Dolar

34,9485

Euro

36,7943

Altın

2.997,37

Bist

10.020,99

'Modernizm için şiir büyük bir kabahattir'

Şiire hem şair hem eleştirmen olarak emek veren Furkan Çalışkan ilk kitabını anlatıyor.

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-08-10 15:00:00

'Modernizm için şiir büyük bir kabahattir'
Asım Öz / TIMETURK

Furkan Çalışkan şiire emek veren şairlerden. Hem şiir hem de eleştiri bakımından bu emek. Kendisiyle, ilk kitabıyla daha da belirginleşen şiir serüveninden yola çıkarak, şiirini ve şiirin çeşitli boyutlarını konuştuk.

Önce bir kitap adı olarak Kabahatler Kanunu adından başlayalım. Neden bu isim? Bu kitabın oluşumun evrelerinden söz edebilir miyiz?

Kabahatler Kanunu çok sevdiğim birinin önerisi bana. İlk duyduğum anda kitabın adının bu olması gerektiğini anladım. Modernizm için şiir büyük bir kabahattir, bununla birlikte kabahatlerimiz çok savunmasız ve yalın hallerimizden doğar, insanidir, güzel bir yüzde eksiklik yaratan yara gibidir. Çok gerçek. Kitabı içeren şiirlerin yazımı üç yılı buldu, bunların kitaplaşması sürecinde ise İbrahim Tenekeci’nin çok katkısı oldu. Sürecin en güzel taraflarından biriydi.

Yayımlanan ilk şiirinizle ilk kitabınız arasında kaç yıl var? Kitapta yer alan şiirler hangi zaman aralığında yazıldı?

İlk şiirim yanılmıyorsam ikibin yılında Ünlem dergisinde yayımlanmıştı, böylelikle dokuz yıl geçmiş ilk şiirim ile ilk kitabım arasından. Fakat bu kitapta yer alan şiirler 2006–2009 arası yazılmıştır. Ben biraz fazla genç yaşta şiir yayımlatmaya başladım, ümmi bir şiir yazarak, henüz ilk denemelerimden itibaren okuyucunun gözü önünde şiirim ergenlikten yetişkinliğe doğru evrildi. Bu yüzden 2006 sonrası yazdığım şiirleri kitaba aldım. Bir başka neden de şiir serüvenimden bir derleme yapmak istemeyişimdi, meselesi olan, basbayağı kitap olsun diye yazılmış şiirler oluşturuyor Kabahatler Kanunu’nu.

Şiirle ilk tanışmanız ne zaman oldu? Sizi bu serüvene tüm yoğunluğuyla başlamaya iten bilinmedik nedenler ya da özel hayatınızdan bazı önemli hayat enstantaneleri oldu mu? Neler söyleyebilirsiniz?

Sanırım babamın dolabını keşfetmem ile oldu. Mavera, Diriliş, Hareket dergileri ile doluydu o dolap. Bastırılamaz bir iştahla okumuştum. Zarifoğlu’nun Meç şiiri de ilk okuduğum gerçek şiirdi. Bu keşiflerime çok yakın bir tarihte ilk defa İsmet Özeli gördüm. Ortaokul çağları, Altınpark’ta yapılan bir kitap fuarına gelmişti, o çay içiyordu ve etrafındaki yüzlerce insan da onu seyrediyordu, acaba bir şey diyecek mi diye herkes kulak kesilmişti, o kalabalığın içine gelen dönemin çok popüler bir valisi kimsenin ilgisini ve dikkatini çekememiş ve o da İsmet Özel’i seyredenler kafilesine katılmıştı. Böylece ilk defa bir şair görmüş oldum. Şairin ne menem bir şey olduğunu anlamış oldum. Şiir ve Şairle tanışıklığımın çokta mahrem olmayan hikâyesi böyle.

Şiir yazmakla/söylemekle şiir üzerine düşünce üretmek ya da şiirsel dil ile poetik dil arasında nasıl bir ilişki var?

