Dolar

34,9500

Euro

36,7136

Altın

2.990,82

Bist

10.058,28

''AK Parti İslamcıları dönüştürdü''

Haksöz dergisi yazarı Rıdvan Kaya, İslamcılarla ilgili merak edilenleri ve İslamcıların AK Parti’ye nasıl baktıklarını anlattı.

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-05-21 12:39:00

''AK Parti İslamcıları dönüştürdü''
Adem Özköse/Gerçek Hayat

İslamcılık nedir ve İslamcılar kimlerdir? İslamcılar iddia edildiği gibi dini siyasallaştırdılar mı? 28 Şubat İslami cemaatler üzerinde nasıl bir etki oluşturdu? İslamcılar AK Parti’yi nasıl görüyor? Dün partiye “ küfür” diyenler, bugün nasıl AK Partici oldular? İslam sola mı, yoksa liberal düşünceye mi daha yakın? İslamcılar muhafazakârlara niçin mesafeli duruyor? İşte bu ve benzeri sorunlarımızı, Türkiyeli İslamcıların etkin örgütlenmelerinden olan Özgür-Der Genel Başkanı ve Haksöz dergisi yazarı Rıdvan Kaya ile konuştuk.

İslamcılıkla ilgili farklı tanımlar var. Siz İslamcılığı nasıl tanımlıyorsunuz? İslamcılıkla ilgili genel bir çerçeve çizer misiniz?

Aslında İslamcı sıfatıyla anılanlar genelde bu kavramı kendilerine pek nisbet etmez ve daha ziyade kendilerini sadece Müslümanlar olarak tanımlarlar. Bununla birlikte Müslümanlık kavramının tarihsel süreçte içi epey boşaltıldı ve İslam’ın bütüncüllüğü es geçildi. Bu yüzden İslam’ın sadece bireysel hayata değil; hayatın tümüne hâkim olmasını isteyen hareketlerin İslami hareketler, bunun mücadelesini verenlerin de İslamcılar şeklinde adlandırılmasını doğru buluyorum.

İslam bir bütündür ve sadece bireysel hayatı değil; kültürel, iktisadi, siyasi hayatı da düzenlemeye taliptir. Oryantalistler İslami hareketleri sömürgecilik ve askeri işgaller sonrası ortaya çıkan tepki hareketleri olarak tanımlıyorlar ve İslamcıların tarihini de buradan başlatıyorlar. Bu eksik ve yanlış bir tanımlamadır. İslamcılık eğer İslam’ın hayatın bütününe hâkim kılınması çağrısıysa, bizim tarihimizin Hz. Peygamber (sav) ve sahabeden başlatılması gerekiyor.

Türkiye’de kimleri İslamcı olarak görüyorsunuz? Bu damarı kimler temsil etti veya ediyor?

Cumhuriyetle birlikte bu topraklarda ciddi anlamda bir kırılma yaşandı. İskilipli Atıf Efendi, Şeyh Said, Şeyhül İslam Mustafa Sabri Efendi, Mehmet Akif gibi İslami kimlikleriyle ön plana çıkan şahsiyetler ya şehit edildiler, ya da bu toprakları terk etmeye zorlandılar.

Bu baskı ortamı İslami talepleri olan insanların veya hareketlerin uzun bir dönem sinmesine neden oldu. Yaşanan tam bir fetret dönemiydi. İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye’de sınırlı bir özgürlük ortamı oluştu ve 1960’lı yıllarla birlikte Türkiyeli Müslümanlar İslam coğrafyasında neler olup bittiğini takip etmeye, İslam coğrafyası ile yeniden ilişki kurmaya başladılar. Bu süreçte İslam coğrafyasında ön plana çıkan İslami hareketler ve fikir adamları Türkiyeli Müslümanları önce düşünce planında, bilahare örgütsel faaliyetleriyle de etkilediler. Bunun sonucunda Türkiye’de muhafazakâr anlayışla arasına mesafe koyan bağımsız bir İslami düşünce ve kimlik oluştu.

