İrlandalı Vicdan Savaşçısı
Hayatını yeryüzündeki mazlum insanlara adayan İrlandalı Bayan Gazeteci Caoimhe Butterly’in hayat hikâyesi son derece ilginç.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-03-25 19:55:00
Adem Özköse
Hem düşünce hem de yaşam olarak “devrimci” bir tarza sahipsiniz. Niçin böyle bir tercihte bulundunuz?
Babam Afrikalılara yönelik çalışmalar yapan bir yardım kuruluşunda çalışıyordu. Bundan dolayı benim de hayatımın bir kısmı Afrika’da geçti. Afrika’da insanların nasıl aç ve mazlum bırakıldıklarını, nasıl sömürüldüklerini bizzat gördüm. Fakat ideolojik anlamda devrimci düşünceyi seçmem televizyonda seyrettiğim bir görüntünün ardından oldu.
Neydi o görüntü?
Televizyonda İsrailli askerlerin Filistinli bir gencin kemiklerini taşlarla kırdıklarına şahit oldum. Sanırım Birinci İntifada dönemindeydi. Gördüklerim karşısında şok geçirdim ve Filistinlilere yardım etmek için İrlanda’daki gruplarla ilişkiye geçtim. İrlanda’da Filistin için çalışmalar yapan grupların hepsi devrimci sol gruplardı. Devrimci düşünceyi benimsemem de ailemin de etkisi oldu. Çünkü onlar da mazlum insanlar için çaba gösteriyorlardı. Bugün dünya iki kampa ayrılmıştır. Kampların biri direnenlerin, mazlumların onurlu insanların kampıdır. Diğer kamp ise Emperyalistlerin, Siyonistlerin, zalimlerin kampıdır.
Bir de ortada olanlar var. Hiçbir şeye karışmayanlar, bu iki kampa da mesafeli olanlar.
Ortada olanlar; para, makam ve ihtirasları için çabalayan, hayatları kapitalizm tarafından çalınanlardır. Onlar aslında yaşamıyorlar, sadece yaşadıklarını zannediyorlar. Bana göre insan olmak “zulme karşı mücadele etmek” demektir. Hepimiz faşizme, İsrail’e ve emperyalizme karşı mücadele etmek zorundayız. Direnişçilerin, devrimcilerin hayatı dünyanın en zor, en meşakkatli hayatıdır. Fakat onlar hayatı onurlu ve şerefli yaşarlar. Hangi dinden, hangi milletten olurlarsa olsunlar ben dünyanın bütün direnişçilerini seviyorum. Zabatistaların, Hizbullah’ın, Hamas’ın, İslami Cihad Hareketi’nin sömürgeci güçlere karşı verdikleri mücadeleyi destekliyorum.
Bir dönem de Meksika’da Zabatistalarla birlikte yaşamışsınız. Nasıl bir hayatı vardı Zabatistaların?
Birkaç arkadaşımla birlikte 1999 yılının başlarından 2001 yılına kadar Zabatistalarla birlikte dağ köylerinde kaldık. Zabatistalar Meksika halkını seven, hayatlarını halkları için adayan yoksul devrimci gençlerden oluşuyor. Dağ köylerinde günlük işlerinde ve sağlık alanında köylülere yardımcı olmaya çalışıyorduk. Zabatistaların hayatları çok basitti ve onlarda köylüler gibi yaşıyorlardı. Köylerden şehre inmek bazen on saatimizi alıyordu. Ayrıca köylülere nehirlerden su taşımak için 2-3 saat yol yürüyorduk. Meksika’da Zabatistalarla geçirdiğim iki sene bana zorluklara karşı dayanıklı olmayı öğretti. Daha sonra Meksika’dan ayrıldım ve Filistin’e geçtim.
Filistin’de nelerle karşılaştınız?
Filistin’de bir ambulansta çalışıyordum. İsrail askerlerinin Cenin’i yerle bir ettikleri büyük saldırı esnasında ben de Cenin’deydim. Günlerce ceset ve yaralı taşıdık. Cenin’de yaşananları hiç unutamıyorum.
