İbn Rüşd’ü bilmemenin ayıbı
Cevher Şulul, ileri sürdüğü görüşlerle Latin dünyasında siyaset ve din felsefelerinde büyük bir dönüşüme yol açmış olan İbn Rüşd'ün siyasal yazılarını yorumladı.
16 Yıl Önce Güncellendi
2009-11-17 11:41:00
Asım Öz / TİMETÜRK
İslam felsefe geleneği içinde siyasetin yerini sorarak başlayalım. İslam felsefesinin siyasi tasavvuru nedir?
Bilindiği gibi İslâm dünyasında siyasete dair yazılan eserler genelde üç gruba ayrılmaktadır. Hilafetin amacını ve kaynağını konu alan eserler, idarecilere tavsiyelerde bulunan siyasetname türünden eserler, filozofların siyasete dair yazdıkları eserler.
İslâm felsefe geleneği içinde yer alan filozoflar, insanın doğası itibariyle siyasî bir varlık olduğuna inanırlar. Bu nedenle onlar, siyaset felsefesiyle ve siyasî yönetim ile ilgilenmişlerdir. Ancak onların siyasî yönetimden anladığı şey, fakîhlerin ve kelâmcıların anladığı şeyden farklıdır.
Onlar siyasî yönetimi, örgütlü toplumun her bir ferdinin neticede hâkimlere ihtiyaç duymayacak şekilde kendi nefs ve ahlakî alışkanlıklarına göre sorumluluğuna düşen şeyi yerine getirmesi şeklinde anlarlar. Onlar, gerekli hususları yerine getiren içtimaî örgüte erdemli şehir, bununla ilgili olarak gözetilen kurallara da siyasî yönetim adını vermişlerdir.
İslâm filozofları, siyaset kuramlarını oluştururken İslâm’ın dinî ve ahlakî öğretilerine genel anlamda bağlı kalmakla beraber dışarıdan getirilen sistemleri, görüş ve düşünceleri bunlarla kaynaştırma çabası içerisine girmişlerdir. Onların gayesi İslâm’a özgü bir sistem geliştirmektir.
Bu konuda ilk eser yazan filozof hiç kuşkusuz Fârâbî’dir. O, Yunan siyaset felsefesi ile İslâm düşüncesini uzlaştırmaya çalışan ilk filozoftur. O, bu amaçla ortaya koyduğu siyaset kuramıyla hem İslâm siyaset düşüncesini hem de kendinden sonra gelen İbn Bâcce ve İbn Rüşd gibi filozofları derinden etkilemiştir.
Ancak İbn Rüşd, bu konuda Fârâbî’den etkilenmekle beraber ondan farklı ve onu aşan bir siyaset kuramı ortaya koyabilmiştir. İbn Rüşd, bu konuda Fârâbî ile mukayese edildiği zaman onun daha özgün daha bağımsız biri olduğu söylenebilir. Muhtemelen bunun nedeni İbn Rüşd’ün hem yaşadığı coğrafya hem de fıkıh ve diğer İslami ilimlerindeki engin bilgisidir.
İbn Rüşd’ün yapıtlarını kaleme aldığı toplumsal ve siyasal ortam hakkında dikkat çekici olanlar neler?
Tarihçiler Endülüs siyasi tarihini dönemlere ayırmaktadırlar. İbn Rüşd’ün yaşadığı dönem Murabıtlâr (1090-1147) ile Muvahhidler (1147-1229) dönemine denk gelmektedir. İbn Rüşd Murâbıtlar döneminin en istikrarsız dönemini yaşamıştır. Bu dönemde iç karışıklıklar ve isyanlar baş göstermiştir. Bunun nedenleri arasında Endülüslü emirlerinin, Murâbıtlara olan desteklerini azaltmaları, halkın ağır vergiler karşısında bunalması, daha önce Murâbıtlara yardım eden fukahâdan bazılarının bu defa tam aleyhte tavır takınması ve kuzey Afrika’da baş gösteren bazı iç huzursuzlukla sayılabilir.