Milli Selamet Partisi geleneğinin bu noktada belirgin bir rolü oldu. MSP ile birlikte İslam’ın toplumsal hayatı kuşatması gerektiği, İslam’ın kendine has bir hayat nizamı içerdiği düşüncesi kitleselleşti. İslamcılık belli dönemler kırılmalara uğramakla birlikte farklı İslami hareketler eliyle bugünlere kadar geldi.

İslamcıların İslam’ı siyasal bir söyleme indirgedikleri, İslam’ın içini boşalttıkları yönünde bir retorik var. Bu retoriği nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bizler, İslam’a iman eden insanlar olarak düşüncelerimizi, eylemlerimizi Kur’an’dan yola çıkarak düzenlemek zorundayız. Rabbimiz Kur’an’da bize
zulme karşı tavır almayı, direnmeyi emrediyor. Bu, İslam’ı siyasallaştırmak değil; bizzat İslam’ın emrini yerine getirmektir. Siyasal mücadele içinde olmak değil, bizatihi siyaseti dışlamak İslam’ın içini boşaltmaktır. Bu arada şüphesiz bir takım İslami iddialı kişi ya da grupların dini salt bir politik söyleme indirgemesi ve Kur’an bütünlüğünden uzak bir anlayış ve pratik sergilemeleri büyük bir sapmadır.

28 Şubat İslamcılık üzerinde nasıl bir etki yaptı?

28 Şubat sürecinin Türkiye’deki İslamcılığın zaaflarına, kırılganlıklarına ışık tutan bir süreç olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. 28 Şubat, bünyedeki hastalıkları öne çıkarttı ve ciddi şekilde kadro kayıpları yaşamamıza neden oldu. Bu süreç fiziki baskılardan öte psikolojik harekât süreci olarak işletildi.

Kendi kimliği noktasında sahih, ilkeli ve ısrarlı bir duruş gösteremeyen çevreler açısından 28 Şubat tam bir bozguna yol açtı. Kimliksizleşme zaafına, fa savrulmalara yol açtı. Mücadele bilincine ve kararlılığına sahip olanlar açısından ise eğitici ve öğretici oldu. Yaşanan sürecin, Türkiyeli Müslümanların geneli açısından deneyim kazandırdığını, hepimizi olgunlaştırdığını ve hayata, kuşatıldığımız sisteme ve mücadeleye daha geniş bakabilmemizi sağladığını düşünüyorum.


“İslamcılar sistemle uzlaşamaz”

İslamcıların sisteme olan muhalefetlerinin temel sebepleri nelerdir?

Türkiye’de yaşayan Müslümanlarla sistem arasında; dünya görüşü düzeyinde, hayat tarzı anlamında uzlaşmayı imkânsız kılan ayrışmalar, farklılıklar bulunuyor. İslami kimliğimizi dışlayan ve İslam’ı adeta toplumsal hayatın bütününden söküp atmaya çalışan bir sistem gerçeği var bu ülkenin. Sistem bizi okuluyla, siyasetiyle, kışlasıyla, medyasıyla kuşatmaya, kendisine entegre etmeye, direndiğimiz takdirde ise imha etmeye çalışıyor. İslamcılar ise inançları gereği siyasetten ekonomiye, kültürden spora kadar hayatın bütününde sistemin dönüştürücü, dayatmacı etkilerini ortadan kaldırmak istiyorlar. Bunun çok yönlü ve kuşaklar boyu sürecek bir mücadele olduğunun kavranması lazım.

İdeolojik tutarlılık açısından bir İslamcı AK Parti’ye nasıl bakmalı? Siz AK Parti’yi nereye oturtuyorsunuz?

AK Parti 28 Şubat sürecinde ortaya çıkan zaafların bir sonucudur. İslami talepler açısından AK Parti ile birlikte İslamcılar ciddi anlamda bir dönüşüm geçirdiler. İslamcılık şu üç şeyi çok önemser: Küresel güçlere karşı güçlü bir karşı koyuş; İslam’ın sadece bireysel planda değil, toplumsal alanda da yaşanması ve etnik, bölgesel kimliklerin geri plana çekilip, Ümmet kimliğinin öne çıkartılması. Ak Parti’nin temsil ettiği anlayış ve yönelim ise bu üç noktada İslamcılığın temsil ettiği kimliğin tam zıddı bir noktada yer alıyor.

