Dolar

34,8731

Euro

36,7323

Altın

3.037,00

Bist

10.058,47

Bülent Akyürek'ten yürekli sözler

"Öğlen Namazına Nasıl Kalkılır" isimli kitabın yazarı Bülent Akyürek'e göre Müslümanlar namazdayken fabrika ayarlarına geri dönüyor, bittikten sonra ise ayar bozuluyor.

16 Yıl Önce Güncellendi

2009-10-31 18:16:00

Bülent Akyürek'ten yürekli sözler
“İçinizdeki Öküze Oha Deyin” kitabının cesur yazarı Bülent Akyürek’in yine çok okunacak ve tartışılacak olan “Öğlen Namazına Nasıl Kalkılır?” adlı son kitabı Fincan Yayınları’ndan çıktı…

Bülent Akyürek’le yazarlarımızdan Sıtkı Caney konuştu.

İşte son kitabı “Öğlen Namazına Nasıl Kalkılır?” hakkında yazarla yapılan ilk söyleşi:

Neden böyle bir kitap, “Öğlen Namazına Nasıl Kalkılır?”, yani insanlar öğlen namazına da mı kalkamıyorlar artık?

Bugünümüz dünü aratıyorsa ahir zamandayız demektir. Sabahlara kadar internetin başından ayrılmayan insanlar sabah namazını kılıp uyuyorlar, ikindiye kadar uyuyorlar, öğlen kaçmış oluyor böylece. Bir de benim kitabımda söylemek istediğim şey şu: Müslüman artık bir namazdan sonra diğerini beklemiyor. Şartlı reflekse dönüşmüş bir namaz kılma alışkanlığımız oluştu. Namazdayken fabrika ayarlarına geri dönüyor, namaz bittikten hemen sonra dünyanın kollarında cilveleşiyoruz. Bu hoş değil, ayarımız iyice bozuldu…

Bülent Akyürek zaman zaman kitaplarında ağzını bozabiliyor, yine nasibini alacak olanlar var mı acaba?

Ben, ilk otuz beş yılımı ateist olarak geçirdiğim için en başta kendime çok kızıyorum biliyorsunuz ama Yılgın Türkler ve İçinizdeki Öküze Oha Deyin (Fincan Yayınları) kitaplarımdan da biliyorsunuz, Amerika ve Batı’ya küfretmek küfür değildir. Türkiye’de birçok insan namaz kılan insanlara hakaret ederken, ben ilk kez namaz kılmayanlara hakaret ediyorum. Şifa olur inşallah.

Kitap çok sert ve tehdit dolu, korkmuyor musunuz acaba?

Ben cesur bir adam olduğumu söylemiyorum, galiba konuşurken ve yazarken korkmayı unutuyorum…

“Yılgın Türkler”, “İçinizdeki Öküze Oha Deyin” kitaplarınızda olduğu gibi yine Hz. Mevlana severleri eleştiri yağmuruna tutmuşsunuz, mesele nedir?

Hz. Mevlana ve Semazenler döner sermaye oldu. Ben bütün bunlara karşı çıkıyorum. Hz. Mevlana’nın bütün pazarlama müdürleri üstüme geliyorlar. Mevlana’yı güneş enerjili bir oyuncağa çevirdiler. Susayım mı?

Kitabın bir bölümünde namaz kılmayan insana “Bu ne cüret, bu ne terbiyesizlik?” diyorsunuz. Çok ağır değil mi sizce?

