Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

'Yaşar Nuri demagojinin dibini buldu'

Prof. Dr. Salim Öğüt, Yaşar Nuri Öztürk'ün son kitabı "Ebu Hanife"yi Timetürk için değerlendirdi. Öğüt'e göre Öztürk tarihi saptıran bir polemikçi... İşte o değerlendirme

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-09-15 03:30:00

'Yaşar Nuri  demagojinin dibini buldu'
Haber Merkezi/ TIMETURK

Prof. Dr. Salim Öğüt, Yaşar Nuri Öztürk'ün son kitabı "Ebu Hanife"yi Timetürk için değerlendirdi. Öğüt'e göre Öztürk tarihi saptıran bir polemikçi.

Öğüt, Çorum Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde İslam Hukuku profesörü olarak görev yapmakta. Öğüt'ün Yaşar Nuri Öztürk'ün tezlerine cevap olarak yazdığı eserinin adı ise "Modern Bir Din Projesinin Tenkidi; "Allah İle Aldatmak" (Nun Yayıncılık)

Daha önce de Ankara Üniversitesi İlahiyat'tan Prof.Dr. İlhami Güler'den Yaşar Nuri'nin Allah ile Aldatmak kitabına ilginç bir değerlendirme gelmişti. Güler, Yaşar Nuri'yi çağdaş haricilik yapmakla suçlamıştı.


DEMAGOJİNİN DİBİNİ BULAN BİR ESER: EBU HANİFE

Prof. Dr. Salim Öğüt

Mustafa Kemal’in Saltanat’a ve Padişah’a bağlılığını söylemek ne kadar isabetli ise Hz. Muhammed’e ve İslam’a bağlılığını söylemek de o kadar isabetlidir.



Bir haftada 5 baskı yapmasa ve toplumda bu kadar sansasyona sebep olmasa üzerinde tek kelime konuşmayı hak etmeyecek bir eser yayınlandı: Arapçılığa Karşı Aklın Öncüsü Ebu Hanife.

Yazar Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, bu çalışmasında da kendisini tanıyanları şaşırtmadı ve asıl karakteri kışkırtma ve demagoji olan üslubunda zirveyi buldu. Bu çirkin üslubun sonucunda kendisi gibi düşünmeyenlerin cevap vermesini engellemek için her cümleyi bir bubi tuzağına dönüştürmeyi hakkıyla başardı. Kitap çapında eleştirisini en kısa zamanda yayınlayacağımız bu eserin arka kapağından yalnızca bir cümle alacak ve kışkırtma, tuzak kurma ve demagojinin ustalıkla nasıl harmanlanabildiğini anlamaya çalışacağız.

Öztürk bu cümlede diyor ki:

“Bugünkü İslam dünyasının ve Türkiye'nin kaderi bu teslisin yarattığı savaş mihverinde belirleniyor. Ya Kelime-i Şehadet Düşmanlarının emperyalist teslisi kazanacak yahut da Hazret-i Muhammed-İmamı Azam-Mustafa Kemal üçlüsünün antiemperyalist birliği.”

En başta bu üçlüyü tanıyan herkesi sonuna kadar kışkırtan bir bulamaçla karşı karşıya bırakılıyoruz. Böyle bir üçlemeye ne dindar insanlar, ne de gerçek Atatürkçüler razı olurlar. Çünkü bu tesbit bugüne kadar bilinen ve çok az bir bölümünü aşağıda nakledeceğimiz bütün bilgileri dinamitlemektedir. Ancak Yazarın tutumu kadar beni şaşırtan bir diğer durum da Çağdaş Yaşamcıların ve Atatürkçü Düşünce Derneklerinin derin ve sürekli sükutudur. Çünkü Ötürk’ün bu konudaki sicili kabarık olduğu halde konunun asıl sahipleri tarafından hiçbir itiraz sesi yükselmemektedir. Korkarım ki onlar Öztürk’ün bu tür yazılanlarının gerçekliğiyle ilgilenmekten çok, tuzak boyutuyla ilgilenmekte ve dini hassasiyeti yüksek insanları deşifre etmek için kurulmuş bu tuzağın sonuçlarına kilitlenmiş durumdadırlar.
Bu cümlenin tuzak boyutunu görmek içinse şu hususu bilmek yeterlidir:

31 Temmuz 1951'de yürürlüğe giren 5816 Sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanunun ilk maddesi "Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Taraf gazetesi yazarlarından Ayşe Hür Bu kanunun kurbanları hakkında küçük bir araştırma sunduğu yazısında diyor ki:
Bu kanunun ilk kurbanlarından biri, Milli Mücadele kahramanlarından merhum Kazım Karabekir’in İstiklal Harbimiz kitabını 1960’da tekrar yayınlayan Tahsin Demiray’dı. Demiray 15 aya mahkûm olmuştu.