Bu sürecin sonucunda Murâbıtlar, yönetimi Muvahhidlere bırakmak zorunda kalmışlardır. Muvahhidler döneminin en kayda değer olayı Muvahhidî hükümdarı Ebû Yûsuf el-Mansur’un Hıristiyanların ilerleyişini durdurması ve 1195 yılında Kurtuba’nın kuzeyinde Kastilya kuvvetlerine karşı parlak bir zafer kazanmasıdır. Bu zafer Hıristiyanlarda Müslümanların İspanya’da inisiyatifi yeniden ellerine geçirdikleri intibaını uyandırsa da bu durum fazla uzun sürmemiş. Ebû Yûsuf el-Mansur’un yerine geçen oğlu Nâsır Lidînillâh’ın ordusu haçlı ordusu tarafından bozguna uğratılmıştır. Bu olumsuz gelişmeler sonucunda isyanlar yeniden baş göstermiştir.
Dolayısıyla İbn Rüşd’ün yaşadığı dönem, Endülüs’te siyasi istikrarsızlığın egemen olduğu dönemdir. Bu dönemde İbn Rüşd’ün Kütüphanesi bir süreliğine müsadere edilmiş, kendisi sürgüne gönderilmiştir. Ancak dikkat çekici olan şey, en istikrarsız dönemde bile Endülüs, İbn Rüşd gibi bir filozofu yetiştirebilmiştir. Bu da bize Endülüs’de ki kültürel ve ilmi birikimin ne denli zengin olduğunu göstermektedir.
İbn Rüşd orijinal bir siyaset felsefecisi sayılabilir mi?
Genelde günümüzde yapılan şerhlere özgün bilimsel çalışmalar olarak bakmama temayülü vardır. Fakat gerçekte bir eseri şerh etme, hele de felsefi bir eseri şerh etme kanaatimce bir eser telif etmekten daha zordur. Örneğin Telhis’de İbn Rüşd’ün yaptığı şey böyledir. İbn Rüşd’ün bu eserine bakarak onun hem Yunan siyaset felsefesini ve etiğini derinlemesine bildiğini hem İslâmi konulara olan vukûfiyetini görmek mümkündür. O, bu eserinde yaşadığı toplumun siyasi, dini ve sosyal yaşamlarını analiz etmiş, eleştirmiş ve mukayese etmiştir. Bir anlamda o, pratikte karşılığı olmayan düşünsel siyasi bir kuram ortaya koymaktan ziyade tecrübelerinden bilgi birikiminden hareketle yaşanabilir, reel karşılığı olan bir siyaset felsefesi inşa etme cihetine gitmiştir. Dolayısıyla İbn Rüşd’ün siyaset felsefesi alanında yazdıklarına bakarak onun hem diğer İslâm filozofları hem de Batı’daki siyaset alanında yazan filozoflardan daha özgün ve orijinal olduğunu söyleyebiliriz. Kaldı ki Batıda Rönesans döneminde Thomas Morus, Tommaso Campanella gibi siyaset felsefesine dair eser yazanların bütünü Platon’un Devlet’ini örnek almışlardır. Söylemek istediğim şey şudur: Bu filozofları özgün kabul edenlerin en azından İbn Rüşd’ü de bu sahada onlar kadar özgün kabul etmeleri gerekir. Kaldı ki Batıda bu filozofların özgünlüğüne dair bir tartışma olduğuna zannetmiyorum.
Peki, onun bu konudaki görüşlerinin Yunan felsefesinin kopyası ya da basit bir yorumu olarak algılanmasının nedenleri nedir?
Bunun nedeni kanaatimce İbn Rüşd’ün yeterince tanınmamasıdır. Özellikle siyaset ve ahlak konularında İbn Rüşd’ün eserlerinin asılları kaybolmuştur. Bu eserlerin sadece İbranice çevirileri elimizde bulunmaktadır. Oysa bu eserlere dikkatle bakıldığı zaman bu eserlerin günümüz problemlerine çözüm olabilecek nitelikte öğretiler içerdiği söylenebilir. Bu birazda İslam dünyasında öteden beri iktidarda bulunan yönetimlerin muhtemelen farklı siyasi öğretilere mesafeli olmalarından ya da tahammülsüzlüklerinden kaynaklanmış olabilir.
İbn Rüşd’ün siyaset anlayışının temel kavramları hakkında bilgi verir misiniz?
