'Atatürk tek partiye inanmıştı'
Taha Akyol, 'Ama Hangi Atatürk?' kitabıyla, Atatürk’ün pek çok fotoğrafının olduğunu ortaya koyarak onun kişiliğini ve çelişkilerini, söylediklerini ve yaptıklarını anlatıyor.
16 Yıl Önce Güncellendi
2009-11-18 11:15:00
Gazeteci-yazar Taha Akyol, Lenin’e “Bolşevik rejim kuracağım” diye haber gönderen, Milli Mücadele’de “Abdülhamit’ten daha İslâmcı” davranan, Büyük Taarruz öncesi “Türkiyeliler” derken savaşı kazanınca “Büyük Türk milleti” demeye başlayan, dönemindeki 16 Kürt isyanı karşısında “sertlik yanlısı” ve asla eleştirilemeyen, otoriter Atatürk’ü Neşe Düzel’e anlattı.
“Atatürk döneminde bugünkü demokrasi olamazdı ama Kurtuluş Savaşı sırasında olduğu kadar bir demokrasi olabilirdi. Ama o demokrasi de elden gitti.”
“Mareşal Karabekir, “Milli mücadeleyle istiklalimizi kazandık ama tek parti rejimiyle hürriyetimizi kaybettik” der. Bence tarihin özeti budur.”
“İsmet Paşa Atatürk’ün her dediğini yapan biriydi. Kazım Karabekir ve Rauf Orbay, Atatürk’e İsmet Paşa kadar sadık ve itaatkâr olamazlardı.”
Neşe Düzel / Taraf
İKİNCİ BÖLÜM
O, tek partiye inanmıştı
Gazeteci Yazar Taha Akyol: Atatürk mecbur kaldığı için tek partili rejimi kurmadı. İdeolojik olarak tek partili rejime inanıyordu. Atatürk döneminde günümüzdeki gibi bir demokrasi olamazdı ama Kurtuluş Savaşı sırasında olduğu kadar demokrasi olurdu. Ama o demokrasi de elden gitti... Karabekir’in “Milli Mücadele ile istiklalimizi kazandık ama tek partiyle hürriyetimizi kaybettik” dediği de o zaten. Atatürk’ün diğerlerinden üstün tarafı siyasi dehası.
* * *
NEŞE DÜZEL: 1927 yılında Meclis’te okuduğu Nutuk’ta, Atatürk, Milli Mücadele’deki yol arkadaşlarını, kendisine muhalefet ettikleri için hain olarak suçlarken, onlar kendilerini hiçbir şekilde savunamadılar. Nutuk’u Atatürk yazmış olsa da, Cumhuriyet tarihinin bir bölümü Nutuk’ta Atatürk tarafından tek taraflı anlatılmış olmadı mı?
TAHA AKYOL: Kesinlikle... Kim yazarsa yazsın, tek taraflı olarak yazılmış oluyor. Düşünün ki, Kazım Karabekir’in İstiklal Harbimiz isimli anıları, ancak 1961’de basılabildi ve o da toplatıldı. Daha sonra güç bela mahkeme kararıyla beraat etti. Kazım Karabekir o kitapta Atatürk’e muhalefet edenlerin bakış açısını gösterir. “Milli mücadeleyle istiklalimizi kazandık ama tek parti rejimiyle hürriyetimizi kaybettik” der. Bana göre tarihin özeti budur.
Peki, Atatürk’ü eleştirmenin cezası neydi?
Atatürk’ü eleştirmenin cezası döneme göre değişir. Mesela İttihatçılar arasında siyasi ve iktisadi bakımdan en liberal olan Cavit Bey, darbe girişimi suçlamasıyla idam edildi Aslında öyle bir şey yoktu. Örgütlü muhalefeti tasfiye etmek için yapılmış bir suçlamaydı bu. Zira İttihatçılardan başka Atatürk’e karşı örgütlenebilecek bir güç yoktu. Cavit Bey de İttihatçıydı ve bir muhalefet figürüydü. Mesela Hüseyin Cahit...
Dönemin ünlü gazetecisi Hüseyin Cahit ne yaşadı?
