Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Toprak, Tarım ve Medeniyet

Profesör Ahmet Mermut ile Tarım, Toprak ve Medeniyet kavramları etrafında Dünyadaki ve Türkiye'deki gelişmeleri konuştuk...

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-07-09 12:42:00

Toprak, Tarım ve Medeniyet
Cüneyd ALTIPARMAK / TIMETURK

TOPRAK, TARIM ve MEDENİYET Üzerine Bir Söyleşi

Bizi en fazla; bundan yıllar önce bir dernekte yaptığı konuşmada yaptığı “asıl değerlerimiz yerin üstünde, mali dengemizi böylece düzeltmemiz mümkün” açıklaması ve “SİLAH TÜCCARI OLAN ÜLKELER MEDENİYET DEĞİL ÇATIŞMA İHRAÇ ETTİLER HEP, AMA BİZ GEÇİMŞTEN GELEN DEĞERLERİMİZLE İNSANLARIN TEMEL İHTİYAÇLARINI İHRAÇ EDEREK HEM YENİ BİRŞEY SÖYLEMİŞ OLACAĞIZ, HEMDE BARIŞ GÖTÜRECEĞİZ, BENİM FELSEFEM BU” şeklindeki veciz sözü ile dikkatimizi çekmişti… Aradan seneler geçti… Kısmet bugüneymiş dedik ve röportaj teklifinde bulunduk.. Kabul edilmesinin mutluluğu içinde Balıklıgöl’ün yolunu tuttuk. Konumuz tarımdı ama biz bir çok konuda soru sorduk ve bizce ilginç yanıtlar aldık…

NEDEN AHMET MERMUT’u SEÇTİK?

Bizi en fazla; bunda yıllar önce bir dernekte yaptığı konuşmada yaptığı “asıl değerlerimiz yerin üstünde, mali dengemizi böylece düzeltmemiz mümkün” açıklaması ile dikkatimizi çekmiştir. Aradan seneler geçti… Kısmet bugüneymiş dedik ve röportaj teklifinde bulunduk.. Kabul edilmesinin mutluluğu içinde Balıklıgöl’ün yolunu tuttuk. Konumuz tarımdı ama biz birçok konuda soru sorduk ve bizce ilginç yanıtlar aldık…Prof. Ahmet Mermut Kimdir?.. diye bir soru gelebilir okuyucunun aklına… Kısaca hayat hikâyesi şöyle hocamızın 1943 yılında Bitlis te doğdu ve Ankara Ziraat Fakültesi Toprak Bölümünü 1964 yılında bitirdi. Aynı yıl kendi bölümünde Asistan oldu. 1968 yılında doktor, 1974 yılında doçent ve 1979 yılında da Profesörlüğe yükseltildi. Doktorasını Türk-Hollanda anlaşması çerçevesinde Konya da dört yaz arazi çalışmaları yaparak tamamladı. 1968-71 yılları arasında Hollanda’nın Wageningen kentinde misafir araştırmacı olarak çalıştı. 1974 yılında askeri hizmetini tamamladı. 1979-81 yılları arasında Kanada Saskatchewan Üniversitesi Toprak Bölümünde misafir profesör ve araştırıcı olarak görev yaptı. 1982 yılında Kanadya göç ederek Saskatchewan Üniversitesinde göreve başladı. 22 yıllık bir çalışmadan sonra Şubat 2004 yılında yurda dönerek Harran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bölümünde öğretim üyesi oldu. 2002 yılında Dünya Toprak Bilimi Kurumu Konsey üyesi ve birinci bölüm başkanı seçildi ve bu görevi 2006 yılına tamamladı aynı göreve 2010 yılına kadar I bolum başkanı olarak tekrar seçildi. Çalışma alanında dünyanın sayılı bilim adamları arasında yer aldı. Kanada da bulunduğu 22 yılı aşkın süre içinde hükümetin gelişmekte olan ülkelere yaptığı yardımlar çerçevesinde Dünya Doğal Kaynaklarının, doğa dengesini de göz önüne alarak, yararlı biçimde kullanması üzerinde engin deneyimler elde etti ve bu deneyimlerini ülkesi için kullanmak üzere yurduna döndü. Güney Doğu Anadolu Projesini ve bölgede çalışmayı kendine ideal bir hizmet olarak görmektedir. 2004-2007 yılları arasında Güney Kore Toprak Bilimleri Cemiyetine onur üyesi seçildi. 2002-2004 yıllarında Kanada Toprak Bilimleri Cemiyeti Başkanı oldu. 1992 -2002 yılları arasında Kanada Toprak Bilimileri Cemiyeti “Canadian Journal of Soil Science” Editörü; Scientific World Editörü, ve “Clays and Clay Minerals yardımcı Editör’lüklerini yaptı. 1999 yılında Kanada Toprak Bilimileri Cemiyeti Fellow Ödülünü aldı. 2004 yılında Soil Science Society of America Fellow ödülü aldı. 2005 yılında American Society of Agronomy Fellow ödülü aldı. 2005 yılında Soil Science Society of America Uluslararası Toprak Bilimi Ödülünü aldı. 2005 yılında TÜBİTAK Temel Bilimler ödülünü aldı. 150 den fazla uluslararası dergilerde bilimsel yayın yaptı. 17 Kitap ve birçok kitapta bölümleri bulunmakta olan hocamızın; Kızıl Çin, Hindistan, Brezilya, İran ve Etiyopia'da dersler verdi, araştırmalar yaptı ve çoğu gelişmekte olan ülkelerden olmak üzere 25 den fazla sayıda bilim adamı yetiştirdi.

