Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Uluslararası Hukuk ve Terörizm Konferansı

Yeni Devir Hukukçular Derneği tarafından Uluslararası Hukuk ve Terörizm Konferansı düzenleniyor..

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-10-08 23:30:00

Uluslararası Hukuk ve Terörizm Konferansı
Dernek tarafından yapılan açıklama şu şekildedir;

Fert ve cemiyet sayısınca siyaset yapma tarzı vardır, denilebilir.

Mesele; hangi siyaset yapma tarzının câri hâle geleceğidir.

Bir siyaset yapma tarzını mahallî olmaktan kurtarıp alemşümûl hâle getiren; ahlâk, hukuk, hürriyet ve alâkalı mevzulara dair sahip olduğu fikir hamûlesidir.

Müesses nizâm; işte bu fikir hamûlesine nispetle iyi, doğru ve güzele cevap verir, soru ve sorunlara çözüm üretir, hukukunu tatbik eder.

‘Hukuku tatbik etmek’e içkin olan iki mefhum vardır: ‘Güç’ ve ‘cebir’.

‘Güç’e ve ‘cebir’e mânâ ve mahiyet kazandıran; hukukun üzerinde yükseldiği ahlâkî zemindir.

Hukuk; bu ahlâkî zeminde pıhtılaşır.

Devlet; bu zeminde pıhtılaşan hukuku yürütür. Yürütürken de icabında cebir kullanır.

Mutlak bir iyi, doğru ve güzele nispetle beliren ahlâkî zemin, kendini devletlik çapta ortaya koyamadığı her vakit; hukuk, şiddet ve işgali meşrulaştıran bir şey hâline gelir.

Her şeyin zemini olan ahlâk ise bir tercihtir...

Tercih edilen ahlâkın; ‘en yüksek iyi’yle bir ünsiyeti yoksa şayet, orada ‘yok kanun, yap kanun’ anlayışı egemendir.

Bu anlayışın egemen olduğu yerde de çarpık güç telâkkilerinin belirmesi, fütursuzca cebrin kullanılması, devlet başta olmak üzere hemen her şeyin belirleyeninin ‘şiddet’ olması kaçınılmaz sondur.

Bu anlayışa güzel bir misâl;
“Biz Romalılar, kılıçla hâlledemediğimiz mevzuları hukukla hâllederiz.”

Bu kafa yapısının hâkim olduğu her yerde işgal ve katliamlar, hukuk adına ve son derece ‘hukukî’ gerekçelerle gerçekleştirilmektedir.

En son yarım asrın meşrulaştırıcı unsuru; ‘Uluslararası toplumun en üst hukuk normu’ olarak nitelendirilen Birleşmiş Milletler Sözleşmesi olmuştur.

‘Uluslararası toplum’dan kastedilen; ‘en ziyâdeye mahzar devletler’dir.

‘En üst hukuk normu’ndan kastedilen ise; güçlü olanı haklı kılan sözleşmelerdir.
Herkesin eşit ve fakat birilerinin daha eşit olduğu, güçlü olanların haklı kılındığı bir vasatta, ihlâli hâlinde ne gibi bir yaptırımın olduğunun belirtilmediği bir anlaşmaya istinaden, kimyevî silahların varolması şüphesini uyandırdığı gerekçesiyle ‘uluslararası toplum’un güçleri tarafından bir ülke (=Irak) 18 yıl boyunca işgal edilir.

Neticede 5 milyon insan ölür.

Aynı ülkenin, işgal edilmesinden 10-12 yıl önce İran’ın hardal gazı saldırısına maruz kaldığını, bu durum karşısında aynı ‘uluslararası toplum’un BM üyesi olan Irak’a niçin sahip çıkmadığını hukukun haysiyet kazanması adına sormak durumundayız.

