Tarihî Yarımada'da camiler yetim kaldı
İstanbul'un en eski yerleşim merkezleri Süleymaniye, Sultanahmet, Şehzadebaşı ve Beyazıt'taki mahalleler akşam saatlerinden itibaren boşalıyor.
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-09-13 04:00:00
Gündüz iğne atsanız yere düşmeyecek kadar kalabalık olan sokaklar, gece olunca karanlığa gömülüyor. Türk sivil mimarisinin en güzel örneklerinden olan ahşap evler, bekâr odaları olarak kullanılıyor. Yerleşik insan yok! Akşamları ışığı yanan ev bulmak da, ara sokaklarda top oynayan çocuk görmek de artık neredeyse imkânsız. İş merkezleri ve otoparklarla dolan mahallelerde artık aileler yaşamıyor. Normal günlerde yatsı ve sabah namazlarında camilerde bir saf zor oluşuyor. Birçok cami, sabah namazlarında cemaatsizlikten dolayı açılmıyor bile...
Tarihî Yarımada boşaldı camiler yetim kaldı
Süleymaniye Camii'nde okunan sabah ezanıyla birlikte 76 yaşındaki Mustafa Sabuncu da abdest alarak evinden çıkıyor. Yavaş adımlarla yokuşu tırmanıyor. Yokuşun sonunda biraz soluklanıyor ve yoluna devam ediyor. Ayaklarında romatizma olduğu için dinlenmeden yürüyemiyor. Caminin köşesine geldiğinde birkaç derin nefes daha alıyor ve sabah namazını kılmak için en ön saftaki yerini alıyor. Mustafa Sabuncu, yarım asırdan bu yana Süleymaniye Camii'nin hemen arkasındaki Ayrancı Sokağı'nda oturuyor. Hafızası o kadar güçlü ki, mahalleye adım attığı ilk günü bile hatırlıyor: "20 Nisan 1950 günü Süleymaniye'de ilk namazımı kıldım. O tarihten bu yana hem bu semti hem de camiyi hiç terk etmedim."
Sabuncu, diğer cami müdavimi arkadaşları Mehmet Kurt ve Sadullah Günaydın ile her vakit camide buluşuyor. Namaz sonrasında Süleymaniye ve çevresinin eski günleri üzerine uzun sohbetler ediyorlar. Süleymaniye eski günlerin ruhunu taşımadığı için üç cami müdavimi de semtte kendilerini yabancı gibi hissediyor. Artık mahallede aileler oturmuyor, bu yüzden sabah namazı kılmak için gelenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Beş Şehir adlı kitabında, "İstanbul, babam için hiçbir yerde eşi bulunmayan camilerin, güzel sesli müezzinlerin ve hafızların şehriydi." dediği o tarihî camiler, boşalan semtlerle birlikte bir gurbet havası yaşıyor.
Mustafa Sabuncu, Süleymaniye'de kırk yılı aşkın bir süre bakkallık yapmış. O yıllarda sadece üç bakkal varmış koca semtte. Her evin önünde bir bahçe bir de su kuyusu varmış. Ev hanımları akşamüzeri kapı önlerinde sohbetler ederlermiş. Komşuluk ilişkileri o kadar güçlüymüş ki mahalle sakinlerinden biri evini yabancılara kiraya vereceği zaman, "Ben evimi falanca kişiye kiraya veriyorum, haberiniz olsun." şeklinde mahalleliyi haberdar edermiş. Anlayacağınız Süleymaniye başta olmak üzere bütün bir Tarihî Yarımada semtlerinde cıvıl cıvıl bir hayat sürüyormuş.
O eski günleri Ahmet Hamdi Tanpınar şöyle anlatıyor: "Mahallelerde hayat camilerden günde beş kez duyulan ezana göre şekillenirdi. Ezan vakitleri, sırasına göre renkli, heybetli, zaman zaman eğlenceli bir alaya benzerdi. Geceleri ellerinde fenerlerle taze simit satanlar mahallelerin vazgeçilmeziydi. Bozacılar, yoğurtçular, salepçiler ve macuncular birbirinden güzel maniler söylerdi."