İbn Rüşd, siyaset felsefesinde devletin temel yapısını, ortaya çıkış nedenlerini, ahlakî temellerini, siyasî toplumları ahlakî bakımdan meşru kılan nedenleri, siyaset bilimi açısından iyi ile kötü toplum arasındaki farklılıkları, siyasî toplumlarda insanları birbirine bağlayan bağları konu edinmiş, anlamaya çalışmıştır. O, bu konuları izah ederken salt betimlemelerden öteye geçip kavramsal çözümlemelerde bulunmuş, siyasete ahlakî bir nitelik kazandırmıştır. O, siyaseti daha rasyonel, gözlem ve tecrübeye dayalı bir kuram haline getirmiştir. O, bir filozof ve kadı olarak Endülüs’te birtakım olaylara tanıklık etmiş, orada haksız yönetimden kaynaklanan problemleri bire bir yaşamıştır.
İbn Rüşd, siyaset bilimine ait bazı ilkeleri, o günün İslâm coğrafyasında geçerli olan siyasî ve sosyal yapıya uygulamış İslâm tarihinin siyasî, sosyal ve iktisadi gelişimini bu bağlamda yorumlamıştır. Siyasî konjonktürün neden değiştiğini, ihtilallerin nedenlerini yorumlamak istemiştir.
Telhis’in Eflatun’un Devlet’inden farklı yanları nelerdir?
İbn Rüşd, Devlet’in sadece siyaseti konu edinen mevzularını özetlemekle yetinmemiş, bu konu ile ilgili olarak hem nazarî hem de metodolojik anlamda yeni bir çerçeve çizmiştir. Eflatun’dan ayrıldığı nokta ise genelde İslâm medeniyet tarihiyle ilgili özelde de yaşadığı Endülüs tecrübesinden yola çıkarak tahliller yapması, görüş ve düşünceler beyan etmesidir.
İbn Rüşd, eserinde Eflatun’un siyaset kuramını gerektiğinde tartışır, gerektiğinde aksini ispat eder, gerektiğinde reddeder bazen de beğenerek teyit eder. İbn Rüşd’e Eflatun’dan farklı olarak ahlak ve siyaset felsefelerinde ispat/burhânı esas almıştır. Bu özelliğiyle onun siyaset felsefesi, diğer felsefelerden farklıdır. Burhân ise bir yönüyle mantıkla uyumlu olup diğer yönüyle istikra, mülahaza ve tefekküre dayalıdır. Bu nedenle İbn Rüşd, siyaset felsefesinde toplumda geçerli olan siyasî yapıyı analiz ederken burhâna dayalı söyleme dayanır.
Yine o, Eflatun’dan farklı olarak aklın dışında insanların ortaklaşa kabul ettikleri meşhur ve müsellem hükümlere dayanan cedeli/diyalektiği de reddetmiştir. İbn Rüşd’e göre ancak burhân ile yönetimin doğası ve yönetim şekilleri izah edilebilir.
En önemlisi İbn Rüşd, bu topraklar üzerinde erdemli bir kent inşa etme konusunda Eflatun’un kötümserliğine katılmamakta bu konuda, ondan ayrılmaktadır. Eflatun’dan farklı olarak İbn Rüşd’e göre ideal devletin başka tarz ve yöntemlerle inşa edilmesi pekâlâ mümkündür; Eflatun’un bu konuda önerdiği yöntem biricik yöntem değildir.
İbn Rüşd, kendi yaşadığı asırda ideal devletin olabilirliliğine inanmaktadır. Ona göre birincisi Hz. Peygamber (sav) ve Hulefâ-i Râşidin dönemi ile diğeri Murâbıtlar’ın ilk yöneticisi Yusuf b. Taşfin dönemi olmak üzere erdemli devlet en az iki defa tarih sahnesinde yaşanmıştır. Oysa Eflatun’un ideal devlet projesi henüz tarih sahnesine çıkmamış ve gelecekte kurulması düşünülen bir devlet olarak görülmektedir. İbn Rüşd, Eflatun’dan farklı olarak kendi döneminin şartlarında erdemli devletin kurulmasını sağlayacak yeni bir proje önermiştir.
İbn Rüşd’ün Telhîs’i, yapı ve terkip itibariyle Eflatun’un Devlet’inden farklıdır. Telhîs’i üç kitaptan oluşurken, Eflatun’un Devlet’i on kitaptan meydana gelmektedir. Ancak İbn Rüşd, on kitaptan oluşan Devlet’in tamamını şerh ve izah etme cihetine gitmemiştir.