Böylesine önemli bir bilim adamına sorduğumuz ilk soruyla başladık röportaja…

Özgeçmişinizden anladığıma göre uzunca yıllar yurt dışında yaşadınız. Dışarıdan Ülkeyi seyretmek nasıl bir duygu…

İlk yurt dışına çıkışım öğrenci iken Almanya ya oldu. İki ülke arasındaki farkı görünce çok üzülmüştüm. Doktora yapma yıllarında Hollanda ya gitme fırsatı elde ettim ve bu ülkede üç yıl kaldım. Bilime olan derin sevgimi bu ülkeye borçluyum. Orada kaldığım süre içinde İngilizce, Almanca ve Felemenkçe öğrendim. Türkiye’ye dönüğümde bilimsel çalışmalara ve bilim adamına verilen değerin ne olduğunu anlamıştım. İngilizce konuşan bir batı ülkesine gidip istediğim düzeyde bir bilimsel erk ve yeteneğe ulaşmak istiyordum. Hollanda da bulunduğum sırada hocalarımdan gördüğüm teşvik ve yeteneklerimin farkında oluşum, doğa olaylarını bilimsel olarak anlamak isteği beni yeni bir maceraya itekliyordu. 1977 yılında bu fırsatı İspanya da katıldığım bir toplantıda yakaladım. Orada Kanadalı ve Amerikan bilim adamları ile karşılaştım. Bana yapılan teklifler hayatımın dönüm noktasıydı. Kanada Saskatchewan Üniversitesi ile anlaşarak ailece oraya göç ettim. Ancak bir Kanadalı gözüyle ülkemi ve kültürünü daima izledim. Zaman zaman ziyaret ederek potansiyelini batılı bilim adamı olarak değerlendirmeye çalıştım.

Sadece Kanada’da kalmadınız değil mi Hocam…

Pek tabi…Kanada dış yardım fonlarından yararlanarak Güney Amerika, Afrika ve Asya da yaptığım çalışmalarda gözüm hep ülkemin üzerindeydi. Türkiye ile ilgili her olumlu gördüğüm şey bana büyük gurur veriyordu. Türkiye ile ilgili her konu dikkatimi çekti ve olumlu her şeyden büyük gurur duydum. Ülkemi ve milletimi daima kalbimde taşıdım ve gördüğüm ülkelerle karşılaştırdığımda tarım alanında ülkemizin sahip olduğu büyük potansiyelin farkına vardım. Böylece dünyada ne denli öneme sahip kilit bir ülke olduğumuz bilincine eriştim.

Hemen hemen her bilim adamının bir yurt dışı geçmişi ve bir yurda dönüş hikâyesi vardır, siz neden döndünüz hocam…

Beni Ibni Sina’nın hayatı çok etkiledi. Doğunun böylesine muhteşem bir kişiyi yetiştirmesi bizim için çok düşündürücü olması gerekir. Çalışmalarımda bana daima büyük cesaret verdi. Artık batıda bilim alanında belli bir noktaya geldiğimi anlayınca, öğrendiklerimin ülkemde bir yansıması olmalıydı. Daha önce 1974 yılında çalıştığım Şanlıurfa ve çevresinde sulu tarıma ağırlık vererek Harran Üniversitesine büyük bir heyecanla döndüm. Yapılacak çok iş var. Bu işlerin başında şimdilik herkesi bilinçlendirmek gelmektedir. Harran Üniversitesinde TEKNOKENT kurulması ve GAP bölgesinde Uluslar arası bir Sulu Tarım Araştırma ve Eğitim Merkezi kurma meyvesini vermek yolunda…