Şiir üzerine düşünmeden de şiir yazabilirsiniz, işin poetik ve teknik kısmına hiç girmeyebilirsiniz, bu şart değil. Bu madalyonun bir yüzü, öteki tarafında ise bir saatten sonra da düşünmek zorundasınız, şiir bir hobi değil, çok önemli bir iştir. Şiirinizi kurmak için üzerinde düşünmeniz gerekir böylece de poetika ortaya çıkar. Bir de şiirsel diye bir şey yoktur, bir şey ya şiirdir ya da öteki.

Poetik yazıların senin şiirine katkıları oldu mu, olduysa...

Evet, oldu, bu yazıları yazmak için Türk ve Dünya şiirinin bu günü ve geçmişine ciddi olarak eğilmek zorunda kaldım. Dil felsefesi öğreniyorum, şiirin dildeki ve toplumdaki yeri üzerine kafa patlatmaya başladım. Açıkçası işin ciddiyetini anladım. Poetik yazılara başladığımdan beri “şiir çalışmak” kavramı bende karşılığını buldu, günün benim için en verimli ve özel saatini şiir çalışmaya ayırıyorum.

Her şairin şiiri ve şiirini açımlayan bir metni olmalı diye düşünüyorum. Hayat-sanat ilişkisi bağlamında yazılmış bir deneme. Bir ‘manifesto’. Şiir çünkü kendine ait bir dizgedir. Şiir poetikanızı nasıl açıklarsınız?

Açıkçası şiir poetikasını en güzel şiirler açıklar, bu yüzden manifestolar savunulan şiirin yetersizliğinden doğar, iyi şiir kendi kendini deklare eder zaten. Manifesto yerine şiir kuramı üzerine uzun soluklu yazıları tercih ederim. Daha kalıcı ve kapsayıcı olduğunu düşünüyorum. Güçlü ve lider mısraları önceleyen, şaşırtan ve icat eden, malzemesini günlük ve yaşayan dilden alan, çözümsüzlüklerimi değil çözebildiklerimi içeren bir şiir yazmaya çalışıyorum.

Sizi bu poetik tavra yönelten, besleyen birtakım nedensellik veya özel birikimlerden söz edilebilir mi?



Büyük şairler ve büyük şiirler. Türk şiirinin zengin geleneğinden öğrenilecek çok şey var. İsmet Özel ve Turgut Uyar mesela, şiire yaklaşımları ve getirdikleri yenilikler ile iki bin kuşağı için başlangıç noktalarıdırlar. Öte yandan bu noktadan sonra kuşağa has bir yenilik şart. Bir de kişisel olarak yeniden keşfettiğim halk şiiri var.

Tekil, tamamen kendinize ait bir şiir yazma uğraşı ilk kitabınızda çokça belirginleşiyor. Bu bağlamda, bu kitapta yazdığınız şiirlere dair bir duygusal- düşünsel değerlendirme yapmanızı istersek neler söyleyebilirsiniz?

Türk şiiri, içerisinde çok büyük şairleri, ekolleri ve kanalları barındıran muazzam bir yapıdır. Bu yapıya birçok kapıdan girilebilir, bende her genç şair gibi kendime en yakın gördüğüm kapıdan girdim, fakat gidip gelinmekten aşınmış yolları tercih etmek istemiyorum, kaybolacaksam bu büyük yapının içerisinde boğulacaksam, büyük denizde boğulmayı tercih ederim. Bu yüzden yolun sonunda ferahlık var mı bilmem ama yol benim yolum.

Yücel Kayıran “Şiir kitabının bölümlenmesini önemli bulurum. Bazı şiir kitaplarının neden bölümlendiğini de çoğu zaman anlayamamışımdır” diyordu. Kabahatler Kanunu’na dönerek size şu soruyu yöneltmek istiyorum. Kitabınızın iç bölümlemesinin olmayışının yani tek bölüm oluşunun kendine ait bir mantığı var mı?

Kabahatler Kanunu yekpare bir kitap, bölümlenmesi saçma olurdu. Şiirlerin kitap içinde bir bütünlük oluşturması için o şiirlerin teknik ve hissiyat bağlamında birbirine yakınlık ve uzaklıkları kitabın bölümlenmesine yol açabilir, Kabahatler Kanunu ise birbirini takip mesafesi yakın şiirlerden oluşuyor.