Atatürk’ten çok daha önce laikliği savunan bir gazeteciydi Hüseyin Cahit. Cumhuriyet”i, “mutlakıyetçi cumhuriyet” olduğu için eleştiriyordu. Onun da dergisi kapatıldı ve İstiklal Mahkeme’sinde yargılandıktan sonra sürgüne gönderildi. Mesela Kadro Dergisi... Atatürk’ün sofrasındaki insanlardı bunlar... Atatürk’e ve Kemalizm’e sadıklardı... Ama biraz Marksizm karıştırılmış yorumlarıyla Atatürk’ten farklı bir fikir odağı olabilirler düşüncesiyle onların da dergileri kapatıldı. Şevket Süreyya, İktisat Vekaleti’ne alındı. Yakup Kadri, Tiran’a gönderildi ve kendi deyimiyle orada ‘zoraki diplomat’ oldu. Şurası kesin ki, Atatürk gibi liderlerde çok yüksek bir “ben” duygusu vardır.
Atatürk diktatör müydü?
Atatürk muhalefete, kendisine aykırı olan görüşlere izin vermeyen, tek partiye inanan bir liderdi. Zaten bu tür ego duygusu olmadan da o çapta bir lider olunmuyor... Mesela o dönemde Türk Ocağı da, Türk Kadınlar Birliği de hep kapatılıyor. Türk Ocağı inkılâp karşıtı değil, gerici değil... Niye kapatıyorsun? Türk Kadınlar Birliği, laik, çağdaş bir dernek. Balo falan yapıyorlar. Onu niye kapatıyorsun? Kapatılıyorlar çünkü ortada sadece Gazi’nin fikirleriyle teşkilatlanmış tek bir siyasi parti olacak. Gazinin fikirleriyle teşkilatlanmış tek örgüt de Halk Evleri olacak...
Atatürk, kendisini diktatör olarak tanımlamıyor mu?
Atatürk 1930’da Serbest Fırka’yı niye kurdurduğunu anlatırken, kendisinin Batı’da diktatör olarak anıldığını, manzaranın hakikaten bir diktatörlük manzarası olduğunu ve ölürse geriye bir istibdat müessesesi kalacağını, halbuki bunu istemediğini, ömrü boyunca fikri hür, irfanı hür rejimler istediğini ve bunun için serbest Fırka’nın kurulmasını istediğini söylüyor.
Peki, Serbest Fırka ne kadar yaşıyor ve kim kapattırıyor?
Üç ay sürüyor ve Atatürk kapattırıyor.
Atatürk bugün bir tabudur. Yaşadığı dönemde de öyle miydi?
Öyleydi tabii. Gerçi bugünkü kadar ideolojik referans haline gelmiş bir tabu değildi ama... Atatürk o dönemde bugünkünden çok daha kuvvetli bir siyasi otorite tabusuydu. Atatürk bugün eleştirilebiliyor. Yasakladığı yayınlar basılıyor... Ama o dönemde bunlar yapılamıyordu. İsmet Paşa’nın anlattığı bir hikâye vardır. Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, Mustafa Kemal’e Harbiye Nazırlığı sözü veriyor. Harbiye Nazırlığı demek, Enver’in geçmişteki gücünü ele geçirmek demek. Ama Harbiye Nazırı olmuyor ve Atatürk ömrünün sonuna kadar İzzet Paşa’yı affetmiyor. Hatta Nutuk’ta İzzet Paşa’yı ırkından dolayı suçluyor.
Nasıl suçluyor?
Arnavut diye eleştiriyor. “Milletime bu noktada tavsiye ederim ki, başa geçireceği adamların kanındaki cevher-i asliyeye dikkat etsin” diyor. Atatürk bu kadar ben merkezli, bu kadar otoriter olmasaydı, Atatürk olamazdı. Daha Milli Mücadele döneminde başta Karabekir olmak üzere, Atatürk’ün diktatör olmasından endişe eden pek çok kişi var. “Başımıza yeni bir Enver mi olacak” diye hepsi korkuyorlar. Ama hiçbiri de ona, “Paşam çekil artık, ben lider olacağım” diyemiyor. O sırada Atatürk’ten korktuklarından değil, onun liderliğini doğal kabul ettiklerinden bunu diyemiyorlar. Onun gücünü Halife’yle dengelemeye çalışıyorlar. Mustafa Kemal’in siyasi otoritesini dengeleyen böyle bir kurum olsun diyorlar.
Demokrasiyle dengelemeye çalışmıyorlar mı?