Bugün, Tanpınar'ın satırlarına yansıyan o tarihî dokunun yerinde yeller esiyor. Semtler otopark ve iş merkezleriyle dolu. Osmanlı sivil mimarisinin en güzel örneklerinden olan ahşap evler, bekâr odaları olarak kullanılıyor. Akşamları ışığı yanan ev bulmak da, ara sokaklarda top oynayan çocuk görmek de artık neredeyse imkânsız. Süleymaniye ve çevresindeki bu değişim aslında bütün bir Tarihî Yarımada'nın kaderini yansıtıyor. Akşam iş merkezleri ve dükkânlar kapanınca mahallelerde neredeyse hayat duruyor. Gündüzleri ne kadar canlıysa geceleri de o kadar kendi kabuğuna çekiliyor, yalnızlaşıyor. Mahmutpaşa'daki bazı camilerde cemaat olmadığı için sabah namazı kılınmıyor. Firuzağa, Sultanahmet, Süleymaniye, Şehzadepaşa, Nuruosmaniye ve Atik Ali Paşa Camii imamları sadece birkaç kişiyle sabah namazına duruyor. Suriçi'nde sadece Fatih ve Bayezıd Camii sabah namazlarında imam ve müezzinlerin yüzünü güldürüyor.
Ranâ ablanın evini yıktılar, otopark yaptılar
Mustafa Sabuncu, Süleymaniye ve çevre semtlerle ilgili hiçbir şey unutmamaya gayret ediyor. Semtteki bütün sokak isimleri, camide imamlık yapmış eski din görevlileri ve mahallenin yetiştirdiği önemli isimler yıllar sonra bile hâlâ ezberinde. Sabah namazı çıkışında Mustafa Sabuncu ile evine kadar yürüyoruz. Bir iç geçirerek "Bir zamanlar bu sokaklardan gürül gürül insan akardı. Mahallede kasabından terzisine, manavından berberine kadar bütün bir esnaf ekmek yerdi. Şimdi meyve ve sebze almak için Çarşamba'ya, pazara gidiyoruz." diyor. Gözleri dolarak anlatmaya devam ediyor: "Çoğu zaman camiden çıkıp eve tek başıma yürüyorum. Sokakta bir ben bir de kediler oluyor."
Sabuncu, gençlik yıllarında beş dakikada camiye yürürken şimdi 15 dakikada üç kez dinlenerek namaza ancak yetişebiliyor. Buna rağmen yine de cemaatle namaz kılmayı terk etmiyor. Çok hasta olduğu günlerde arabasıyla camiye geliyor. Camiden eve kadar çevredeki tarihî eserleri ve terk edilmiş evleri anlatmaya başlıyor: "Şurası Süleymaniye Camii'nin eski müezzini Fevzi Bey'indi. Bir gece yaktılar... Şurası da Kahvecizade Mehmet Efendi'nindi. Şimdi kapısı kilitli, kimse kullanmıyor. Burası, emekli hâkim Fahrettin Tombul'un eviydi hemen yanındaki de İş Bankası müdürü Niyazi Bey'e aitti. Rahmetlik Rana abla şurada oturuyordu. Kaplumbağası, kedileri ve köpekleri vardı. Hiç evlenmedi, misafiri çok severdi. Evini yıkıp otopark yaptılar..." Mustafa Sabuncu işte bu anılarla birlikte yaşıyor. Oğlu kendisine Bahçelievler'den bir ev almış ve "Baba artık yaşlandın gel bizim yanımızda otur." demiş. Mustafa Sabuncu bu teklife şu cevabı vermiş: "Bütün hayatım burada geçti. Surdışı'na çıkmak benim için büyük bir eziyet. Bütün tarihî camiler burada. Osmanlı bugün bir nebze de olsa bu çevrede yaşıyor."
Soldan sağa Ali Ceyhan, Osman Tekiroğlu ve Ramazan Gönültaş
Sultanahmet'in son sakinleri
Osman Tekiroğlu, Ramazan Gönültaş ve Ali Ceyhan, bütün vakit namazlarını Sultanahmet Camii'nde kılıyor. Üç müdavim, camiyi öyle benimsemiş ki burası adeta ikici evleri olmuş. Üçü de caminin biraz ilerisindeki Dizdariye Mahallesi'nde oturuyor. Osman Tekiroğlu, 1951 yılından bu yana Tarihî Yarımada'daki farklı camilerde müezzinlik yapmış. Gönenli Mehmet Efendi'den dersler almış. 1958 yılından bu yana Sultanahmet Camii'nde sahur mukabelesi okuyor. Memleketinde 15 günden fazla kalamıyor çünkü Sultanahmet Camii'ni özlüyor.
Sultanahmet ve çevresi Ramazan ayı dışında gündüzleri ne kadar kalabalıksa geceleri de bir o kadar tenhalaşıyor. Turistlere yönelik satış yapan birkaç dükkân ve lokanta dışında açık yer bulmak zor. Firuzağa ve Sultanahmet Camii bu tenhalıktan fazlasıyla nasipleniyor. Camiler gün içerisinde hareketli dakikalar yaşarken yatsı ve sabah namazlarında cemaatsiz kalıyor.
