Bu kış 'yeşil komünizm' gelir mi?
Türkiye’de yoğunluklu olarak son 3-4 yıldır ‘İslamiyet, kapitalizme mi yakındır, soyalizme mi?’ tartışmaları yaşanıyor. İhsan Eliaçık ve Cihan Aktaş'a göre pratikte durum nasıl?
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-03-01 18:48:00
Elbette ki kısa vadenin işi değil, tartışma inanç ve mülkiyet tarihi kadar eski. Fakat İslamiyet’in, özünde kapitalizme mi, sosyalizme mi yakın durduğu, İhsan Eliaçık’ın dediği gibi asgari ücretle işçi çalıştıran bir Müslüman’ın boşa namaz kılıp kılmadığı, son yıllarda Türkiye burjuvazisinin renk değiştirmesiyle, ‘Cami kapısında marka ayakkabılar birikmesiyle’ oldu.
Ali Şeraiti’nin ‘devrimci zahitliği’, ahlaki bir kapitalizmin mümkünatı, artık çok daha geniş bir tabanda konuşuluyor. TEKEL direnişinin bu hararetli günlerinde iki isme danıştık: Teorisi yapılıyor, pratikte durum nasıl? İslami kesimin sınıf savaşı nasıl olacak?
‘Muhalefette, AK Parti bu grevin yanında olurdu’
Türkiye’de ‘İslamiyet, kapitalizme mi yakındır, soyalizme mi?’ tartışmaları yoğunluklu olarak son üç-dört yıldır yaşanıyor. Sizce AK Parti ikinci kez seçilmeseydi, adına ‘Müslüman sol’ mu dersiniz, ‘sol ilahiyat’ mı fark etmez, bu konuları konuşuyor olur muyduk? İktidarın ekonomi politikalarının böyle bir kazancı olduğu fikrine katılır mısınız?
Türkiye’de Cumhuriyet’ten sonra devlet ideolojisi ve Cumhuriyet seçkinleri, topluma dinin özel hayatla sınırlandırılmasını bir modernleşme gereği olarak vazetti, hatta dayattı. Hep muhalefette, hatta yeraltındaydınız ve ‘öz yurdunda parya’ hissiyatı içinde de melankolik, nahif. AK Parti’nin iktidarda olmasının kuşkusuz Müslümanlar üzerinde sistemle barışma ve uzlaşma yolunda güçlü bir etkisi var. Anadolu insanının kentleşmesi, muhafazakâr insanın tüketim ideolojisiyle tanışması, kısmen sanal bir globalizmin türlü etkileri gibi yeni fenomenlerin buluştuğu karmaşık bir süreç bu. Sonuçta AK Parti hükümeti İslami bir gelenekten gelse bile sistemle belli bir uzlaşma temelinde siyaset yapıyor; kendini de doğru ya da yanlış, ‘muhafazakâr’ olarak isimlendiriyor. Bir pragmatizm ve kriz aşma temelli siyaset, ortama hâkim durumda. AK Parti başörtülülerin oyunu aldı, ama sonra bu yasağı kaldırmayı toplumsal konsensüs süreçlerine bağladı ki söz konusu yasak yüzünden insanlar zarar görmeye devam ediyor. Benzeri bir handikap TEKEL işçilerinin grevinde de kendini gösterdi. Muhalefette AK Parti bu grevin yanında olurdu, ama iktidardayken işçilerin taleplerine olumlu cevap vermenin sorumluluğunu üzerine alamıyor. ‘Dünyevi adaleti kim tesis edecek?’ Bu soruya verilecek cevap konusunda henüz ideolojilerin yaşattığı hayal kırıklığının sarsıntılarını yaşamaya devam eden günümüz insanının düşünceleri bulanık. İnsanlar her şey çürüyorken ve yozlaşıyorken, temiz ve güven uyandıran bir kaynak olarak din, yücelerde bir yerde, el sürülmeyecek şekilde mevcut olsun istiyorlar. AK Parti, TEKEL grevi ve benzeri bağlamlarda İslami argümanlarla, ayeti kerime ve hadisi şeriflerle sorgulanıyor bakıyorsunuz. Oysa iyilik ve anlam soyut bir şekilde gelişmiyor. Yani soyut bir Müslüman cemaat yok. Özgürce söz söylemesi uzun zaman engellenmiş insanların o soyut kutsal misyonu koruması çok özel çabalara bağlı. Allah’tan vicdan diye bir şey de var. Sahici, bazen kendini sorgulamayı sürdüren, bazen de eline geçen imkânları niye hak ettiği üzerine düşünceler üreten insanlar var. Yeni bir tanımlanma, elenme, süzülme sürecinden geçiyoruz gibi geliyor bana.