Çok partiyle dengelemeye çalışıyorlar. Atatürk ömrü boyunca kuvvetler birliğini savundu. Kazım Karabekir, Rauf Orbay gibi muhalifler ise kuvvetler ayrılığını savundular. Kuvvetler ayrılığı, “Tek kişi hâkim olmaz. Bağımsız yargı olacak”. Bazıları diyorlar ki, “o zaman memlekette okuma yazma yoktu. Demokrasi olur muydu?”
O koşullarda demokrasi olmaz mıydı gerçekten?
O günün şartlarında bir demokrasi pekala olurdu. Nasıl savaş devam ederken demokrasi olduysa, öyle demokrasi olurdu. Zaten o dönemde Avrupa’da da bugünkü gibi bir demokrasi yoktu. Asıl önemli olan iktidarın değil, muhalefetin olup olmamasıdır. Atatürk döneminde günümüzdeki gibi bir demokrasi olamazdı ama Kurtuluş Savaşı sırasında olduğu kadar bir demokrasi olurdu. Ama o demokrasi de elden gitti. Karabekir’in “Milli Mücadele’yle istiklalimizi kazandık, ama tek partiyle hürriyetimizi kaybettik” dediği de o zaten.
Birinci Meclis’in Hüseyin Avni Ulaş gibi üyeleri daha demokrat bir yönetim istediler. Atatürk neden demokratik bir yönetimi tercih etmedi?
Çeşitli sebepleri var. Birincisi, Atatürk’ün otoriter kişiliğidir. Atatürk’te kendisinin baş olduğu şeklinde doğuştan gelen bir algıma var.
Atatürk hakikaten tek adam olarak yaratılmış bir kişilik. Daha çocukken, kardeşi Makbule Hanım’a “benim emrimden çıkmayacaksın” diyor. Sakarya Savaşı’ndan sonra Halide Edip, “Paşam savaş bitti” diyor. Ona, “bundan sonra da benim emrimden çıkmayacaksınız” diyor. Karabekir Ankara’ya geliyor. Parti kurmaktan bahsediyor. Ona da, “Askerlik bitti ama emrimden çıkmayacaksınız” diyor. Atatürk bu otoriter kişiliğiyle milliyetçilik ve Batılılaşma politikalarını yürütüyor
Atatürk’ün demokratik bir yönetimi tercih etmemesinin diğer nedenleri neler?
İkinci neden, Atatürk, heyecanla inanmış bir çağdaşlaşmacıdır, modernisttir. “Halkı kendi haline bırakırsak bir hatve (bir adım, bir milim) ileri gidemeyiz” diyor. Ve halkı kendi haline bırakmayan tek partili bir rejim kuruyor. Muhalefet olduğu takdirde bütün bu isteklerini gerçekleştiremeyeceğini düşünüyor. Üçüncüsü, Atatürk, halkın hilafet, şeriat propagandasıyla yanıltılabileceğini düşünüyor ve “bunu, ‘tek parti’ önler” diyor. Dördüncüsü, Atatürk muhalefet olduğu takdirde isteklerini ve modernleşme projesini gerçekleştiremeyeceğini düşünüyor.
Atatürk’ün muhalifleri modernleşmeye karşı mıydılar? Yoksa onlar, Atatürk’ün bu hedefe varmada kullandığı baskıcı yönteme mi karşı çıkıyorlardı?
Muhalefet modernleşme karşıtı değildi. Onlar da modernistti. Ancak onların modernleşme modelleri Mustafa Kemal’inkinden farklıydı. Muhalefet, memlekette eleştiri hürriyetinin olmasını istiyordu, piyasa ekonominin modernleşmeyi daha hızlı getireceğini düşünüyordu. Atatürk ise modernleşme projesinin ancak otoriter rejimde uygulanabileceğine inanıyordu.
Atatürk’le birlikte Kurtuluş Savaşı’nı yapan birçok silah arkadaşı daha sonra siyasetten tasfiye edildiler. Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay, Refet Bele, Adnan Adıvar... Onlarla Atatürk arasındaki en önemli görüş ayrılığı neydi?
Rejim tek adam rejimi olacak mı olmayacak mı? Bütün farklılıklar bu meselenin etrafında döner. Onlar, “sen partilerin üstünde tarafsız ol. Memlekette çok parti rejimi olsun” diyorlar. Kişi idaresine karşı çıkıyorlar. Atatürk ise kendisinin mutlak hâkim olduğu bir modernleşme projesini savunuyor. Atatürk’te, doğuştan baş olmak üzere yaratıldığına, lider olduğuna dair bir inanç var.