İsrail askerlerinin saldırısı esnasında Muhammed Bilal isminde on yaşındaki bir çocuk vurulmuştu ve çok ağır yaralıydı. Askerler Muhammed Bilal’i ambulansa taşımamızı engellemek için sürekli etrafa ateş açıyorlardı. Muhammed Bilal can çekişmeye başlayınca dayanamadım ve çocuğun yanına doğru koştum. İsrail askerleri beni engellemek için bana doğru ateş açtılar ve dizimden vuruldum. Muhammed Bilal’e sürünerek ulaştım; fakat çocuk ölmüştü. Filistinliler beni hastaneye kaldırdılar ve yirmi gün hastanede tedavi gördüm. Hastaneden çıktıktan kısa bir süre sonra da İsrail askerleri beni tutuklayıp sınır dışı etti. Ben de İrlanda’ya geri döndüm. Filistin benim için gerçek bir okul oldu ve Filistin halkından çok şey öğrendim. Filistin’de bir seneden fazla kaldım. Bu süre zarfında onlarca çocuk cesedi gördüm. İsrail’in Filistinlilere yaptıklarına şahit olmam devrimci düşüncelerimin daha da kuvvet bulmasını sağladı.
İrlanda’ya geri döndükten sonra ne gibi faaliyetlere katıldınız?
Önce Cenin’de gördüklerimi paneller ve konferanslar vasıtasıyla insanlara anlatmak için bütün Avrupa’yı dolaştım. 2003 yılında Irak Amerika tarafından işgal edilince bir grup arkadaşımla birlikte Irak’a gittik. Bağdat’taki fakir bölgelerde yaralı ve hasta insanlara yardım ediyor, onların tedavileriyle ilgileniyorduk.
Bir gün iki İtalyalı ve bir İskoçyalı arkadaşımla birlikte yolda yürürken maskeli ve silahlı milislerin saldırısına uğradık. Milisler İtalyan arkadaşlarımızı kaçırdılar. İskoçyalı arkadaşımız ise üzerine açılan ateş sonucu olay yerinde öldü. Beni de kaçırmak istediler; fakat ellerinden kurtuldum. Kaçırılan İtalyan arkadaşlarım serbest bırakılınca hep birlikte Irak’ı terk ettik. Çünkü Irak yabancılar için güvenli bir yer değildi. Irak’tan ayrılınca tekrar Filistin’e geri dönmeye karar verdim. Kendi ismimle Filistin’e girmem yasak olduğu için başka birinin ismini kullanarak ikinci kez Filistin’e girdim. Filistin’e girişimden bir ay sonra İsrail askerlerine yakalandım. Beş gün askerler tarafından sorgulandım ve on yıl Filistin’e girmem yasaklandı. Filistin’den ayrıldıktan sonra birkaç yıl daha İrlanda’da çalışmalarımıza devam ettik. Fakat İsrail Lübnan’a saldırmaya başlayınca arkadaşlarımla birlikte Lübnan’a geçtik.
Film gibi bir hayatınız var. Lübnan’da ne kadar süre kaldınız?
Lübnan’da iki sene güneydeki köylülerle, bir sene de Nahrul Barid kampında Filistinli mültecilerle kaldım.
Dünya basını sizi Lübnan’daki bir basın toplantısında Eski İngiltere Başkanı Tony Blair’e yönelik eyleminizle tanımıştı.
Binden fazla insanın öldüğü Lübnan’a yönelik İsrail
saldırısının arkasında Amerika ve İngiltere’nin de olduğunu hepimiz biliyoruz. Savaşta Lübnan’ın güneyinde öldürülen birçok çocuk cesedi görmüştüm. Blair Lübnan’a geldiğinde ben de bir gazeteci olarak basın toplantısına katıldım. Toplantıda Fuad Sinyora da vardı. Blair’i görünce Lübnan’ın güneyinde şahit olduğum çocuk cesetlerini hatırladım. Blair’in yüzüne karşı; “ İsrail’e destek vererek Lübnan’da işlenen cinayetlere ortak oldun. Sen bir katilsin.” diye bağırdım. Blair korktu ve yüzü kıpkırmızı oldu. Sanırım kendisini öldüreceğimi düşündü. Daha sonra polisler beni gözaltına aldılar ve soruşturmanın ardından serbest bırakıldım. Blair televizyon kanallarının önünde rezil oldu ve CNN, BBC gibi kanallar bu olayı defalarca kez haber olarak verdiler.
Gazze’ye giren ilk yardım gemisinde de bulunmuşsunuz.