“Allah’ın Lütfu” diye nitelendirdiğinizi hatırlıyorum…Bunu biraz açarmısınız?…

Çin Hindistan Pakistan; Avustralya Brezilya, Avrupa'nın ve Amerika'nın tamamını iyi bilirim. Sonra ülkemize dönüp baktım; bunlardan ne eksiğimiz ne fazlamız var diye bir muhasebeye giriştim biraz önce dediğim gibi… Özellikle kendi akademik alanımla ilgili ilk şu sonuca ulaştım. “Biz su fakiri bir ülke değiliz, ama su fazlalığımızda yok” Oysa çevremizdeki birçok ülkede özellikle Iranda Suriye de su çok ciddi problem. Toprak da ha keza öyle ülkemizde, verim açısından sayılı ülkeler içerisine girmektedir. Gıda çok önemli, silahtan bile önemli; aç insanın savaşması bile düşünülemez, hatta kendini savunamaz. Allah’ın lütfü olarak gördüm bu coğrafyayı, zira dünyanın gözünün olduğu iki ırmak bizde ve biz bunları tam anlamıyla kullanamıyoruz. Bu ülkede bizde daha fazlasını barındıracak potansiyel, üretim kapasitesi var, ben bunu anladım.

“Neden Kullanamıyoruz” diye klasik bir soru sormak istiyorum…

Bir defa; ülkemizde çiftçi yok. Tarımda ilerlemiş ülkelerle karşılaştırdığınızda bizde çiftçi olmadığını sizde rahatlıkla görebilirsiniz. Ben diyorum ki kırsal alanda yaşayan insanımız var ama çiftçimiz yok. Yani bunun sonucu olarak biz bitki ve hayvan üretmesini batı ölçülerinde bilmiyoruz, yapamıyoruz, diyebiliriz.

Sizin çiftçi tanımınız ne

Çiftçi toprak ve su ile birlikte diğer tarımsal argumanları iyi biçimde kullanan ve bitkisel ve hayvansal üretim yapabilen, ürettiğini mamul haline getirip, satabilen ve bundan ciddi kar elde eden kimse bence. Bu işte çok kazanç da var, şöyle ki; Türkiye'nin 2008 yılında tarımdan elde ettiği gelir 39 milyar dolar Hollanda ki Türkiye’nin 25 de biri; tarımsal geliri 94 milyar dolar büyük fark, çok düşünmeliyiz….Ben bu yüz ölçüm ve suya rağmen bunun gerisinde isem, herkesin tüm siyasilerin çok ama çok düşünmesi lazım. Bu son yıllar için 50 milyar dolara çıktı deniyor ama ben tam bir veri alamadım. Ama bir an 50 yi kabul edelim, bu bile içler acısı değil mi; tabi bunun iki nedeni var eğitimsiz çiftçi ve bütünlüksüz ziraat eğitimi, ben üniversiteden biliyorum kendi öğrencilik yaşamımdan da farkındayım. Sahaya, toprağa ve suya vakıf olmayan bir biçimde yetişiyor öğrenciler.

Devletin tarım siyasetinin temelinde çiftçi, yani toprağı işleyen kişinin olmadığı iddianız çok önemli…bunun haricinde ne hatalar var…

Potansiyelimizi bilmiyoruz. Ne kadar neyimiz var bilmiyoruz, neye ihtiyacımız yok onu da bilmiyoruz, ne lazım bize onunda fizibilitesi yok. Son zamanlarda tarım bakanlığı bir çalışma yaptırdı. Yapmadı yaptırdı. Yani bir firma geldi bizim ülkemizi 30 coğrafik birime ayırdı. Ben isterdim ki; bu böyle olmasın, Tarım Bakanlığı kendisi yapsın, yeterli istihdamı var, yeterli bürokratı var… Niye yapılmaz anlamıyorum.

Çiftçi yok, envanter yok, ya satış hocam… bunlar olsa bile..

Pazar, devlet ekim biçim yapanlara Pazar bulacak yollar göstermeli, bunun Dışişleri Bakanlığı Ticaret Ateşeleri, Dış Misyondaki personel ile yapmamız gerekli, her şey birbirine bağlı değil mi zaten. Pazarı oluşturmadan yapılan üretim anlamsızdır, köylümüzün en büyük sorunu da bu.