Bu dönemde Atatürk’ün yanında İsmet İnönü, Fevzi Çakmak gibi isimler kalıyor. İsmet Paşa’nın Atatürk kadar otoriter olmadığını söylediniz. O zaman niye muhalefetin yanında yer almıyor da, Atatürk’ün yanında yer alıyor?
Fevzi Çakmak asker olarak Atatürk’ün emrindedir. “Genelkurmay Başkanı olarak benim görevim itaattir” der. İsmet Paşa ise Atatürk’ün yanında ikinci adamdır. Atatürk’ün yanında yer alarak ‘hazretleri’ oluyor, ‘ikinci adam’ oluyor. İsmet Paşa, zaman zaman çatışmaları olsa da, Atatürk’ün her dediğini yapan biriydi. Şevket Süreyya bunu çok iyi anlatır. Atatürk hakikaten tek adamdır. İsmet Paşa da hakikaten ikinci adamdır. Mesela Kazım Karabekir, Rauf Orbay da ikinci adam olabilirlerdi ama İsmet Paşa kadar Atatürk’e sadık ve itaatkâr olmazlardı. Çünkü onlar, Mustafa Kemal’in her dediğini yapacak adamlar değildi. Bir de şunu söylemeliyim. Aslında Türkiye’de liberalizm köksüz bir şey değildir. Osmanlı’da...
Osmanlı’da liberalizm var mıydı?
Çok kuvvetli bir liberalizm vardı. Liberalizm bizde tek parti döneminde kaldırıldı. Mesela Karabekir ve arkadaşları Terakkiperver’in programına açıkça liberal diye yazıyorlar. Çünkü Osmanlı’da meşrutiyette meclis vardı, seçim vardı, parlamenter usuller vardı. Fırka kavramı yerleşmişti. Zaten bu yüzden Birinci Meclis’te farklı görüşten ve etnik kökenden insanların, komünistlerin, hocaların birarada bulunmasını yadırgamıyorlardı.
Ama Cumhuriyet’in otoriter ve totaliter yapısı, “şartlar onu baskıcı olmaya zorladı. Demokratik olamazdı” diye savunuldu. Bu ülkede otoriter, baskıcı bir rejim, dönemin şartlarının bir sonucu olarak değil de, bir tercihin sonucu olarak mı kuruldu ve devam ettirildi?
Atatürk mecbur kaldığı için tek partili rejimi kurmadı. Atatürk ideolojik olarak tek partili rejime inanıyordu. Bütün ömrü boyunca kuvvetler birliğini yani yürütme yasama ve yargının tek elde toplanmasını savundu. “Atatürk, Şeyh Sait İsyanı çıkınca, Karabekir’in partisini kapattırmak zorunda kaldı” derler. Öyle değil. Terakkiperver Fırkası kurulur kurulmaz, Atatürk, Fethi Okyar’ı Karabekir’e gönderiyor. “Çok kötü şeyler olacak. Partinizi kapatın” diyor.
Karabekir ne cevap veriyor?
Karabekir, “Biz cumhuriyet kurmadık mı? Partisiz cumhuriyet mi olur?” diyor. Atatürk’ün projesinin tek partili cumhuriyet olduğu açıkça ortaya çıkıyor. Atatürk çok partiyi istemiş de, mecbur kaldığı için tek partili rejim kurmuş değil. Atatürk’ün kafasındaki proje tek parti idaresi kurmaktır. Nitekim yabancı bir gazeteciye, “Bunlar nankör, bunları ben kurtardım, bana karşı parti kuruyorlar” diyor. Cemil Koçak bunu belgesiyle açıkladı.
600 yıllık bir saltanatı yıkıp cumhuriyeti kurmak büyük bir cesaret gerektiriyordu. Atatürk bu cesareti gösterdi. Aynı cesareti neden demokrasi kurmak konusunda göstermedi?
Atatürk’ün cesareti, liderliği, vizyonu konusunda hiçbir şüphe yok. Size ölmeyi emrediyorum derken, kendisi de elinde tabancasıyla askeriyle birlikte savaşa giren birisi o. Ama buradaki problem cesaret değil. Saltanat zaten Vahdettin yüzünden yıpranmıştı. Ve Mustafa Kemal, saltanatı kaldırdığı zaman tek adam olacaktı ve kafasındaki modernleşmeyi uygulayabilecekti. Demokrasi olduğunda ise...
O zaman ne olacaktı?