Kitabı bütün olarak okumazsak yanlış anlarız yine de o bölümde şu var: “Çocuğunuza bir sakız alan amcaya hemen teşekkür etmesini öğretiyorsunuz ama namaz kılarak Rabbinize şükretmediğiniz gibi çocuklarınıza namazı aşılamadan başkalarına teşekkür etmesini öğretiyorsunuz. Çocuklarımız nezaket sahibi bir insan olarak cehenneme giderlerse ne yapacağız? Hangisi daha önemli? Çocuk, her şeye teşekkür ettiği zaman rızkın Allah’tan geldiğini unutuyor…” Biz hatayı burada yaptık, eli sopalı hocalarımız gitti yerini tıraşlı nazik, Arapça ve Fransızca bilen, pedagoji ve kişisel gelişim okuyup iletişim manyağı olmuş hocalar aldı. İnsanları cehennemle korkutan hoca kalmadı. Herkes cennet ayetleri ve Elif Şafak okuyup rahatlıyor ama kazın ayağı öyle değil… Bu memleket sahipsiz değil.

Kitapta modern farzlara da değinmişsiniz, nedir modern farzlar acaba?

Dini görmezden gelen modern insan, inanmadıkları dinin yerine, etiği ibadetlerin yerine ise yoga, meditasyon, reiki, kişisel gelişim gibi tonlarca zırvayı getirdi. Kapitalizm, depolarındaki işe yaramaz birçok tanrı, peygamber, kitap ve malzemenin çürümesini istemez. Hacıyağı gider tütsü gelir, tesbih gider zikirmatik gelir.

Yanlış anlaşılmalar olabilir, konuyu biraz açar mısınız”? Mümkünse…

Farzları görmezden gelen modern insan gündelik yaşam biçiminde tonlarca farz yarattı. Bazılarına göz atalım isterseniz: Reklamlar, günde üç kez diş fırçalamanın öneminden dem vurarak diş fırçası, diş macunu satışlarını pompalıyor. Ben diyorum ki “Merak etmeyin, günde üç kez diş fırçalamazsanız ölmezsiniz, abartmayın, onun kazası var ama namaz kılmazsanız ahretiniz gider. Ben düzenli olarak meditasyonunu yapıp kazaya bırakmayan insanlar tanıdım ama namazını kaçıran Müslümanların sayısı oldukça fazla. Günde üç kez yemek yeme alışkanlığı farz oldu, İngilizce, bilgisayar bilmek farz… Yılda bir ay Akdeniz sahillerine gitmek, düğünde içmek, ramazanda pide yemek, yılbaşında dansöz izleyerek kafa çekmek, çocuklarımıza yaş günü düzenlemek farz… İşte ben “Modern Farzlar” diye bunlara diyorum. Modern farz ve hazlara gösterdiğimiz ciddiyeti namazlarımızda göstersek problem kalmayacak…

Türkiye’de en çok gezen ve söyleşiler yapan yazarsınız, ciddi sağlık problemlerinizin olduğunu biliyoruz, biraz dinlenmeyi düşünmüyor musunuz?

Hayır, belki de gezerken dinleniyorum. Halkın yazarıyım deyip de bir gün bile halkın arasına çıkmayan, çalışmasını da dinlenmesini de halktan uzakta yapan yazarlar gibi değilim elhamdulillah. Ben onların bırakın gitmeyi haritada bile yerini bilmedikleri yerlere protez bacaklarımla gidiyorum, hiç de üşenmiyorum.

Protez Titanyumdan yapılıyor değil mi?

Evet, cebimde üç kuruşun bile olmadığı gün aslında kalça ve bacaklarımda 150.000 TL’lik servet var.

Aman, Amerika duymasın…

Duymasını mı kaldı… Bor mor hikâye, Amerika benim bacaklarımdaki titanyumun peşinde!

Bir de Yeşil Sözlük yazarlığınız var, onca sözlük varken niçin Yeşil Sözlük’ü tercih ettiniz?

Onlar bizim çocuklar.

Bazı kitaplarınızda olduğu gibi özellikle son kitabınızda da Müslümanların korkusuz olması için çok sert metinler yazmışsınız, sizce Müslümanlar korkak mı?

İş yerinde patron korkusundan namazlarını kılamayanlar var. Tabi ki kızıyorum, azarlıyorum. Takva sahibi gerçek Müslüman, Allah yolunda ölebilmek için bahane arar, biz ayağımıza gelen fırsatları tepiyoruz. Cennet günde beş kez ayağımıza geliyor ama biz onu çiğniyoruz!