“Bize rüyanın değil uyanıklığımızın tabiri gerek” diyorsunuz. Niçin?

Biz Türkler istiklal Harbi’nden sonra bir rüyadan uyandık. Dönüp başka bir rüyaya daldık diyor İsmet Özel. Rüyamızın tabiri bizi bu noktaya kadar getirdi, artık uyanıp gerçeğin tabirini yapmamız gerek. Bir de şöyle bir şey var, Schopenhauer “ mutlu bir insanın en mutlu anı uykuya daldığı andır ve mutsuz bir insanın en mutsuz anı uykudan uyandığı andır” diyor, mutsuzluğumuzla yüzleşmek zorundayız toplum olarak, işte şiir bu hali tabir eder.

“Suyunu kaybeden nehir sabrı, yavaşça/Lokum getirir birisi, üç Elham bir ahıska”.”Sen kesin hesaptın ben minha/Ahıska nerde yıl 1946” Şiirinizde mekân önemli bir izlek.Sanırım Ahıska’nın özel bir yeri var gibi. Şiirini açımlamak, şiirinin çevresini belirlemek adına soruyorum, nedir sendeki bu Ahıska?

Bir tarafım Akdenizli, bir tarafım Ahıska Türkü. İyi ya da kötü, bu kitapta bana ait olmayan hiçbir şey yok. Dolayısıyla şiirim de ben ne giyiyorsam onu giyiyor, ben nereli isem o da oralı. İşin bu tarafının yanında Ahıska sınırlarımızın dışında olup da Türkiye’ye ait olan yerlerdendir. Dünyada yurduna dönemeyen tek Türk topluluğu da Ahıskalılardır. Yakında adının bile Ahıska olduğu unutulabilir, Puşkin’in Bahçesaray’a yaptığını ben de Ahıska’ya yapmaya çalıştım. Unutulsun istemedim, ancak bunun şiirini yazmıyorum, temsiline de yetkili değilim, küçük bir motif, bir anımsamadır şiirimde.

Üç minareli su bidonlarından Jandarma ile Mevlevi arasındaki dokuz farka değin merak uyandıran bir yanı da var şiirlerin. Şiirde merak nasıl bir şey?

Şiir zaten meraktan ve şaşkınlıktan doğar önceleri, sonra bir amaca yönelir. Çizgisel değildir, çağın hızına ve kabullerine göre davranmaz, toplumsal plasebo’ya çomak sokar. Pascal “sağlığın mahsurlarını bilmiyorsunuz, hastalığın da avantajlarını” demiş, modern hastalıklarımızın avantajlarını kullanmamız lazım, sistem hayrete yer bırakmayacak bir rutine bağlıyor modern insanı. Rutin kabulleri ve algıya yerleşmiş kalıpları kırmaya çalışıyorum şiirimde.

Kırkbinsinek şirininin sizin için özel bir anlamı var mı? Bir şiir gecesinde bu şiiri okumuştunuz sanırım…

Kırkbinsinek sevilen bir şiir oldu, ancak benim için diğer şiirlerimden ayrı özel bir yanı yok. Belki şöyle özel bir yanı olabilir, dostlarımla her zaman oturduğumuz bir çayevinde dünyaya geldi, bu yüzden bana özel insanları ve mekânları hatırlatıyor.

Peki, sözünü ettiğiniz “ şairlerin meslek hastalığı” nedir?

O dizenin bir anısı var, hayatımı mühendislik yaparak idame ettiriyorum. Gittiğim bir iş görüşmesinde, görüşmeyi yaptığım kişi tarafından tanındım ve şaşırarak şiir ve mühendisliği bir türlü bağdaştıramadı, ardından “ şairlik sizin meslek hastalığınız” dedi, oysa ben şiir yazabilmek için mühendislik yapıyorum ve şiir ile mühendislik arasında hep bir yakınlık varmış gibi gelmiştir bana. Bir yanda hayatta kalma uğraşı, bir yanda sisteme uyamayışınız, sanırım şiirin bizden istediği bir bedel bu hastalık.