Küresel sistemle uyum içinde olan bir İslam anlayışını öne çıkartıyor. Toplumsal yanından ziyade, bireysel temelde bir din algısını yaygınlaştırıyor. Ümmet fikri yerine Türkiyecilik anlayışını güçlendiriyor. Bu çerçeveden bakıldığında AK Parti kimlik ve siyaset açısından İslamcılığın tam aksi istikamette bir konumda bulunuyor.

AK Parti’nin Filistin politikasını, İsrail’le olan restleşmelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

AK Parti’nin öncü kadroları İslamcı kökten gelen insanlardan oluşuyor. Bu insanlar bireysel anlamda az ya da çok İslamcılarla benzer duyarlılıklara sahipler. Bundan dolayı halkla, İslamcılarla AK Parti kadroları arasında duygusal bir bağ ortaya çıkarıyor. AK Parti’nin ileri gelenleri Siyonist işgale karşı olan bir gelenekten geliyorlar. Dolayısıyla söylem düzeyinde duyarlılık yansıtmaları anlaşılabilir bir şey. Ortadoğu’da ABD ve İsrail jandarmalığı rolünden buralara gelindiği düşünülürse sergilenen tavırların önemi anlaşılır. Bu noktada Müslümanlar olarak gelişmeleri daha ileriye taşıyacak adımlar atılmasına öncülük etmek ve hükümet politikalarını da bu yönde zorlamak için çabalarımızı artırmalıyız.


“Değişim kavramı kutsallaştırıldı”

Geçmişte Milli Görüş çizgisine, partisel mücadeleye karşı çıkan Türkiye’deki bir takım İslami cemaatler bugün AK Parti’ye yoğun şekilde destek veriyorlar. Hatta bu cemaatler geçmişte partiyi, sistem içi mücadeleyi küfür olarak gördüklerini söylüyorlardı. Ne değişti de AK Parti desteklenmeye başlandı?

Kimliklerini net olarak oluşturamamış çevrelerin böyle bir sonuca ulaşmalarının doğal olduğunu düşünüyorum. Kimlik örgüsünde bırakılan boşluklar, mücadelenin daha da zorlaştığı, ödenen ve ödenecek bedellerin ağırlaştığı dönemlerde başka şeylerle kolayca dolduruluyor. Bu çevrelerin paradoksal tavırlarını bir savrulma olarak görmek lazım. 28 Şubatçılar insanlara,
“Siz hiçbir şey değilsiniz.

Bizim tankımız, topumuz var. İstediğimiz zaman sizi ezeriz.” mesajını verdiler. Bu psikolojik mesaj, tüm toplumu etkilediği gibi, İslamcıları da etkiledi ve İslamcıların bir kısmı, “Biz zayıfız, düzene meydan okuyarak bir neticeye ulaşamayız.” sonucuna ulaşarak sistem içi politika ve araçlara sığındı. Ayrıca sürekli olarak yapılan ideolojik manipülasyonlarla değişim gibi kavramlar kutsallaştırıldı.

İslamcılar son yıllarda yazdıkları kitaplarda, çıkardıkları dergi ve gazetelerde sürekli olarak kendilerini eleştiriyorlar. Bu eleştiriler nereye kadar sürecek ve bu eleştirilerin olumlu bir sonuç vereceğini düşünüyor musunuz?

Müslüman’ın özeleştiri yapması her şeyden önce bir sorumluluktur. Gelişmek, ilerlemek ve mesafe kaydetmek de ancak sorgulamayla, özeleştiri yapmakla mümkün olabilir. Ancak hatalarıyla hesaplaşan insanlar, kendi hatalarını görebilen hareketler başarılı olabilirler. Fakat özeleştirinin hangi zeminde yapıldığı çok önemli. Özeleştirinin sistemin belirlediği çerçevede yapılmasıyla; Müslümanların Kur’an temelinde kendilerini bir özeleştiriye tabi tutmaları arasında çok temel bir farklılık var.