Söyleşilerinizde gencecik üniversite öğrencilerine ne yapıp edip ölümden konuşuyorsunuz, bu bilinçli bir hareket mi yoksa?

Beş yıl öncesine kadar inançsız bir insandım, bunu bilmeyen yoktur sanıyorum, çünkü bu gün olduğu gibi o zaman da fikirlerimi saklamadım. İki bacağım protez oldu ve ondan evvel dört yıl felç yaşadım. İnançsız ve felçtim. Felâket romanlarım vardı. Ben üniversite okumadım, benim fakültem felç yatarken baktığım tavandı! Demetevler’deki yoksul ve çatı katı evimizin o tavanı benim için fakülte olmaktan daha çok bir tefekkür sayfası oldu. Dört koca yıl, fukaralık ve ağrılarımla tavana bakıp düşündüm… Ölümü istiyordum, isyanım bitti, sabırla tanıştım, sonrası rüyalar filan derken hidayet nasip oldu. Neyse, ben ölümün yanından geliyorum… Gün içinde kafasında ölüm düşüncesi taşımayan adama Müslüman denmez. Ölümlü olduğumuzu bilmek bize hayatın anlamını öğretir. Ölümü unutan insan Kuran’dan uzaklaşır. Ahlâksız olur, zalim ve cani, bencil, aşağılık bir yaratık olur.



Üniversite konuşmalarınızda gençlere mezarlık ziyareti tavsiyesi yapıyor muşsunuz doğru mu?

Doğru… Gençlere “Her hafta sinemaya gideceğinize mezarlıkları ziyaret edin.” diyorum.

Biz, Müslümanlar olarak “korkuyla korku arasında” yaşamalıyız. Azıcık af ümidi doğduğunda şımarıyoruz çünkü…

Dostoyevski “Dindar biri olmasam bile, bu çağ insanının kurtuluşu dindedir diye dindarlığı, dini destekliyorum.” demişti. Bu cümleye siz de katılıyor musunuz?

İnançsız aileler çocuklarını dindarların dershanelerine göndermeye başladı çünkü çocuklarının orada sigara ve uyuşturucuya başlamayacağını anladılar. Oylarını sol partilere atıp, çocuklarını cemaat dershanelerine gönderiyorlar! Bu bizlere Müslümanların yaşam tarzlarının çok korunaklı ve tehlikesiz olduğunu göstermiyor mu? Onların bile anladığını biz niçin anlamıyoruz? Ümmetin kaybedecek tek çocuğu bile kalmadı. Bir tek Müslüman çocuk, bu dünyayı tekrar diriltebilecek donanımdadır. Bir Müslüman cihana bedeldir!

Modern ilahiyatçılar ve din adamlarının “Sevgi” diye gezindiği bir ortamda sizin konuşmalarınız ve kitaplarınız “Korku”yu öngörüyor. Bu riskli bir şey değil mi?

Son kitabım “Öğlen Namazına Nasıl Kalkılır?”ın karın ağrısı şudur: Ne yani cehennem olmasaydı Allah’a inanmayacak mıydık? Peygamber efendimiz cennetle müjdelendiği halde ibadetlerini “Evet cennetle müjdelendim, Rabbime daha fazla şükretmeyeyim mi?” diyerek aksatmamıştır. Başkasının bir hatasını ölene dek bağışlamayan insanoğlu sıra kendisine gelince Allah tarafından hemen bağışlanacağı duygusuna kapılarak gevşiyor. Tövbe farzdır. Tövbe kurtuluştur. Kaliteli bir tövbeyle affedilmeyecek suç yoktur bunu biliriz fakat kaliteli tövbe demek o suçla mezara kadar gözyaşı dökmek, ibadet etmek, korunmak değil midir? Tövbe etmek, başımız sıkışınca bir cümle kurmak mı? Hayır…

“Öğlen Namazına Nasıl Kalkılır?” kitabında “Zekât pintiler içindir.” demişsiniz, bir parça değinsek fena olmaz değil mi?