Büyük Doğu hareketinin lideri, İslamcı şair Necip Fazıl Kısakürek 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra 1,5 yıl hapse mahkûm oldu ve genel aftan sadece kendisi istisna edildiği için Aralık 1961’e kadar hapis yattı.

İslamcı tarihçi Kadir Mısırlıoğlu, Lozan Zafer mi, Hezimet mi? adlı kitabının 1970’deki genişletilmiş ikinci baskısı yüzünden yargılandı ancak dava 1974 genel affı dolayısıyla düştü.

Yakın tarihlere gelince; Milli Gazete yazarı Hakan Albayrak 2000’de yazdığı “Bir Cenaze Namazı' başlıklı yazısında Atatürk’ün cenaze namazının kılınmadığını öne sürdüğü için 15 ay hapse mahkûm oldu.

Aykırı Yayınları’nın sahibi Seyfi Öngider, İki Şehrin Hikayesi/Ankara-İstanbul Çatışması adlı kitabından, Aram Yayıncılığın sahibi Fatih Taş, John Tirman’ın Savaş Ganimetleri: Amerikan Silah Ticaretinin İnsani Bedeli kitabından, Belge Yayıncılığın sahibi Ragıp Zarakolu, George Jerjian’ın Gerçek Bizi Özgür Kılacak: Ermeni ve Türk Barışması adlı kitabından, yazar İpek Çalışlar Latife Hanım kitabından, Hürriyet Gazetesi’nin Sorumlu Müdürü Necdet Tatlıcan, İpek Çalışlar’la yapılan röportajdan, Gaziantep’te yayınlanan Çoban Ateşi gazetesi yazarı Berkant Çoşkun ve yazı işleri müdürü Yasin Yetişgen “Anne beni askere yollama” başlıklı yazıdan dolayı yargılanıyorlar.

Çevirmenler Lütfi Taylan Tosun ve Aysel Yıldırım, Özgür-Der Çocuk Kulübü yöneticilerinden Zehra Çomaklı Türkmen ve Bianet yazarı Ertuğrul Kürkçüoğlu da kovuşturmalık oldular.

Gazi Üniversitesi’nden Prof. Atilla Yayla’nın, bir panelde ‘bu adam’ diyerek Atatürk’e ‘alenen hakaret ettiği’ gerekçesiyle 1 yıl 3 ay hapse mahkûm edilmesi ayıbı, ‘türban/başörtüsü’ tartışmaları sırasında gözden kaçtı.” (Ayşe Hür, Taraf, 30. 08. 2009)

Hukukun böyle yapılandığı ve uygulandığı bir konuda Öztürk’ün kurduğu bu cümleler muarızlarını tuzağa düşürme haysiyetsizliğinden başka hiçbir anlam ifade etmez.
Demagojik boyuta gelince:

Mustafa Kemal’in İslam’la ilişkisini kurmaya çalışanlar sadece şu iki gruptur:

1- İtilip kakılmaktan yorgun düşmüş, buna rağmen hala devlet karşısındaki konumunu ve pozisyonunu meşrulaştıramadığına inanmış gariban takımı.

2- Mustafa Kemal ile dindar halk arasındaki mesafeyi biraz daha kısaltmayı amaçlayan bazı Kemalistler.


Meselenin aslına gelince, başta Atatürkçüler olmak üzere bu konuda az çok bilgi sahibi olan herkesin kesin bir biçimde bildiği üzere Atatürk’ün İslam ile ilgisi Saltanat makamı ile ilgisi kadardır. Ve aynı zaman dilimi ile sınırlıdır. Bu durum ise İstiklal savaşının sürdüğü ve TBMM’nin açıldığı yıllardır. Meclis açıldıktan çok kosa bir süre sonra Mustafa Kemal Saltanat’a ve Padişah’a karşı nasıl bir tavır belirlemişse, İslam Dini’ne ve O’nun Peygamber’i Hz. Muhammed’e (sav) karşı da aynı tavrı koymuştur. Aşağıda bu hususta birkaç örmek vermek istiyorum:

“CHP iktidarının 1931 yılında İstanbul Devlet Matbaası'nda bastırdığı, bütün orta okullarımızda ve liselerimizde 1950 yılına kadar okuttuğu dört ciltlik bir tarih kitabı var. Bu kitap, 9 CHP milletvekili tarafından hazırlanmış. Bu 9 kişiden biri olan Prof. Şemsettin Günaltay CHP'nin 1949-1950 yıllarında Başbakanlık koltuğuna oturttuğu kişidir. Bahsedilen tarih kitabının 2. cildinin 89. sayfasında aynen şunlar yazılı: 'Muhammed, 40 yaşına geldiği zaman vatandaşlarını, kendinin bulduğu ve doğru olduğuna inandığı yeni bir dine davete başladı. Bu tarih kitabının 90. sayfasında deniliyor ki: 'Muhammed'in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur'an denir. O, Araplar'ın ahlak ve adetlerinin pek fena ve pek iptidai ve ıslaha muhtaç olduğunu anlamış, bunları ıslah için tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur!'