Kur’an’ı temel alarak hatalarını, zaaflarını fark edebilenler bundan ders alırlar ve mücadelelerine kaldıkları yerden daha iyi, daha güçlü ve arınmış bir şekilde devam ederler. Buna karşın özeleştiri adı altında geçmişini inkâr edenler, kendisine, cemaatine, mücadelesine yabancılaşanlar ise egemenlerden alacakları “aferin”e fit olurlar. Özeleştiri adı altında ortaya konan tutumun genelde itirafçılık benzeri bir şahsiyetsizlik olduğunu düşünüyorum.

İslam’ın sola mı yoksa liberalizme mi daha yakın olduğu yönünde çeşitli tartışmalar yaşanıyor. Siz bu tartışmaları nasıl görüyorsunuz? İslam ve İslamcılar kendilerini sol düşünceye mi, liberal anlayışa mı daha yakın görüyorlar?

İslami hareketlerin bütün dünyadaki en temel vasıfları kendilerini diğer beşeri ideolojilerden arındırmalarıdır. İslamcılar diğer ideolojilerden kendilerini ne kadar çok arındırırlarsa o noktada güçlü, sahih ve ilkeli bir duruş ortaya koyabilirler. İslam, İslam’dır! İslam’ı bir başka kavramla ifade etmek, bir başka ideolojik kavramın gölgesi altına sokmak İslami anlayışa da, İslami hareketin birikimine de zarar veriyor.

Bizler sağ veya sol olsun dünyadaki ideolojik hareketleri takip etmeliyiz. İslami kimliğimizi muhafaza ederek bu tür oluşumlarla irtibat halinde de olabiliriz. Bu noktada kendimizi farklı dünya görüşlerine, hareketlere karşı kapatmamalıyız. Fakat İslami kimliğimizi net bir şekilde ortaya koymalı ve asla eklektik bir anlayış içine girmemeliyiz.

Siz muhafazakârlığa da karşı çıkıyorsunuz. İslamcılıkla muhafazakârlığın farkları nelerdir? Muhafazakârlara karşı niçin bu denli mesafelisiniz?

Türkiye’deki muhafazakârlık; sol hareketlere karşı sistemin benimsediği bir takım değerlerin korunmasını temel alan bir anlayışa sahiptir. Şu an toplumumuzda aşırı bir ahlaki yozlaşma yaşanıyor. Bu ahlaki yozlaşmaya karşı, toplumun geçmişten beri sürdürdüğü bir takım olumlu değerlerin muhafazası söz konusu olduğunda buna elbette karşı çıkmayız. Fakat muhafazakârlık kavram olarak toplumsal bir takım değerlerin korunmasını aşıp; siyasal, ideolojik bir kimliği temsil etmekte. Sistemin değerlerini muhafaza etme çabası içindeki bir muhafazakârlık bu yönüyle İslamcılıkla ayrışmakta ve çelişmektedir.

İslamcılar dünyaya ne vaat ediyorlar? İslamcıların dünyayı dönüştürebilecek; haksızlıkları, adaletsizlikleri giderebilecek bir fikri donanıma sahip olduğuna inanıyor musunuz?

İslam’ın, Kur’an’ın kendisi hayata ve insana dair köklü bir mesaj, dönüştürücü bir dinamizmdir. Fakat şu anki konjonktürü göz önünde bulundurduğumuzda,
İslamcıların dünyayı dönüştüreceğini söylemek gerçekçi bir yaklaşım olmaz. Öte yandan İnsanlar artık hayata dair bir anlam oluşturamıyorlar. Bu anlam bunalımını sona erdirecek; insanın hayatla, insanla, yaratıcısıyla olan ilişkisini sağlıklı bir şekilde yeniden düzenleyebilecek tek sistem İslam’dır.

İslam insanların içinde yaşadıkları kaosa, anlamsızlığa bir çözüm üretebilir. “Başka bir dünya mümkündür” sloganını öne çıkartanlar, başka bir dünyanın nasıl mümkün olacağına cevap veremiyorlar. İslami hareketler, İslamcılık bu noktada ciddi bir alternatiftir.

Zaten açıktır ki, içinde barındırdığı bu potansiyel nedeniyle bugün İslami hareketler küresel sistemin baskısıyla karşı karşıya kalıyor.

Haber Ara