Kırmızı Minare'den Kudüs'e bir bakış
Kudüs her zaman olduğu gibi gündemin yine en üst başlıkları arasında yer alıyor. Mahmud Abbas ile ilgili iddilaar gözleri bir kez daha Hamas'a çevririken, bu örgütün eski resmi sözcüsü de Hamas ruhunu anlattı.
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-10-08 14:19:00
Güney Afrikalı Yahudi kökenli yargıç Richard Goldstone’un hazırladığı Gazze raporunun 1 Ekim’de BM İnsan Hakları Konseyi’nde oylanmasının ertelenmesi, savaş suçuyla itham edilen İsrail’den önce Filistin Özerk Yönetimi lideri Mahmud Abbas’ı vurdu. İsrail'in sızdırdığı ses kayıtlarına göre Abbas'ın Hamas'ı bitirmek için saldırıların devamını istediği idida ediliyor. İddia ürpertici. Ama İsrail kayıtlarınına itibar edilip edilmemesi de ayrı bir konu.
Hamas, nedir, nasıl doğmuştur, ne yapmak istemiştir? Hamas eski resmi sözcüsü İbrahim Guşe'nin hatıraları bu konuya birinci elden ışık tutuyor. Hamas ruhunu daha iyi anlamak ve bu örgütün o topraklardaki direnişini anlamak için Mana yayınlarından neşredilen Kırmızı Minare adlı kitap oldukça yararlı. Kitap, sadece İbrahim Guşe’nin soyut bir hayat hikayesi değil; aynı zamanda Filistin ve Ürdün İhvanı’nın 50 yıllık tecrübesinin canlı tanıklığı.
1991-1999 yılları arasında Hamas’ın resmi sözcülüğünü yapan İ.Guşe’nin bu hatıratı, zengin bir döküman ve ilk kez yayınlanacak bilgiler sunmaktadır. Zira o, Hamas’ın özellikle kuruluşunu takiben ilk 12 yılda aldığı siyasi kararlarda rol almış birisi.
Peki, neler anlatıyor ve onun anlattıkları insanda ne hisler uyandırıyor. Bu soruya da Av. Sibel Eraslan'ın geçtiğimiz günlerde kaleme aldığı bir köşe şazısında yer alan satırlar en güzel cevabı veriyor dişe düşünüyoruz. Kırmızı minare: İbrahim Goşe... başlıklı yazısında Vakit yazarı Sibel Eraslan kitap hakkında şunları yazıyordu.
"İnsanlığın ilk kıblesi, peygamberler tarihinin doğal ve seçilmiş kutlu beldesi…
İlahi varedişin, Rabbani nazargahı Kudüs…
Kudüs’le ilgili pek çok siyasi toplantıya katıldım. Pek çok gösteri, hukuk mücadelesi, imza kampanyası, fotoğraf sergisi, tanık dinletisi, yardım kampanyası, sayısız hukuk başvurusu, basın toplantısı…
Sadece Müslümanlarla değil…
Hristiyan, Musevi, Budist, hukukçu, insan hakları aktivisti, sporcu, aktrist, müzisyen, feminist, mimar, rengarenk, her cinsten düşünceye sahip insanlarla tanışarak, konuşarak, dertleşerek ve çare arayarak…
İbrahim Goşe’nin, Mana Yayınları’ndan yeni çıkan kitabı “Kırmızı Minare” adlı kitabınıysa, kütüphanemin görünür ve benim için özel bir yerine koydum. Çünkü bu kitabı, dışarıdan bakıldığında salt siyasal bir davanın sözcüsü gibi duran bu kitabı… Okudukça, aynı zamanda edebi bir eserle karşı karşıya kaldığımı da gördüm. 1936 yılının Ramazan günü Kudüs’te dünyaya gelmiş Goşe, vatanına hasret şiiri gibi kaleme aldığı özyaşam öyküsünü, o kadar duru ve içten bir şekilde kaleme almış ki…
Onun hayatı mı Kudüs’ün hayatı mı ayırt edemedim… Bu kadar çok küçük ayrıntıyı nasıl hatırlıyor? Doğduğu sokağı, çocukluk arkadaşlarını, çocukken meşhur olan yedi taş oyununu, boyu kısa olduğu için o zamanlar dünyanın en yüksek yeridir zannettiği Kırmızı Minareli Camii’yi, evlerden taşırdıkları hamurları götürüp ekmek pişirdikleri fırınları, fırınların olduğu sokakların mis gibi ekmek koktuğunu, bir ara işgal sırasında İngiliz karakolu olan, ardından da mücahitlerin eline geçip karargah olan ilkokulunu, çatıların birbirine değecek gibi olduğu o dar sokakları, sağa ve sola döndüğünde o küçük boyuyla nereleri gördüğüne kadar, hemen her ayrıntıyı…