Tarih kitabının 91. sayfasında deniliyor ki:

'Cinler, güya kâhinlere kayıptan haber vermek kudretini ilham ederlerdi. Bu nevi itikatlar Arabistan'da her zaman o kadar canlı ve derin olmuştur ki, Muhammed dahi cinlerin vücuduna samimi olarak inanmıştır' Kur'an ile bağdaşmaz
Edirne Saylavı (Milletvekili) Şeref Aykut'un 1936 yılında, İstanbul'da, Muallim Ahmet Halit Kitabevi'nde bastırdığı bir kitap var. İsmi: KEMALİZM! Şeref Aykut bu kitabında Kemalizm'in: 'Bütün dinlerin üstünde yalnız yaşamak dinini aşılayan ve bütün prensiplerini ekonomik temeller üzerine kuran yeni bir din olduğunu' ileri sürüyor.

Ve değerli ilim adamlarımızdan Prof. Dr. Orhan Türkdoğan 1999 tarihli, 450 sayfalı KEMALİST SİSTEM isimli kitabının 320-321 sayfalarında diyor ki: 'Kemalist sistem, dini devreden çıkarmakta, yerine millet kavramını koymaktadır!'
(Yavuz Bülent Bakiler, 27. 04. 2004, Tercüman)

TARAF gazetesi’nden Neşe Düzel’, Boğaziçi Üniversitesinden Zafer Toprak’a soruyor: 10 Kasım, 2008."

Atatürk’ün daha jakoben ve katı laik olan Fransız sistemini mi istiyordu?

Zafer Toprak Cevap veriyor:

Evet. Ben daha doğrusunu söyleyeyim size. Cumhuriyet Türkiyesi, Fransa’daki Üçüncü Cumhuriyet’in bir tür replikasıdır. Cumhuriyet Türkiyesi’nin düşünce dağarcığı tamamen Üçüncü Cumhuriyet’tir.

1 Kasım 1937... Türkiye Büyük Millet Meclisi 5. dönem 3. yasama yılı konuşmasında Mustafa Kemal’in şunları söylediği bilinmektedir:

“Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz.”

Kazım Karabekir Paşa’nın “Paşaların Kavgası” adıyla yayınlanan hatıratında naklettiği şu ibretlik hadise de artık internet sitelerine kadar düşmüş ve kolayca ulaşılacak bir bilgi haline gelmiştir:

“…Bana Şeriye Vekili Konya Mebusu Hoca Vehbi Efendi vesair sözüne inandığım bazı zatlar şu malumatı vermişlerdi:
“Gazi Kuran-ı Kerim'i bazı İslamlık aleyhtarı zübbelere tercüme ettirmek arzusundadır. Sonra da Kuran'ı Arapça okunmasını, namazda bile yasaklayarak bu tercümeyi okutacak..! Ve o zübbelerle işi alaya boğarak güya Kuran'ı da, İslam'lığı da kaldıracaktır.

Etrafındaki böyle bir muhit kendisini bu tehlikeli yola sürüklüyor. Bazı yeni kişilerden söz ettikleri gibi, bu akşam da bu fikre ayak uyduran bazı kimseler görünce, bu tehlikeli yolu önlemek için Mustafa Kemal Paşa'ya şöyle cevap verdim:

"Devlet Reisi sıfatıyla din işlerini kurcalamaklığınızın içerde ve dışardaki tesirleri çok zararımıza olur. İşi alakadar makamlara bırakmalı. Fakat rastgele şunun bunun içinden çıkabileceği basit bir iş olmadığı gibi, kötü politika zihniyetinin de işi karıştırabileceği gözönünde tutularak, içlerinde Arapçaya ve dini bilgilere de hakkıyla vakıf değerli şahsiyetlerin de yüksek ilim adamlarımızdan mürekkep bir heyet toplanmalı ve bunların kararına göre tefsir mi, tercüme mi yapmak muvafıktır, ona göre bunları harekete geçirmelidir.