Birikim dergisinin son sayısına yazdığınız yazıda, 70 sonlarına denk düşen üniversite yıllarınızda yaşadığınız dışarıda kalma halini anlatmışsınız. Bir yanda ‘irtica tehikesi’ne inandırılmış, ‘bazen halkı hiç tanımayan, bazen de içinden çıktığı halde yabancılaşmış’ solcu arkadaşlarınız var. Diğer yanda kadına kapağı kırmızı güllü ‘İslam’da Kadın’ kitapları çerçevesinden bakan, insanlığı ilgilendiren konuların uzağındaki Müslüman kadınların ev toplantıları... 2000’lerin ilk 10 yılını devirmişken, iki cenah da eleştirdiğiniz noktalardan ne kadar hareket etti? Bugün ne kadar ‘dışarıda’ hissediyorsunuz kendinizi?
Hem sol kesimde acı çekenler hem de İslami kesimde yaşanan baskı sürecini doğru bir şekilde okumayı başaranlar, kısacası meselelere iktidar mantığıyla bakmamayı bilenler, daha empatik, tanımaktan uzak durduğu insanı anlamaya dönük bir tutum içindeler. Müslüman kadınlar cemaat yapıları içinden taşarak kendi kamusallıklarını oluşturmaya başladılar. Gerek sol kesim, gerekse dindar kesim arasında Türkiye’de sesleri bastırılan insanların temsili konusunda çok anlamlı bir ittifak ortaya çıktı diyebilirim.
Kur’an’ın adaletten, toplumsal eşitlikten yana bir tefsirini yapmak bir vicdan meselesi midir, dini mi, yoksa ideolojik bir tercih midir? Ortada tek bir rehber varken, neden bu kadar zordur?
Çünkü hayat hiçbir zaman tek bir faktörle belirlenmiyor. En ideal tefsir bile doğru okumalar yapılmadığı takdirde sınırlı olarak maksadına ulaşıyor. Bu tefsir ihtiyacı, zaman ve mekânla ilgili yeni okumalar yapabilme kapasitesini yüklüyor müfessire. Batı emperyalizmi ve bundan kaynaklanan işgaller nedeniyle tepkilere dayalı ve savunma amacına kilitlenmiş, konjonktürel gündemlere alışmış Müslüman toplumlar. Kur’an “Oku” diye başlıyor. ‘Kitaplı’ toplumumuz ise ne yazık ki hâlâ okumuyor, seyretmeyi tercih ediyor. Ben şahsen Müslümanların okudukları tefsirleri kavramasının, kitaplı ve dolayısıyla üretken bir toplum olmayı başarmakla doğrudan ilgisi olduğu kanısındayım.
Okurlarınızdan aldığınız tepkilere, katıldığınız panellere, yakın çevrenizdeki sohbetlere baktığınızda ‘Müslüman sol’un nasıl bir tabanı olduğunu görüyorsunuz? İslami burjuvaziye karşı bir mütedeyyin muhalefetin yükselişini öngörebiliyor musunuz?
Her duyarlı, tahkiki imana sahip Müslüman, dünyaya ezilenlerin safından bakması gerektiğini bilir. Bu, zenginliğin reddi değil, gösteriş ve kibrin reddidir. Bu nedenle de zenginlik alametleriyle gezinen, normal olarak derinde mahcup ve kusurlu bir Müslüman olmalıdır. Beş vakit namazda okuduğumuz bir sure var: Mâ’ûn. Sure, “Dini yalanlayan (adam)ı gördün mü? İşte o, öksüzü iter kakar. Yoksulu doyurmaya önayak olmaz...” diye devam ediyor. Ben şimdiye kadar etrafımda kimsenin markalı başörtüsü örten bir kadını o başörtüsü sebebiyle övdüğünü görmedim. Namazı bir sorumlulukla kılan insanlar, bu tür zenginlik alametlerini yüceltmezler. Uzun dönemler boyunca itilip kakılmış, ‘gerici’ ve ‘çağdışı’ olmakla suçlanmış kimi Müslümanlar, bir zamanlar kendilerine yasaklanmış alanlara adım atarken, zenginlik alametlerini bir güven kaynağı sayabiliyor. Fırsatçı, iradesi zayıf, donanımları yetersiz Müslümanlar, önlerine çıkan imkânlar karşısında zayıf davranabilir. Bu nedenle de girip çıktığınız her yerde iktidarda bulunmanın avantajlarının zenginlik göstergeleriyle yansıtıldığı her türlü örnek karşısında bir eleştiriyi, bir öfkeyi izlemek benim açımdan sıradışı olmaktan uzak.