Bir çiçek dürbününden bakar gibi, anlatmış anlatmış…
İbrahim Goşe yeryüzünde, 73. Ramazanı gördü…
Kudüs ise bu 73 Ramazan boyunca hep kan ağladı, kan ağladı…
Filistin beyaz ve kırmızı taşları ile meşhurmuş…
İçimden bir kırmızı bir beyaz, bir kırmızı bir beyaz, vitray parçaları kopuyor Goşe’nin Kudüs’ünü okurken…
Sonra o vitraylardan, yani kırık kızıl ve ak taşlardan, yüksekçe bir ağaç kuruluyor…
Az evvel bellekten bilince giden yoldan söz etmiştim…
Goşe’nin çocukluk belleğinden kopan her bir taş parçası, kah kızıl bir lale gibi kanayarak, kah ak bir güvercin kanadı gibi çırpınarak…
Bilince giden yolu örüyor…
Goşe’nin hatıratı kişisellikten çıkıp, tohumdan ağaca yürüyor…
Hem nasıl bir ağaç? Kökü derinlerde, gövdesi sağlam ve dalları göğe doğru meyvelerle yüklü olarak anlatır ya Kitapların annesi “güzel söz”ü…
İşte öylesine “güzel bir söz”…
Kitabın içinde 1918’den sonrasında önce İngilizlerin ardından Yahudilerin işgali altında peyderpey kesile kesile doğranarak bugüne gelmiş Filistin’in öyküsünü okuyorsunuz…
4 Eylül 1997 günü Goşe için Ürdün’den başlayıp bir ucu Bangkok ve Yemen’e kadar uzanan uzun bir gözaltı ve mahkumiyet günleri başlar…
Onun tutuklandığı gün, uluslar arası bir sempozyum için Ürdün’deydim. Filistin direnişçilerinden Dr.Rantisi’yi destekleyen açıklamalarından dolayı gözaltına alındığı için, daha doğrusu gözaltı da değil, çünkü bir hafta kadar nerede olduğu bilinmiyordu, “kayıp” edilmişti. Kaybolmasaydı kendisini ziyaret edecektim, nasip değilmiş, onun yerine Halid Meşal isimli genç temsilciyle tanışmak nasip olmuştu. O zaman saçları simsiyahtı, bu kadar kısa zamanda nasıl ağardı Halid’in saçları inanmak zor…
Ben ayrıldıktan çok kısa bir süre sonra Meşal de İsrail istihbaratının suikastına uğradı, Allah’tan hayatta kaldı. Goşe’den uzun zaman haber alınamamıştı. Halbuki Ürdün’de ve Ortadoğu’daki çeşitli projelerde ciddi işlere imza atmış, başarılı bir mühendisti Goşe. Ama Filistinliydi ve Filistin’de yaşanan insanlık dramına dünyanın dikkatini çekmeyi başarmış bir sözcüydü…
Onun arkadaşları 2004 yılında arka arkaya şehit edildiler, Şeyh Ahmet Yasin ki tekerlekli sandalyede oturan ihtiyar bir öğretmendi, İsrail’in ondan niçin bu kadar çok korktuğunu, onu oturduğu sandalyede bir namaz çıkışı roketlerle imha edecek kadar ürktüğünü anlamak çok kolay değil…
Demek ki bu aksaçlı ve konuşurken espriler yapmayı da asla ihmal etmeyen sevimli ihtiyarın bizim göremediğimiz başka bir azameti, devasa bir cüssesi, zalimleri tedirgin edici bir başka cephesi varmış…
Ondan sadece on yedi gün sonra çocuk hastalıkları uzmanı olan doktor Rantisi de şehit edilecekti…
O da kendisini fakir ve kimsesiz çocuklara adamış yufka yürekli bir hekimdi, arkasından en çok çocuklar ağlamışlardı. İsrail’in korku ve nefret hezeyanlarını anlayabilmek çok kolay değil…
Hz. Zekeriyya’ya, Hz.Meryem’e, Hz. Yahya’ya ve Hz. İsa’ya da niçin öyle davrandıklarını anlayabilmenin imkansız olduğu gibi…
Kırmızı Minare’yi henüz hayatta olan bir tanığın anekdotları olarak okuyabileceğiniz gibi…
Hayat-memat arasında salınan bir sarkaca asılı kalmış, kalbi hızla atan gerçek bir edebiyat eseri olarak da okuyabilirsiniz…
Belki İbrahim Goşe’yi dünya gözüyle göremedim, ama bir gün ahirette de olsa görüşebileceğimizi ve bana yedi taş oyununu öğretip öğretemeyeceğini soracağımı umut ediyorum. Öğretir mi dersiniz?"
SON VİDEO HABER
Haber Ara