“Din adamlarına ne lüzum var, dinlerin tarihi malumdur, doğrudan doğruya tercüme edivermeli..!” gibi bazı hoşa gider gibi bir fikir ortaya atılınca buna karşı:
“Müstemlekeleri İslam halkıyla dolu olan büyük milletler kendi siyasi çıkarlarına göre Kuran'ı dillerine tercüme ettirmişlerdir. İslam dinine ve Arapça diline hakkıyla vakıf kimselerin bulunmayacağı herhangi bir heyet, tercümeyi mesela Fransızca'sından da yapabilir. ( Bir müddet sonra böyle bir tercüme de ortaya yayıldı. Bir müddet sonra da bazı camilerde bu Türkçe tercümeden mukabele okutuldu ise de, iş ancak ezanın Türkçe olması şeklinde kalabildi). “Fakat bence, burada Maarif programımızı tespit için toplanmış bulunan bu yüksek heyetten, vicdani olan din bahsinden değil, müsbet ilim cephesinden istifade hayırlı olur. Kuran'ın yapılmış tefsirleri var, lazımsa yenisini de yaparlar. Devlet otoritesini bu yolda yıpratmaktansa, Milli kalkınmaya hasretmek daha hayırlı olur," dedim.

Mustafa Kemal Paşa beyanatıma karşı hiddetle bütün içini ortaya döktü:

“Evet Karabekir, Arapoğlu'nun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kuran'ı Türkçe'ye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım, ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler..”

İşin bir heyet-i ilmiye huzurunda berbat bir şekle döndüğünü gören Hamdullah Suphi ve Ruşen Eşref beyler :
“Paşam çay hazır, herkes sofrada sizi bekliyor” diyerek bahsi kapatabildiler. Bizler de hususi masadan kalkarak sofraya oturduk. Ve yedik-içtik. Fakat heyet-i ilmiyenin bütün azası üzgün görünüyordu. Şüphe yok ki, yakın günlere kadar Kuran'ı ve Paygamber'i her yerde medh ve sena eden ve hatta hutbe okuyan bir insandan bu sözleri beklemek herkese eza veriyordu. (Karabekir, s. 157-160)

Afet İnan cumhuriyetin ilanından 6 yıl sonra Yurt Bilgisi dersleri vermeye başlamıştı. Okutacağı kitabı Kemal Paşa'ya gösterdi. Gazi beğenmedi. Yeni bir Medeni Bilgiler kitabı yazdırdı.

Kitap, 1931'de Afet İnan imzasıyla çıktı; ortaokul ve liselerde okutuldu. İşte Kemal Paşa'nın el yazısıyla kaleme aldığı o notların "Millet" bölümünden satırlar:
"Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arapların dinini kabul ettikten sonra bu din Arapların (..) Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. (..)

“Türk milleti birçok asırlar, (..) bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur'an'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü. (..)
“Yeterince açık değil mi?
“Nasıl oluyor da din konusundaki görüşleri bu kadar net olan bir lider hâlâ yanlış yorumlanıyor?

Yukarıdaki satırların çoğu, Türk Tarih Kurumu tarafından 1969 ve 1988'de basılan "Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk'ün El Yazıları" kitabında yer almıyor da ondan...
İnanması zor; ama kendi kurduğu kurum, Atatürk'ün notlarını sansür ederek yayımladı.

“Medeni Bilgiler”i geçenlerde yeniden basan Örgün Yayınevi, Türk Tarih Kurumu'ndan bir özürle yeni baskı beklediklerini yazmış. Atatürk'ün okullarda okutulsun diye kaleme aldığı kitabının bile sansür edildiği bir ülkede yaşıyoruz.
Düşünce özgürlüğü mü dediniz?” (Can Dündar, Milliyet, 30. 10. 2006)

Seküler bir aydının bu kadar dürüst, ilahiyatçı bir hafız hocanın da bu kadar demagojik bir dil kullanması, dindarlara tuzak kurmayı huy haline getirmesi, Allah’ın dinin tahrif etmeyi hüner kabul etmesi, nasıl bir kelimeyle açıklanır bilemiyorum ama hafız hocaya Mehmet Akif’in diliyle seslenerek bitirmek istiyorum:

“Ne ibret bir bilsen kızarmak bilmeyen çehren,
Bırak tahsili evladım, sen ilkin bir haya öğren!”



Prof. Dr. İlhami Güler'in Yaşar Nuri eleştirisi için tıklayın
SON VİDEO HABER

Iğdır'da AK Parti İl Başkanlığı binasına molotoflu saldırı

Haber Ara