Örneğin İbn Rüşd, Devlet’in birinci ile onuncu kitaplarının tamamı ile ikinci kitabın ilk yarısını bilerek şerh etmemiştir. Çünkü ona göre birinci kitapta adalet konusunda anlatılan fikirler, kesinlikten uzak diyalektik düşünceler içermektedir; konuya katacağı herhangi bir şey de söz konusu değildir. Onuncu kitap ise şiir, şair ve er efsanesini konu edinmektedir. Burada anlatılanlar, burhâna dayalı felsefî bilginin kıstaslarına uymaz. Burada zikredilen efsaneler ona göre anlamsız ve yararsızdır. Bu bölümde anlatılanlar, birinci bölümde olduğu gibi retorik ve diyalektik kabilinden sözlerdir.
Peki, İbn Rüşd Fârâbî etkileşimi konusunda neler söylersiniz?
Fârâbî’nin siyaset felsefesi alanında eser yazan ilk filozof olduğu herkesin malumudur. Dolayısıyla İbn Rüşd’ün ondan etkilenmemiş olması söz konusu değildir.
Siyaset felsefesi alanında İbn Rüşd, Fârâbî’den etkilenmiştir. Ancak siyaset felsefesi alanında ki fikirlerini onun fikirleri üzerine temellendirmekle birlikte onu aşan bir öğreti ortaya koymuştur. Fârâbî’nin öğretisi özünde nazaridir/teoriktir. Ancak Îbn Rüşd, nazarî kadar amelî olana da önem vermiştir. Bu birazda İbn Rüşd’ün filozof olduğu kadar İslâm hukukunda bir otorite olmasından kaynaklanmaktadır. O, bu kimliğiyle devlet yönetiminde uzun yıllar görevler ifa etmiştir. Bu, ona siyasetin uygulaması hakkında farklı bir bakış açısı kazandırmıştır.
Bir metni şerh etmenin İslam düşünce geleneğindeki anlamına değinelim istiyorum. Bu konu oldukça tartışmalı bir konu: Kimileri bunu bir tür taklitçilik ya da özgünlükten yoksunluk olarak ele alırken kimileri bunun çok önemli bir faaliyet olduğunu özellikle vurguluyor. Şerh etme nasıl bir etkinliktir?
Bir eseri şerh etme, İslâm düşünce tarihinde bir probleme çözüm bulma veya bir meseleyle ilgilenme noktasında en bariz ve en çok bilinen metotlardan biridir. Şerh; esas metnin ibarelerini, manalarını tespit etme, mücmel ve müphem ibareleri izah etme, bilinmeyen unsurları açıklama, eksiklikleri tamamlama, varsa tartışmalı veya hatalı yerleri tespit etme ve bunları düzeltme gibi ilmî gayelerle yapılır. Şerh, eserin bütününe dair daha geniş izahları ihtiva eden kitaplar için kullanılır.
Hasan Hanefi’ye göre bir eseri şerh etme, yalnızca bir metni yorumlamaktan ibaret değildir. Aynı zamanda bu metin sayesinde, yeni bir bakış açısıyla gerçekte yeni bir eser kaleme almak anlamına gelir. İbn Rüşd’ün Devlet’e yazdığı şerh buna en güzel örnektir. Zira bu şerhte İbn Rüşd, Eflatun’un Devlet’ini yorumlamanın ötesine geçmiş, İslâm siyasî kurumları hakkında bir felsefecinin yorumu ve eleştirileri olarak değerlendirilebilecek görüşler ileri sürmüştür.
Yine İslâm ilim geleneğinde bir eser telif etmenin amaçları vardır. Bu amaçlardan birisi ve en önemlisi de akli ve nakli ilimlere dair kitapların şerh edilmesidir. Bir eserin şerh edilmesi, eser telifinin kıymetli bir bölümünü oluşturur. Bu nedenle şerh ameliyesi bilimsel bir etkinliktir ve zihinsel olarak geniş boyutta üzerinde düşünülmesi gerekir ki, İbn Rüşd bunu yapmıştır.
Bir de kısımları var sanırım: Büyük, orta ve küçük şerhler bunlar hangi anlama geliyor?