‘DİNLER VE DEVRİMLER ISTIRAPLAR İÇİNDE DOĞAR’
“Kur’an’ın mal, mülk, para, zenginlik, yoksullukla ilgili ayetleri, zenginlerin istediği şekle sokulmuş” diyen İhsan Eliaçık, 90’ların başından beri, ‘abdestli kapitalizm’e dair yazıyor; hem Kur’an’dan hem de ‘Das Kapital’den alıntılar yapıyor
AK Parti ikinci kez seçilmeseydi, adına ‘Müslüman sol’ mu dersiniz, size bir ara yakıştırılan ‘yeşil komünist’lik mi fark etmez, Kur’an’ın böyle ezilenlerin dilinden tefsir edilebileceği, hatta edilmesi gerektiği bugün konuşulabilir miydi?
Benim 20’ye yakın kitabım var. İkinci kitabımın adı ‘İslam ve Sosyal Değişim’, üçüncü kitabım ‘Devrimci İslam’... Bunlar 1992 ve 1993 yıllarında yayımlanmış. Bırakın AKP’yi, RP’nin belediyelerde iktidara gelmeye başlaması 1994 olduğuna göre, ondan bile önce... Bugünkü söylemlerimin ilk izlerini o kitaplarda bulabilirsiniz. Benim zihin dünyamın maddesi hep ‘Devrimci İslam’ anlayışı olmuştur. Ama AKP iktidar sürecinin bunu tetiklediğinden ve daha bir açığa çıkardığından bahsedebiliriz. Ben Kur’an’ın ezilenlerin dilinden tefsirinden değil, bizzat zaten o olduğundan bahsediyorum. Kur’an üsttekilerin diliyle tefsir edilince, örneğin Ebuzer-i Gıfari tekrar aslına döndürerek alttakilerin diliyle tefsiri öne çıkardı. Ben bugün onu devam ettiriyorum. Esasında modern çağda sosyalizm ve komünizm şeklinde ortaya çıkan akımın tarihsel kökleri dini dünyadadır. ‘Das Kapital’in ana kavramları meta, mal, emek, sermaye ve para... Bunların hepsi Kur’an kavramlarıdır. İbn Haldun bunu genişçe aldı. Onun ‘Hadarî-Bedevî’ dediği ayrımı Marx, ‘Burjuva-Proleterya’ şeklinde ifade etti. İslam tarihinde örneğin Karmatîler, ortak mülkiyetçi anlayışı savunan bir hareketti. Birbirlerine ‘refik’ (yoldaş) diye hitap ederlerdi. Yine İslam tarihinde özel mülkiyeti şirk gören sufîler vardır. Yani dinî dünyanın Marksizm’den değil, Marksizm’in dinî dünyadan etkilendiğinin söylenmesi gerekir. İsa komünizmi diye bir şey var. Komünyon ayini diyorlar, hâlâ var; ortaklaşa, toplu yemek demek. İranlı peygamberler Zerdüşt ve Mazdek de böyledir. Dinler hep böyle isyan, itiraz ve ortak mülkiyetçi, eşitlikçi devrim çağrılarıyla başlamıştır. Fakat bu damarlar kurutuldu, hatta yok edilmek istendi. Şimdi biz onu tekrar canlandırıyoruz.
12 Eylül öncesi, Kırşehir’de lise öğrencisiyken duvarlara ‘Sınırsız ve sınıfsız İslam toplumuna doğru’ yazan biri olarak geldiğimiz bu noktayı yine de bir kazanç olarak görüyor musunuz?
Hem hayır, hem evet. Hayır, çünkü iktidarın tabiatı ezeli kuralını işletti ve iktidara gelenleri kendi anaforu içine alarak bozdu. Dava diye bir şey kalmadı. Köşe dönmek, mal yığmak, makam mansıp peşinde koşmak, hepsi bu... ‘Sivil dikta’ eleştirisi bile fazla. Çünkü bir şeyi dikta etmen için kendin dışında bir değere, doktrine filan inanman lazım. Neye inanıyor ki? Kendine tapıyor adam. Yeni sınıfın ideolojisi kariyerizm ve konformizm artık... Evet, çünkü iktidarın bozucu tabiatı, Müslüman zihni titreyip kendine getirme diyalektiğine sahip. Bunun için şer görünen bir şeyden hayır, zarar görünen şeyden kazanç çıkabilir. Şu an Ergenekon ve Kürt açılımı süreçleri, iktidarın üzerini bir şal gibi örtüyor ve eleştirileri geri plana itiyor. Bunlar bittiğinde, en azından önemsiz hale geldiğinde, dipten yeni dalgalar yükselebilir.