Tarımdaki bu yanlış izlenen yol, hatta sizin deyiminizle “ciddi bir tarım politikasının olmaması” diye adlandıracağımız bu sorun sadece ülkenin doğusu için mi geçerli…

Pek tabi değil, bu bir sistemin oluşturduğu bir hata, lakin insan faktörü algılayışı ve yorumlayışı çok farklı batının. Ortada eksiklik var ama çalışma hevesi bu açığı kapatıyor. Doğudaki en büyük problem birazda tembellik, başkası yapsın mantığı, tabi bunun sonucunda neye ulaşabiliriz, eğitilmemiş toplum zafiyet var, eksiklik var. Eğitilmemiş bürokrat var. Yabancı dil problemi. Merak problemi, mesela dünyanın tüm kaynaklarının neler olduğu nerede neyin olduğu konusunda ABD' nin ciddi çalışmaları var, bunun için enstitü kurmuşlar. GAP ı bizden daha yakın takip ediyorlar, kendi ülkemizde güvenlik gerekçesiyle bize verilmeyen birçok veriye ben buradan ulaştım. Çok şaşırdım.

Ama Amerika’nın işi bu zaten… Bilgiyle kaynakları ama her türlü kaynağı kontrol altında tutmak… Zamanı geldiğinde bunu ya dolaylı ya da direkt kullanmak….

Savaşa gitmenin ilk maddesi kaynağını bil, ikincisi kendini eğit. Bunlar eksik bizde. Dil bilmemek çok ciddi sorun… Türkiye ne zaman stratejisini özgürce belirleyebilir, kaynaklarının yani üretim kapasitesini farkına varmakla belirleyebilir. Mesele şu anda Dış İşleri Bakanlığının bir hamlesi var bu çok önemli bakın, komşularla sıfır problem… bu neye dayanıyor komşuların ve kendimizin ihtiyaçlarımızı belirlemekle başlıyor ve tarihi bilgiye dayanıyor, aslında suni çizgiler var aramızda, her ülkeden çevremizdeki her ülkeden biraz insanlar bizde kalmış, bizim insanlarımız da oralarda. Bu bize yaptırılmış biz de buna göz yumuşuz. Mesela Uluslar arası Araştırma Enstitüsü kurmak istiyoruz burada Urfada… amacımız şu, biz bir sulu tarım bölgesiyiz. Bu aynı zamanda Suriye’deki (Halep) Uluslar Arası Kuru Tarım Enstitüsü’nün kardeşi olacak… ne yapacağız burada… Kendi ülkemize olduğu kadar, Arap ülkelerine, Iran’a ve Orta Asya’ya çiftçi yetiştireceğiz, onların ihtiyaçlarını ikmal etmelerini, bizim onlarla ticaretimizi geliştirmeyi, öngöreceğiz, ne olacak böylece; silah değil gıda üreteceğiz, insanların ihtiyaçlarını karşılayacağız, insanların arasında savaş nedeni olan silahları değil, temel yaşam ihtiyaçlarını karşılamak gibi saygın, ahlaki bir görevi ifa edeceğiz, ve edilmesine önayak olacağız. Ama bunun öncesinde bu kardeş kavgasını bitirmek lazım, içte huzur sağlamak lazım.

İçte huzur, Dışta güven getirir…. Silah satmamak, gıda satmak bu bir medeniyettir değil mi hocam… bu tespitinizi çok önemsiyorum… insanların mahvına neden olacak savaşlara neden hazırlamak kirli bir iş… ama ihtiyaçlarını karşılamak çok kutsal…

Bunu yıllardır söylüyorum… Bir insan aç ve susuz yaşayamaz… ama silahsız yaşar… biz insanların temel ihtiyaçlarını, özellikle komşu ülkelerin ve akraba ve dindaş ülkelerin problemlerine bu şekilde ışık tutmalıyız. Sloganımızda şu olmalı “silah değil, gıda satıyoruz çünkü biz kan dökülmesini istemiyoruz”. Bu mümkün Cüneyd, hem de çok kolay…

Enstitü bunun için önemli değil mi hocam?