“Bir gün kahramanlık yapmayacak bu şiir(..)Bir kahramanlık bir gün bu şiiri yapmayacak” Niçin?

Şiir bana her zaman kahramanlık gibi görünmüştür. Eski Türkler kahramanlık yapmayan çocuğa isim vermezmiş, ben de şiirle ilk tanıştığımda, bu hayatta bana biçilen kahramanlık rolünün bu olduğunu düşündüm, şerefli bir ismi hak edebilmenin yazacağım şiire bağlı olduğuna inandım, bir başkasına çocukça gelen o saflıkla aramı hiç bozmadım, öte yandan modernizim sanal kahramanlar yaratıp, gözle görülen pragmatik sonuçlar ister, şiir de buna uymaz.

“Mağlupların zalimliği” nasıldır? Onların bilmediği, onların bilemeyeceği bir şey midir, yoksa kanıksadıkları bir şey mi?

Mağlupların zalimliği korkunçtur. Bunu bize tarihimiz öğretiyor, çünkü Türkler mağlup ettiklerini yok etmediler, birlikte yaşadılar onlarla, hatta makam mevki verdiler ve uzun bir yüzyıl boyunca mağlupların zalimliğini yaşadık. Bütün Balkanlar ve affedilmiş Celaliler mesela… Öte yandan tarihi arka planının haricinde, günümüzde de böyle. İnsanın habise yakınlığı… Kanıksanmış ve farkında olunmayan bir şey.

“Modern şiir horasanda” bir dize şiirlerinizden… Modern şiirin alfabesi dediğimizde neler söylersiniz?

Modern şiir tamamen filolojik bir sıfat tamlaması, bir zaman kavramı olarak değerlendirilmeli yoksa modernizim ve şiir birlikte olmaz. Modern şiirin alfabesi de olmaz, kodları olur; çünkü şiir dilin en uç sınırlarında dolaşıyor artık, izdüşümü ve gölgesi çok uzadı, izini sürmek lazım. Bunları zaten yazma gayretindeyim bildiğiniz gibi.

Şairliğimizin yanında eleştiri ve poetika yazılarınızla da oldukça tanınan bir isimsiniz. Bu vesileyle, Türkçe yazılan şiirin günümüzde ulaştığı düzey konusunda neler söyleyebilirsiniz? Son çeyrek yüzyıl Türk şiirinde şiir ve poetika açısından ciddi değişimler yaşandı mı?

Şiir gelişen, yerinde durmayan bir yazım türüdür. Hele ki Türk şiiri. Yüzlerce yıllık divan şiiri geleneği ile aramıza çekilen büyük sete rağmen, cumhuriyet sonrası Türk şiiri yeniden yapılanabildi. Böyle bir şiirden söz ediyoruz, elbette son çeyrekte de çok iyi şairler çıktı, iyi şiirler yazıldı. Doksan kuşağı özellikle fabrika gibi işledi. İbrahim Tenekeci, Ahmet Murat, Hüseyin Akın, Hakan Şarkdemir gibi önemli şairler şimdi de aktif olarak şiirin içindeler, yine onların bir önceki kuşağından Osman Konuk, Haydar Ergülen gibi şairler en verimli dönemlerini yaşıyorlar. Bizim iki bin kuşağına gelirsek, Mustafa Akar, Ahmet Edip Başaran, Yavuz Altınışık, Alper Gencer ilk aklıma gelen şairler. Görüyorsunuz ya son çeyrekte Türk Şiiri gücünü devam ettiriyor.

Bu söyleşi için teşekkür ederim. Son bir soru, Modern Şiirin Kodları çöz/ül/meye devam edecek mi?

Ben teşekkür ederim. Evet, Modern şiirin kodları serisi sürecek, ama çözülebilecek mi bunu zaman gösterecek.
SON VİDEO HABER

Suriyeliler gitti, atölyeler boş kaldı!

Haber Ara