Dış yüzden bakıldığında Körfez saldırısı son derece ‘hukukî’dir aslında…

Zira ‘uluslararası toplumun en üst hukuk normu’na göre bir BM üyesi başka bir ülkeyi işgal ederse ‘uluslararası toplum’, duruma askerî olarak da müdahale edebilir. Bu müdahale, toprak işgaline kadar bile varabilir.

Şimdi;
Irak, BM üyesiydi… Başka bir ülkeyi işgal etmişti... Kuveyt, ‘uluslar arası toplum’dan yardım istemişti... Ve son derece ‘meşru’ ve ‘hukukî’ olan yardım, askerî olarak gecikmeden gelmişti.

‘Savaşların anası’ olarak tavsif edilen II. Körfez Savaşı’nda da hukuk aynı seyirde devam etmeli ve hâdiseler şöyle gelişmeliydi:

Irak, BM üyesi bir devletti...

Bu devletin kimyasal silah geliştirdiği şüphesi vardı…

Irak, ‘uluslararası toplum’un şüphesini gidermek adına, kapılarını denetimcilere açmış, ülkede herhangi bir kimyasal silah bulgusuna rastlanmamış, bu husus, raporlarda da belirtilmişti…

Buna rağmen Amerika, içine birçok şerhler düşerek en son imzaladığı ve zaten ihlâli hâlinde müeyyidesinin ne olduğunun belirtilmediği bir sözleşmeye istinaden ve BM’nin izni olmadan Irak’ı işgal etmişti...

BM Barış Gücü, BM üyesi olan Irak’ın işgali karşısında derhal toplanmalı ve ‘uluslararası toplumun en üst hukuk normu’nun esasları gereğince, gerek işgal edilen topraklar olan Irak’ta ve gerekse Amerika’da Amerika’ya müdahale etmeliydi…

Ama olmadı.

Hukuk, hak ihlâlinin bizatihî kendisi oldu.

İşin bu noktasında, yine hukukun haysiyet kazanması adına, şu basit soruyu sormak durumundayız:

BM, niçin BM üyesi olduğu hâlde işgale uğrayan Irak’a ‘uluslararası toplumun en üst hukuk normu’ adına sahip çıkmadı?

En başa dönüyoruz:
‘Fert ve cemiyet sayısınca siyaset yapma tarzı vardır! Mesele; hangi siyaset yapma tarzının câri hâle geleceğidir!’

Bu doğruyu başa alır ve hâdiseleri bu doğruya nispetle değerlendirirsek cevaplanması gereken sorular kendiliğinden belirir:

1- Niçin benim değil de onların aklı?
2- Niçin benim değil de onların siyaset yapma tarzı câri ve hâkim?
3- Niçin hukuk benim değil de onların ahlâk ve kafa yapılarına göre şekilleniyor?
4- Niçin ben kan, nefret ve gözyaşı ile malûl olan onların hukukuna tâbi olup, işgalleri görünmez kılayım ki?
5- Niçin benim, aklımın, ahlâkımın, hukukumun, siyaset yapma tarzımın ve bütün bunların toplamı olan devletlik çapta bir sistem teklifim yok? Varsa nerede?

Bu vb. hayatî suâllerin cevapları; toplam hâlinde bir ‘hayat tarzı’nı işaret eder.
‘Mevcut hayat tarzı, yaşanması gereken midir? Yoksa yaşamaya mecbur bırakıldığımız bir hayat tarzı mıdır? Ve uluslararası hukuk bu hayatî
meselenin neresindedir?’ suâllerine Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan KÖNİ ile birlikte cevap arayacağız.

Herkesi bekleriz…

Av. Ali Rıza YAMAN
Yeni Devir Hukukçular Derneği Başkanı



Tarih: 11 Ekim Pazar 2009 Saat: 16.00
Yer: Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi
İstiklâl Cad. Tünel, Beyoğlu/ İstanbul.
[email protected]
SON VİDEO HABER

İstanbul2da 4 katlı otelde yangın

Haber Ara