle bir durum hiçbir demokratik düzende kabul edilemez. Anayasa değişikliği, darbeden zarar görenlere, darbeyi yapanların sivil mahkemelerde yargılanmalarını talep etme olanağı tanıyacak. Bu demek değildir ki bunlar referandumun ertesi günü yargılanacaklar, bazıları belki dava açar, bunlar önemli değil. Burada önemli olan, herhangi bir darbe girişiminin cezasız kalmayacağı mesajını vermektir. Zira Türk demokrasisi başka bir darbeyi veya her 10 yılda bir darbe ihtimalini kaldıramaz. Bu değişiklikle, normal olmayan her şey normal hale gelecek. Buna karşın ordu da sınırını bilmeli. Çünkü ordu ne bir siyasî partidir ne de yargısal veya parlamenter sistemdir. Ordu, ordudur. Sınırları koruması gerekir. Herhangi bir ordu siyasete müdahale ederse büyük karmaşıklıklar yaratır.

ABBAS: Halk, bu değişikliklere "hayır" derse ne olur?

KALIN: Bu, dünyanın sonu olmayacak. Ancak Türkiye için kesinlikle kötü olacak. Çünkü "evet"in çıkması, Türkiye'nin daha fazla değişikliğe hazır olduğunu ifade eder. Gelecek seçimlerden sonra da yeni bir anayasa hazırlıklarına başlayacağımızı sanıyorum. Çünkü ülkenin buna gerçekten ihtiyacı var. Değişiklikler onaylansa bile yeterli olmayacaktır.

ABBAS: Neler getirecek?

KALIN: Daha fazla yenilik, demokrasi ve şeffaflık.

ABBAS: Sayın Erdoğan'ın bu değişiklikleri yaparak ülkede bir cumhuriyetçi sistem kurmak ve daha sonra cumhurbaşkanlığına aday olmak istediği söyleniyor.

KALIN: Bilmiyorum. Başbakandan bu konuyla ilgili bir şey duymadım. Gelecek seçimlere kadar görevleri süren bir cumhurbaşkanı ve başbakan var. Partimiz seçimleri kazanırsa kendisi yeniden başbakan olacak. Bu demek oluyor ki daha önümüzde beş yıl var. Bu sürede bu konuyla ilgili bir kararın alınacağını düşünüyorum.

byegm

Haber Ara