Türkiyenin en geri kalmış GSMH açısından 9 vilayetinin bulunduğu bu coğrafya (GAP); aynı zamanda ülkemiz suyunun %28’nin bulunduğu yer. Tam potansiyeli ile üretim olursa gelir 100 milyar dolar sadece bu bölge için… Gıda üretimi için sulu tarım çok büyük önem taşımaktadır. Türkiye'de sulanabilir 8.5 milyon hektar arazinin yüzde 20'si ve toplam suyun %28 i GAP alanında bulunmaktadır. Teknolojiyi yakalayabilmek dünya teknolojileri ile rekabet edebilmek için güvenilir araştırma istasyonlarına büyük ihtiyaç vardır. Ülkemizin ve benzer ekolojilere sahip diğer ülkelerin ihtiyaç duyduğu tarımsal teknolojilerin geliştirilmesini sağlamak, tarımsal bilgi ve teknoloji üretiminde rekabet gücünü artırmak, tarım ve tarıma dayalı sanayinde özellikle yatırımcılara güvenilir raporlar verebilmek, danışmanlık yapabilmek, ülkemiz tarımı yanında komşu ülkeler hatta dünya tarımına yön verebilecek tarımsal politikaların oluşturulmasına katkıda bulunmak, dünyadaki gelişmeler doğrultusunda sürdürülebilir, özellikle sulu tarım konusunda modeller geliştirebilmek, gen transferi ve transgenik ürünlerin çalışmalarını yapabilmek ve bu çalışmaların sonuçlarını kullanarak milli tarım politikası belirleyebilmek, gelişmekte olan ülkelerin ulusal tarım araştırma sistemleri ile endüstrileşmiş ülkelerde bulunan ileri araştırma merkezleri ile işbirliği yaparak ulusumuzun ve hedef ülkelerin yaşam, eğitim, ekonomi, ve araştırma düzeylerini yükseltmeye çalışmak, biyotik ve abiyotik stres koşullarına karşı erken uyarı sistemlerine yönelik çalışmalar yapmak, atık suların sulamada kullanım olanaklarını araştırmak. Böyle bir merkezin kurulması Türkiye’nin yakın komşularını ilgilendirdiği kadar, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile de ortak çalışmaları yapma olanağı sağlanabilir, Ayrıca araştırma ve eğitim öncelik ve stratejilerini belirlemek te gerekir. Ama bunlardan çok Devletin bunun öneminin farkına varması şart.

Sizin bir önerinizde bu Ensititü’nün merkezinin Urfa olması…

Doğal olanı da bu…Dünyanın sayılı entegre kalkınma projelerinden olan Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP), tarımda sürdürülebilir verim artışı ve buna bağlı olarak da bütün boyutları ile toplum kalkınmasını öngörmektedir. Küresel ısınmanın devam etmesi ile suyun bir kat daha önemi artmaktadır. Dünyanın gözünün üzerinde olduğu Fırat ve Dicle arasında kalan GAP’ın başkenti olan Şanlıurfa aynı zamanda birkaç ürün dışında her türlü tarımsal ürünlerin yetişebileceği uygun iklim koşullarına ve güneşlenme gün sayısına sahiptir. Yakın ve Ortadoğu ülkelerine de hizmet götürebilecek bir konumdadır. Söz konusu ülkelerin kurak ve yarı-kurak bölge koşullarında su kaynakları ve kaynakların kullanımıyla ilgili çeşitli sorunları bulunmaktadır. Bu sorunlar aynı zamanda tarımsal kalkınmayı engelleyici bir durumdadır. Bölge ülkeleri incelendiğinde bunların hiçbirisinde sulu tarımla ilgili araştırma enstitüsü veya merkezi bulunmadığı görülmektedir. Suriye’de bulunan ve ülkemizin de parasal katkı yaptığı ICARDA kuru tarıma yönelik çalışmalar yürütmektedir. Bölgenin yurt dışına açılan tarımsal penceresi olacak ve GAP ta üretilen ürünlerin yurt dışına satışı sağlanabilecektir.

Ya yönetim?...

Tüzel kişiliğe, idari ve mali özerkliğe sahip Başbakanlığa bağlı bir kuruluş olmalı, asla Tarımsal Araştırma enstitülerinin ve Tarım il Müdürlüklerinin düştüğü duruma düşürülmemesi gerekir. Bu proje çok daha ayrıntılı bir şekilde Sayın Bakanımız Mehdi Eker’e sunulmuş ancak bakanımız Diyarbakır’a kurulmasını istemiştir. Şanlıurfa her şeyden önce GAP merkezindedir ve Tarımsal Araştırma Merkezinin tüm hedeflerine ulaşmasını mümkün kılacak özelliklere sahiptir. Şanlıurfa iklim bakımından çok daha çeşitli bitkilerin yetiştirilme koşullarına sahip olduğu gibi Suruç, Viranşehir, Mardin ve Kızıltepe ovalarında yeni sulamaya açılacak alanlara da ışık tutması açısından Şanlıurfa da - kurulması gerekmektedir.

Çok istifade ettik, çok çok teşekkürler…

Asıl ben Timeturk’e sizin şahsınızda çok teşekkür ediyorum, bu fikirlerimi Türkiye ile paylaşma fırsatı verdiği için. Allah razı olsun.

SON VİDEO HABER

Münbiçli Arap esnaf, PKK/YPG'yi anlattı

Haber Ara