Kuran’da namazdan sonra ikinci önemli sırayı “zekât” alıyor ama biz ona hiç önem vermiyoruz. Malımızın kırkta biri nedir ki? Bir hiç! Bugün bir İskoç’a bile elindekinin kırkta birini ver desek verir diye tahmin ediyorum.

Zekât sadece para mıdır?

Paranın zekâtı parayla verilir. Sağlığın, bilginin, mutluluğun her şeyin zekâtı vardır. Bilginin zekâtı paylaşmaktır. Zekât, bizde fazla olanı başkasıyla paylaşmaktır. Gözümüzün zekâtı bir körü karşıya geçirmektir. Köre para verince kendisi karşıya geçemez çünkü. Aşk acısıyla yanıp tutuşan bir divane parayı ne yapsın? Aşığa en büyük yardım onunla birlikte ağlayıp dövünmektir. Gelin ve damada zekât olarak göbek atarız. Cenazede ağlarız… Bizler, zekâtı bağlamından koparıp elimize hesap makinesi alarak hesaplıyoruz. Zekât, hikmetten uzak biçimde hesap makinesiyle belirlenip ödenirse “Stopaj Vergisi”ne dönüşür. Yine de her şeyin doğrusunu Allah bilir…

“İçinizdeki Öküze Oha Deyin”, “Yılgın Türkler” kitaplarınızdaki Doğu-Batı ayrımının ayrıntılarını yeni kitabınızda da devam ettirmişsiniz? Bizim hiç mi benzer yanımız yok?

Vibratörü icat eden bir medeniyetle kuş yuvasını icat eden bir medeniyet nasıl birbirine benzesin?

Kitapta, namaz için devletin de sorumlulukları olmalıdır derken neyi kastediyorsunuz?

Devletin görevlerinden birisi de bireylerin emniyetini sağlamaksa namazı özendirmesi gerekiyor çünkü ben namaz kılan bir toplumda daha emniyet içinde yaşayacağıma inanıyorum.

Kitapta Bir turistin Cuma günü Türkiye’de neler hissedeceğini bile yazmışsınız, Cuma namazıyla mı alakalı?

Evet, Cuma namazları karnavala dönüşüyor. Turistler, Türklerin Cuma günleri “Oluklu Mukavva ve Strafor Bayramı” yaptığını sanıyorlar. “Yav, onlar bizim işgüzarlar, beş vakit namazı kılmayıp haftada bir camiye koşanlar” diyemiyoruz.

Peki, ne zaman adam oluruz?

Marş okununca nefes almadan, kıpırdamadan kılıç gibi duran insanlar kadar, Kâbe denince dizleri titreyen adamlar olabildiğimiz gün ümit var demektir, aksi halde Allah’ın rahmetine sığınıp bekleyeceğiz ama işimiz çok zor o zaman…

Son br soru, Fincan Yayınları’ndan şu ana kadar hangi kitaplarınız yeniden yayınlandı?

Teşekkür ediyorum, hiç sormayacaksınız sandım. Fincan Yayınları’ndan şu ana kadar Yılgın Türkler (Cepboy), İçinizdeki Öküze Oha Deyin (Cepboy,) Cinnetim Cennetimdir (Roman), İtin Biri (Roman) yayınlandı, sırada Yağmur Getiren Fırtına (Roman) var… Biliyorsunuz bu romanlarım uzun zamandır piyasada yoktu ve sürekli soruluyordu. Şimdi okuyucusuyla tekrar buluşacaklar, ben de en az onlar kadar heyecanlıyım.
SON VİDEO HABER

Kassam, İsrail askerlerini araçlarıyla birlikte imha etti

Haber Ara