Evet. 2008 yılında bir grup arkadaşımla birlikte ambargoyu delmek için Gazze’ye gitmeye karar verdik. Zaten benim Ramallah tarafına geçmem yasaktı. Kıbrıs’tan Gazze’ye doğru hareket ettik ve Gazze’ye ilaç, çocuk maması gibi yardım malzemeleri taşıdık. Kırk bir sene sonra ilk defa dışardan bir gemi Gazze’ye girdi. On bir ay arkadaşlarımla birlikte Gazze’de kaldık. Mülteci kamplarında çocuk ve kadınlara yönelik çalışmalar yaptık. Biz Gazze’den ayrıldıktan kısa bir süre sonra İsrail Gazze’ye saldırmaya başladı. Bunun üzerine tekrar bir gemiyle Gazze’ye doğru yola çıktık. Fakat İsrail askerleri gemimize saldırıp Gazze’ye girmemize izin vermediler. Biz de bunun üzerine Lübnan’a geri döndük. Lübnan’dan Mısır’a geçtik ve Gazze’ye yönelik saldırılar sürerken Refah Kapısı’ndan Gazze’ye girdik. Savaşın son on gününe şahitlik ettik ve bu esnada ambulansla yaralıları taşıdık. Benim gibi yaralı taşıyan on altı kişi İsrail uçaklarının saldırıları sonucu hayatlarını kaybetti. İsrail’in saldırılarına şahit oldukça kendimi daha fazla Filistinlilere yakın hissettim.
Uzun dönem savaş bölgelerinde yaşamışsınız. Savaş bölgeleri ölümle yaşam arasındaki çizginin inceldiği yerlerdir. Ölümden korkmuyor musunuz?
Bütün insanlar gibi ben de ölümden korkuyorum ve hayatı, ailemi ve arkadaşlarımı çok seviyorum. Fakat bizim hayatlarımız Filistin’de, Afganistan’da işgal altında yaşayan insanların hayatlarından çok daha değerli değil. Eğer vicdan taşıyorsak mazlumlara karşı sorumluluklarımız olduğunu hissederiz. Çocuklar Gazze’de öldürülürken ben dünyada hiçbir şey olmuyormuş gibi davranamam ve kapitalistler gibi bencil ve zavallı bir hayat sürdüremem. Ayrıca Filistin’de yaşadığım günler bana korkuyu kontrol altına almayı da öğretti. Korku sizi kontrol altına almadan siz korkuyu kontrol altına almalısınız. O zaman daha cesur adımlar atarsınız.
Gazze’de sizinle ilk karşılaştığımızda sanırım başınızda örtü de vardı. Müslüman olmamanıza rağmen niçin başörtüsü kullanma gereği hissediyordunuz?
İranlı genç kızların kullandıkları yarım başörtüsünden takıyordum. Çünkü insan içinde yaşadığı toplumun inançlarına saygı duymalı. Gazzeliler çok dindar insanlar. Ben de onlara olan saygım nedeniyle Gazze’de hep başörtüsüyle dolaştım. Gazzeliler direnişçi, cesur ve yabancılara karşı son derece saygılılar. Gazzelileri çok seviyorum ve onlarla birlikte olduğumda mutlu oluyorum. Gazze’ye İsrail saldırısı olduğunda Araplar ağlıyorlar. Fakat Gazzelilerin gözyaşına ihtiyacı yok. Gazze insanlardan yardım ve destek bekliyor. Rachel Corry Arap ve Müslüman olmamasına rağmen Filistin için, evleri yıkılan insanlar için canını verdi. Rachel’in bu davranışı bütün Müslümanlara, bütün vicdan sahibi insanlara iyi bir ders olmalı.
Siz Rachel’i tanıyor muydunuz?
Evet, tanıyordum. Rachel alçakgönüllü ve kahraman bir kızdı. Bütün devrimciler gibi Rachel de sevgi doluydu ve arkadaşları olarak onu çok seviyorduk.
Uzun dönem farklı İslam ülkelerinde yaşadınız. Müslüman olmayı düşündüğünüz anlar oldu mu?
Allah’ın varlığına inanıyorum ve dinlere saygı duyuyorum. Hizbullah’ı, Hamas’ı, İslami Cihad’ı tanıdıktan sonra İslam’a karşı olan sevgim daha da arttı. İslam cihad kültürüdür ve bana göre İslam’ı gerçek anlamda temsil edenler de direnişçilerdir. Namaz, oruç, hac insanın kişisel gelişimi için önemlidir; fakat mazlumlar için cihad etmek kutsal bir davranıştır. Bir insanın başkaları için hayatını feda etmesini, kanını akıtmasını çok asil bir davranış olarak görüyorum.
İslam’ı tanıdıkça, direnişçilerle İslam üzerine konuştukça İslam’a olan sempatim daha da artıyor. Belki bir gün Müslüman olmaya karar verebilirim.
Gerçek Hayat
SON VİDEO HABER
Haber Ara