İbn Rüşd, felsefî görüşlerini takdim ederken veya bir eseri şerh ve izah ederken daha işin başlangıcında muhatabını dikkate alarak üç tarzda şerh ve izah yapıyordu. Şöyle ki:
Birincisi; Büyük şerhler (tefsir/grand commantaire): Bu tarz yapılan şerhin diğerlerinden farklı olan tarafı İbn Rüşd’e özgü olmasıdır. Daha ileri çalışmalarla yapılan uzun yorumları içermektedir. İbn Rüşd, Aristoteles’in eserlerinin bir paragrafını aynen alıyor sonra o paragrafı yorumlayıp izah ediyor. Bu yorumlar orijinalinden daha uzun oluyordu. Böylece orijinalle yorum birbirinden açıkça ayrılmış bulunuyordu. Aristoteles’in Metafizik’ine yaptığı şerh bu kategorideki en ağır eseridir. Muhtemelen İbn Rüşd, bu yöntemi Kur’ân müfessirlerinden almıştır. Büyük şerhler daha çok mantık, fizik, psikoloji ve metafizik konularına inhisar etmekteydi.
b. Orta şerhler (telhîs/commenteri medium): Bu başlık altında İbn Rüşd, Eflatun’un Devlet’i için yaptığı şerhte olduğu gibi şerh ettiği metnin sadece ilk kelimesini alır, devamında kendisine ait olan ve olmayan fikirler arasında ayırım yapmaz. İbn Rüşd, söze ‘Eflatun diyor ki’ diye başlar fakat devamında yaptığı izahlarda hangi açıklamanın kendisine hangisinin Eflatun’a ait olduğunu söylemez. Fakat iktibas cümlesinden sonraki bölümlerin İbn Rüşd’e ait olduğu anlaşılmaktadır. Burada İbn Rüşd, doğrudan metnin içine girerek Aristoteles’in veya Eflatun’un görüşlerini, kendi gözlemlerini de katarak açıklamaktadır. Açıklamalar, İbn Rüşd’ün Ortaçağ bilim ve felsefesinin hemen hemen bütün konularını içerecek şekilde mantık, fizik, metafizik, ahlâk, siyaset ve tıp gibi alanlara yayılmış bulunmaktadır.
c. Küçük şerhler (cevâmi’) veya özetler (muhtasar): İbn Rüşd, cevâmi’ (küçük şerh) diye bilinen şerhlerinde kendi adına konuşmaktadır. Felsefi düşüncelerini bir düzen içerisinde kendine özgü bir metotla ortaya koymaktadır. Bu şekiliyle cevâmi’ gerçek anlamda Aristoteles’in kitap ve risâleleri gibi risâlelerdir. Ferruh Antuvân’a göre İbn Rüşd, bu eserlerinde şârih değil bir müelliftir. Buna örnek olarak İbn Rüşd’ün Cevâmi’ el-Mantık adlı eserini zikredebiliriz.
Herhangi bir yerde felsefenin yerini belirlemeye alışmak ya da onu aramak, varlığını baştan kabul etmekle özdeştir. Ama yine de bu noktada varlık yokluk tartışmaları özellikle İslam felsefesi söz konusu olduğunda sürüp gider. Felsefenin Yunaniliğini reddederek onun evrenselliğine vurgu yapmış olmasının bugünkü felsefe tartışmalarına katkıları nedir?
Bugünkü felsefi tartışmalara katkısından önce felsefenin menşei ile ilgili bir iki şey söylemek isterim. Felsefenin menşei, en çok tartışılan konulardan biri olmasına rağmen İslâm dünyasında sanki öteden beri bu konuda bir ön kabul söz konusudur. Batılıların bile yetirince izah edemedikleri bu tezi, bizler müsellem bir kaziye olarak kabul etmişizdir. Örneğin Alfred Weber, Felsefenin Yunan mucizesi olmadığı inancındadır. Ona göre felsefenin gelişmesi üzerinde Doğu’nun yaptığı etkiden şüphe etmek kabil değildir.
Aslında İbn Rüşd’den önce Fârâbî bu konuya değinmiştir. Ona göre Yunanlılar, felsefenin yaratıcıları değil felsefe geleneğinin sadece bir halkasıdırlar; felsefe önce ırak halkı olan keldânîler arasında ortaya çıkmış, onlardan Mısır’a ve daha sonra Yunanlılara intikal etmiştir. Ona göre bu gelenek, özel olarak kimseye ait değildir herkese aittir, evrensel bir niteliği vardır.