Muzaffer Korkut, 45 yıldır bütün vakit namazlarını Firuzağa Camii'nde kılıyor. Caminin hemen karşısındaki işyerini sabah namazından sonra açarak güne başlıyor. Korkut, Sultanahmet ve çevresinin son 30 yılda ürkütücü bir değişim içerisine girdiğini söylüyor. "Cankurtaran ve Küçük Ayasofya'da hep aileler oturuyordu. Firuzağa, sabah namazlarında hiç cemaatsiz kalmazdı. Esnaf, akşam olup dükkânlarını kapatınca bu çevrede hayat duruyor. Çünkü mahalleyi ayakta tutacak aile yok. Biz de gün içerisinde camiye namaz kılmaya gelen gençleri görüp teselli oluyoruz." diyor.
***
Ailelerin oturduğu binalar butik otel oldu
Ramazan Gönültaş, 1951'den bu yana namaz kılmak için Sultanahmet Camii'nin yollarını aşındırıyor. "Bir dönem hiç kimse Surdışı'nda oturmak istemiyordu. Her yer iş merkezi olunca hem mahalleler hem de camiler öksüz kaldı. Sabah ve yatsı namazlarında imamların arkasında el bağlayacak kimse yok. Mahmutpaşa'da bazı camilerde sabah namazı kılınmıyor. Nuruosmaniye ve Yeşildirek Camii çoğu sabah cemaat olmadığı için açılmıyor." diyor. Sultanahmet Camii de sabah namazlarında neredeyse bomboş. Cemaat, en fazla iki safı dolduruyor. Arap turistler ve Anadolu'dan İstanbul'a gezmeye gelenler de olmasa imam ve üç müdavim yapayalnız kalacak. Gönültaş, Sultanahmet ve çevresinin boşalmasına çok üzülüyor. Büyük bir emekle satın aldığı evi butik otellerin arasında kalakalmış. Evini satsa yıllardır müdavimi olduğu camiden kopacak. Ama otellerden de çok rahatsız. "Eskiden çok samimi komşularımız vardı, şimdi sağıma bakıyorum soluma bakıyorum ama kimseyi tanımıyorum. Parayı bastıran üç dört katlı evi satın alıyor. Bir bakmışsınız güzelim bina butik otel olmuş." diyor.
Süleymaniye'de ahşap evler yakılarak yerlerine otoparklar yapılmış.
Restorasyon çalışmaları yılan hikâyesine döndü mahalle boşaldı
Süleymaniye Mahallesi'nin 30 yıl içerisindeki nüfus değişimi her şeyi özetlemeye yetiyor aslında. Mahalle muhtarı Cuma Kınalı, semtte 1970 yılında 2 bin 500 kişinin oturduğunu söylüyor. Bu sayı bugün öğrenciler ve bekâr odalarında kalanlar da dâhil 800 kişi. O yıllardan bugüne ahşap ev sayısı da büyük ölçüde azalmış. Bölge, 1977 yılında sit alanı ilan edilmiş. 2 bin civarındaki ahşap ev koruma altına alınmış. Evler koruma altında olduğu için yenileme çalışmaları her seferinde bürokrasiye takılmış. 1982 yılında dönemin hükümeti tarafından 150 bina, restore edilmesi şartıyla İstanbul Üniversitesi'ne verilmiş. Üniversite sadece binaların üzerine 'Bu bina İstanbul Üniversitesi'nin koruması altındadır.' yazan bir plaka çakmakla yetinmiş. Mahallenin 1985 yılında UNESCO Tarihî Miras Listesi'ne girmesi de bölgenin kaderini değiştirememiş. 1994-2004 yılları arasında toplam 150 ev yanarak kül olmuş. Yanan evlerin yerine hemen otopark yapılmış. Süleymaniye ve çevresi 2006 yılında tekrar yenileme alanı ilan edildi. Bölgede saha çalışması yapan ekipler, 728 tescilli, 1.239 tescilsiz yapı tespit etmiş. Çalışmalar eskiye oranla daha umut verici. Çünkü yenileme çalışmalarını sürdüren KİPTAŞ, doğrudan bina satın alarak projeye mülk sahibi kimliğiyle dâhil oluyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi yetkililerinden aldığımız bilgilere göre 'Osmanlı mahallesi' kimliği kazandırılmaya çalışılan Süleymaniye'de çalışmalar sürüyor. 22 ahşap evin yenileme çalışması bitirilmiş. 7 evin yenileme çalışması için de iskele kurma çalışmaları devam ediyor.
SON VİDEO HABER
Haber Ara