Yazılarınızda, kitaplarınızda çağın vicdanının buradan çıkacağından, zamanın ruhunun değiştiğinden söz ediyorsunuz. Bu tartışmaların yaşandığı son üç yılda, sohbetlerinizde, okurlarınızdan aldığınız tepkilerde, zamanın ruhuyla buluştuğunuz her tür münasebette nasıl değişiklikler gözlemiyorsunuz? İslami kesimde güçlenen bir ‘sınıf bilinci’nden söz edecek durumda mıyız?
Ben dindara, Kur’an’da, Peygamberimizin hayatında ve tarihsel bilincinde var olan özü göstermeye çalışıyorum. Bu öz, mülk üzerinedir. İslam’ı yıkan üç şey olduğunu söylüyorum. Mülk, mevzu ve mucize... Buna 3M dedim. Yıkım önce mülkten yani iktidar ve mal ile ilişkinin çökmesinden başladı. Müslümanlar her defasında buradan yıkıldı. Buradan da dirilecek. Sadece İslami kesimde değil, Türkiye’nin tamamında zengin-yoksul çatışması şiddetlenecek. Bundan sonra ana çatışma bu olacak. AKP iktidardan gitse bile bunun dönüşü yok. Küresel kapitalizm, girdiği yerde açlar, işşizler ve yoksullar ordusu yaratıyor. Bu ise dindarın zihninde Kur’an’ın ana mesajının görülmesini sağlıyor. Kur’an’ın ilk kıssasının neden zenginlik-yoksulluk meselesinin ele alındığı ‘Bahçe sahipleri’ kıssası olduğu anlaşıldığında, İslam’a bakış kökten değişecek. Bunun için soldan, sosyalizmden bilinç transferine bile ihtiyaç yok. Mülkiyet konusunda Kur’an metni ve Peygamber’in hayatı çok sağlam.
Gelecek seçimleri, seçimleri bırakalım, kısa vade geleceği nasıl görüyorsunuz? Genel manada nasıl bir sosyal hareketlilik, mütedeyyin kitlede nasıl bir ayrışma öngörüyorsunuz?
AKP’nin muhafazakâr sağ eğilimine karşın, eşitlikçi ve sol eğilimli siyasi hareketler ortaya çıkacak. Sağ çıktı, aynı dini iklimden bir de sol çıkacak. Veya AKP’ye muhalif dini kökenli partiler, iyice sol temalara ağırlık verecek. Nasıl ki DYP ve ANAP gibi merkez sağ partilerin yerini AKP aldı, CHP ve DSP gibi sol partilerin yerini de aynı iklimden gelen sol eğilimli partiler alacak. Yani memlekette solculuk yapılacaksa bile, bu yine dinsel kökenli olacak. Türkiye toprağının ontolojisi böyle. Bunu göremeyenler zaman içinde yok olmaya mahkûm.
Komünistin hiçbir renginden hazzedilmeyen bir ülkede sosyal adaletten bahsediyorsunuz. İşinizin ‘düz komünist’ten daha zor olduğunu düşündüğünüz oluyor mu? Yalnız hissediyor musunuz kendinizi zaman zaman?
Türkiye’nin ve dünyanın geleceğinde, eşitlikçi ve sosyal adaletçi eğilimlerin yükseleceğini düşünüyorum. Küresel kapitalizme itirazın diyalektiği bunu gerektiriyor. Ve fakat bu, Marksizm deneyiminde olduğu gibi, eleştirdiği burjuva sınıfı ile aynı din anlayışına sahip bir karakterde olmayacak. Dini bireysel bir inanç meselesi olarak değil, Latin Amerika’da olduğu gibi bir kurtuluş veya özgürlük teolojisi, İslam sosyalizmi arayışlarında olduğu gibi de toplumsal adalet ve eşitlik arayışı olarak gören, bunun için de mülkiyet bölüşüm sistemine ağırlık veren karakterde olacak. Şu an bu söylem Türkiye’de yalnız ve cılız gibi görünüyor. Ama takip edin, zaman nelere gebe göreceksiniz. Her zaman birileri hayal eder ve başka birileri de o hayalin içinde dünyayı yeniden kurar. Dinler ve devrimler ıstıraplar içinde doğar, rahat ve konfora gömülerek yok olur. Onların gerçekleşmesi aynı zamanda ölümler demektir. Dünyanın devranı böyle...
(Dileyen için:
ihsaneliacik.wordpress.com)
SON VİDEO HABER
Haber Ara