Gelelim günümüze katkısına; İbn Rüşd, temelde bu yaklaşımıyla yaşadığı toplumun dolayısıyla Müslümanların felsefeye karşı olan önyargılarını kırmak istemiştir. Bu önyargının kırılması, felsefi düşünceye yönelime ciddi anlamda katkı sağlayacaktır. Zira felsefe, diğer bilimsel disiplinler gibi öğrenilmesi gereken bir etkinliktir. İnsanın kendini tanıması ve hayatı anlaması konusunda bir yaşama sanatıdır.
Bu noktada onun felsefe savunusuna da değinelim istiyorum. İbn Rüşd niçin felsefeyi savunmak durumunda kalmıştır?
İbn Rüşd felsefeyi savunmuştur. Savunma gerekçesini de ünlü eseri Faslû’l-Makâl’de izah etmiştir. Ona göre felsefe yapmak her şeyden önce dini bir vecibedir. Çünkü felsefenin işi varlığı müşahede etmek ve Tanrı’ya delaleti bakımından onu değerlendirmektir.
Tanrı’nın sanatı ne kadar iyi bilinebilirse Tanrı’da o denli mükemmel bir tarzda bilinebilir. Felsefenin yaptığı şeyde bundan farklı değildir. Din ise bu meselenin bilinmesi konusunda insanları teşvik etmiştir. İbn Rüşd’e göre Kur’ân’da buna dair birçok âyet bulunmaktadır.
İlimler tasnifinde siyaset nerede durur?
İbn Rüşd, Aristoteles’de olduğu, gibi ilimleri iki ana başlık altında sınıflandırmıştır:
Bunlardan birincisi nazarîdir, amacı bilginin kendisidir.
İkincisi ise el-ilmu’l-medenidir; ahlak ve siyaset ilimlerinden meydana gelmektedir. Ahlakın gayesi, yetkinliği elde edebilmesi için bireyin hazırlanması ve yönetilmesidir. Ahlak, bir değerler felsefesinden ibarettir. İnsan fiillerinin kurallarını ve değer yargılarını ele alır. İnsanların nasıl yaşaması ve davranması gerektiğini belirlemeye çalışır. Siyasetin ise pratiğe bakan yönü vardır, eylem ile ilişkilidir; gayesi, şehri erdemli hale getirebilmek için hazırlanması ve yönetilmesidir. Bu yönüyle siyaset ve ahlak iç içedir.
Peki siyaset ve ahlak ilişkisi konusunda neler söyler?
Önce şunu belirtelim hem İslam düşüncesinin özünde hem de felsefe geleneğimizde siyaset ve ahlak her zaman birlikte düşünülmüştür. Bir anlamda her ikisi de insanın etik politik yanına, ihtiyacına cevap vermektedir. Bir anlamda etik değerleri dikkate almayan siyaset felsefesi Machiavelli’de olduğu gibi vicdansız ve kurnaz olmakla bir tutulmuştur.
İbn Rüşd’e göre ahlak olmaksızın siyaset ilmi söz konusu değildir. Ahlak ilmi siyaset ilminin temelidir. Temelsiz bir bina olmayacağı gibi ahlak ilmi olmaksızın siyaset felsefesi düşünülemez. Ahlak, siyaset ilminin teorik yönünü teşkil eder.
İbn Rüşd’ün siyaset felsefesi alanında ortaya attığı görüşlerin bu gün için değeri nedir?
İbn Rüşd, siyaset felsefesinde baskıcı ve totaliter yönetimlere karşı hukuku ve insanı merkeze alan bir yönetim tarzı önermiş, devlete adaleti egemen kılmak istemiş zulme, haksızlığa, siyasî baskıya, hürriyetin engellenmesi fikrine karşı mücadele etmiştir. Bu konuda kendi zamanındaki yöneticileri sözleriyle ve eylemleriyle cesaretle açık bir biçimde eleştirmiştir.
Kanaatimizce İbn Rüşd’ün bu yaklaşımı hala günümüz İslam dünyası için geçerliliğini korumaktadır. Dolaysıyla İbn Rüşd’den öğreneceğimiz çok şey olduğu kanaatindeyim.
SON VİDEO HABER
Haber Ara