Tek adam olmayacaktı ve kendi modernleşme projesini uygulayamayacaktı. Çünkü Karabekir ve arkadaşları da modernleşme istiyorlardı. Muhalefet modernleşme amacına değil, yöntemine itiraz ediyordu. İki tarafın modernleşme modelleri farklıydı ve Mustafa Kemal’de şahsi otorite mücadelesi vardı. Mustafa Kemal’in projesi Karabekir ve arkadaşlarınki kadar yumuşak, liberal ve evrimci değildi. Onun projesi devrimciydi, daha otoriter ve radikaldi. Ancak otoriter bir sistemde uygulanabilirdi. Mesela Kazım Karabekir “Musul meselesi çözülmeden hilafeti kaldırmamız yanlış. Kürtlerin sadakatini kaybederiz. İleride düşünelim bunu” diyor.
Haksız mı peki?
Haksız değil. Ama bu, Mustafa Kemal’in modernleşme projesini ertelemesi demekti. Ertelemedi.
Cumhuriyeti kurmak o dönemde kolay mıydı?
Kolaydı. Saltanatın kaldırılması otomatikman cumhuriyet demektir zaten. Saltanatın kaldırılması için verilmiş seksen imzalı bir takrir vardı. Bu takrirde Atatürk’ün imzası sekseninciydi. Önergeyi verenlerin başını Rauf Orbay, Hüseyin Avni, Rıza Nur gibi isimler çekiyordu. Çünkü artık en muhafazakârların kafasında bile Vahdettin’in tavrı yüzünden saltanat bitmişti. Dolayısıyla saltanatın kaldırılması zor değildi. Saltanat kaldırıldıktan sonraki adım da zaten doğal olarak cumhuriyetti. Zaten oradaki ihtilaf da zaten cumhuriyetin kurulup kurulmaması değildir.
Sorun nedir?
Atatürk, cumhuriyeti kendisine muhalefet edecek kesimlerin katılımıyla ilan etmek istemiyor. Atatürk cumhuriyeti kendi kararıyla ilan etmek istiyor. Eğer cumhuriyetin ilanına Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Adnan Adıvar, Hüseyin Avni Ulaş gibi Milli Mücadele’nin önde gelen isimleri katılsaydı, bunların cumhuriyet rejimi içinde meşruiyetleri olacaktı. Atatürk cumhuriyetin ilanını, onların İstanbul’da oldukları bir tarihe denk getirdi. Onların, daha sonra “bizi dışladın, devre dışı bıraktın” diye verdikleri tepkileri, cumhuriyet karşıtlığı gibi kullandı. Buradaki mesele, onların, cumhuriyet düşmanı olmaları değildir. Mesele, Atatürk’ün kendi kafasındaki modernleşme projesini uygulamak için, muhalefeti dışlayarak cumhuriyeti ilan etmiş olmasıdır.
Atatürk, muhalefeti tasfiye edeceğinin ilk işaretini cumhuriyeti kurarken mi veriyor?
Mustafa Kemal, ileride yapacağı inkılâpların kadrosunu daha Milli Mücadele’yi yaparken kuruyor. Garp cephesi komutanlığına generalleri getirmiyor da, o sırada henüz albay olan İsmet İnönü’yü getiriyor. Aslında Atatürk’ün kurmay ve siyasetçi zekâsı, dehası gözardı ediliyor.
Atatürk’ün hangi özelliği daha önde? Askerliği mi, politikacılığı mı?
“Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır” sözünü mesela birkaç hafta önce Kazım Karabekir de söylemiş. Yani Eskişehir’i bırakıp Sakarya’ya çekilmekte tereddüt etmeyelim. Biz bir hattı savunmuyoruz. Biz bütün vatanı savunuyoruz. Sakarya’da düşmanı yenersek bütün vatanı kurtaracağız demektir bu. Biz bunu sadece Atatürk’ün söylediğini zannettiğimiz için, onun askerî dehası olduğunu düşünüyoruz. Oysa hepsi de bu düşüncedeydi. Çünkü Alman Goltz Paşa’nın askerî mektebinde yetişmiş, Birinci Dünya Savaşı’nı yaşamış kurmay subaylar bunların hepsi. Atatürk’ün diğerlerine üstün olduğu taraf siyasi dehasıdır. İsmet Paşa da, “Atatürk’ün siyasi kabiliyeti, askerî kabiliyetinden üstündür” diyor.
Söyşenin son bölümü gün içinde...
SON VİDEO HABER
Haber Ara