Kardeş kardeşin 'iliğine' muhtaçtır
Hayat gibi ölüm de bizim için bilinmezliğini korumakta. Zamanı, mekânı, şekli vs. bizce meçhul. Güzelliği de burada zaten. Bu bilinmezliğin ne büyük nimet olduğunu yakını ölümcül hastalığa yakalanmış insanlar bilir.
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-08-14 07:56:00
Doktorlar hastaya gün tayin ederken, yakınları ölüme karşı koyma gibi mümkünler âleminde nâ-mümkün bir işe girişir. Nick Cassavetes'in yönettiği 'Kız Kardeşimin Hikâyesi' filminde olduğu gibi...
Baba mesleğini devam ettiren yönetmenin son filmi, elbette ki sadece bu duruma değinen basit bir yapım değil. Filmin söyledikleri ölümcül bir hastalığa yakalanan bir ailenin yaşadıklarından daha öteye gidiyor. Brian ve Sara Fitzgerald çifti bir kız bir erkek iki çocuklu mutlu bir ailedir. Ancak bir gün kızları Kate'in lösemi hastası olduğunu ve sayılı günü kaldığını öğrenirler. Kan ve ilik nakli için uygun donör bir türlü bulunamaz. Doktorun tavsiyesiyle, Kate'in durumuna uygun bir donör olacak yeni bir çocuk 'yaparlar'. Kan, doku ve ilik uyumu Kate'e göre ayarlanmış tüp bebek Anna dünyaya gelir. Aslında bir yedek parça olarak 'tasarlanmıştır' Anna. Doğar doğmaz da Kate'in yedek parçası olma vazifesini yerine getirir. Bu süreç sadece çocukluktan itibaren yedek parça olan Anna için değil herkes için zorlu geçmektedir. Tanınmış bir avukat olan Kate'in annesi, başta kendisi ve ailesi olmak üzere neredeyse her şeyi ve herkesi ihmal edip Kate'le ilgilenir ve aşırı kontrolcü bir insan olur çıkar. Erkek kardeş Jesse'de görme bozukluğu vardır, çok geç farkedilir. Bu yüzden daha çocuk yaşta ailesinden ayrı özel bir kampta 1 yıl eğitim görür. İtfaiyeci baba ise mecburen tüm kontrolü anneye devretmiş, bir yandan da ailede vicdanın sesi olmaya çalışmaktadır. Anna 11 yaşına geldiğinde durum değişir. Daha fazla yedek parça olmak istemeyen Anna, vücudunu izinsiz kullanan ailesini dava edince işler bir anda karışır ve eski defterler bir bir açılmaya başlar. Sona doğru anlarız ki, Anna göründüğü kadar 'bencil' değildir.
Filmi izlemeden önceki ilk izlenimler, "Aaa, Cameron Diaz anneyi mi oynuyormuş?" şeklinde magazinel yaklaşımlar içerebilir. Fakat film, hikâyesini, kurgusunu ve mesajını öyle sağlam veriyor ki, Diaz'ın anneliğin üstesinden gelip gelemediği çok çok tali bir mesele olarak kalıyor. Karakterlerin iç sesleriyle başlayan geriye dönüşler (flashback) ve karakterlere yapılan başarılı dağılım da senaryonun en büyük gücü. Avukatın bile monoloğu varken, tüm düğümlerin birleştiği annenin iç sesinin olmamasına dikkat. Böyle bir hikâye bizde olsa deyim yerindeyse duygu sömürüsünün dibine vurulurdu. Fakat yönetmen ustaca dokunuşlarla bu tuzaklardan sıyrılıyor. Ama seyirciye ailenin yaşadığı karmaşık duyguları da başarıyla aktarıyor. Kate'e üzülürken küçük Anna'nın itirazlarına hak veriyorsunuz, öte yandan Anne'yi de anlamaya çalışıyorsunuz. Filmin bir yerinde aile üyelerinin, ilk buluşmasına gitmekte olan Kate'in fotoğrafını çekme yarışı var ki sevinçli bir anda sizi hüzne sevk ediyor. Her şeyden öte filmi izlerken, kim ve 'neci' olursanız olun; hayat, ölüm, kader, öte dünya, benlik, acziyet, fedakârlık, aile, ebeveyn-çocuk hakkı... gibi insana ait onlarca temel probleme dair sorular art arda zihninize çarpılıyor. Hepsi de insanoğlu için 'ömürlük' bir mesele konumundaki bu kavramlara elbette ki bir çırpıda cevap vermiyor film. Soru soruyor. Sizi hakikaten düşündürüyor. Anlık, geçici hüzünlenmelerle sizi sömürmeden varoluşa dair bildiklerinizle imtihan ediyor. Yer yer empati yapmaya da müsait olan film, empatinin kolay kucağına düşmeden de izlenebilir.
Oyuncular da övgüyü hak ediyor. Kate rolünde Sofia Vassilieva, Anna rolünde 'Küçük Günışığı Güzeli'miz Abigail Breslin çok başarılı. Cameron Diaz ve diğer oyuncular da üzerine düşeni yapıyor. Alec Baldwin, Anna'nın başvurduğu avukat rolünde harika. Yaşlandıkça 'tadından yenmiyor' oyunculuğu. Her izleyici için 'açılım'a sebep olabilecek bu filmi kaçırmasanız iyi olur.
Kaynak: ZAMAN
SON VİDEO HABER
Haber Ara