Dolar

34,9428

Euro

36,5522

Altın

3.020,11

Bist

9.995,65

Durman'la ''Akşam Yedi Suları'' üzerine

Şair Nurettin Durman'ın yeni kitabı "Akşam Yedi Suları" çıktı. Durman'la yeni şiir kitabının oluşum evreleri ve şiir serüvenindeki yeri üzerine sohbet ettik.

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-08-01 12:23:00

Durman'la ''Akşam Yedi Suları'' üzerine
Asım Öz / TIMETURK

Akşam Yedi Suları adını taşıyan yeni kitabınız hayırlı olsun, diyerek başlayalım akşam sekiz sularında söyleşiye.

Kitaba adını veren şiir oldukça eski 1964 tarihli. Demek ki siz şiire 1960’lı yıllarda başlamışsınız diyebiliriz. Bize anlatır mısınız o dönemde şiirin yakıtı olarak ne tür yağlar kullanılırdı?
Nezaketiniz için teşekkür ederim.

Öncelikle ve sanırım veya bana göre her zaman için şiirin yakıtı insandır. Çünkü varız, temelde her şeye insani bakış açısıyla bakmaktayız. Hayata, tabiata, dünyaya ve içindekilere öyle bir duyarlıkla bakmaktayız. Başkası yoktur çünkü. Temel zorunluluk buradadır. Sonrasında ruh üşümeleri, acı tezahürleri, yıkımlar, katliamlar, velhasıl hayatın iyi taraflarıyla birlikte hayatın çekilmez büyük acıları da giriyor devreye. Öyle bakılıyor bu defada etrafa.

Şimdi şiir dersek; evet eski şiirdir. 64 doğumludur. İlk yayınlanan şiirim Şubat 1964 tarihini taşımaktadır. Yayımlanan ilk şiirim değildir. Hatta dergilerde hiç yayınlanmamıştır. Belki de o tarihlerde dergilerden birine göndermişimdir ama yayınlanmamış olabilir onu anımsamıyorum. Dergilere gönderdiğim şiirlerin altına not düştüğüm metinler vardır ama bu şiirim de çağrışım yapan bir şey yok. Bu seçilmiş şiirleri ilkin 2000 yılında Timaş Yayınları için hazırlarken şiir çalışmaları yaptığım defterimde görünce şiirin iyi bir şiir olduğunun farkına varmış, neden üzerinde durmadığımı düşünerek ilk defa Akşam Yedi Suları adlı seçilmiş şiirler kitabıma koymuş oldum. Kitaba da ad olmuş oldu böylece…

Şiire başlama tarihi olarak 1962 demek daha isabetli olacak...

Bu şiirin sizin şiir serüveninizdeki yeri nedir?
Doğrusu şimdi dönüp bakınca çok önemli buluyorum. İyi metinlerin kalıcı oluşu da böylece ispatlanmış oluyor. İnsan neyin kalacağını bilemiyor tabii.

Yayınlanan ilk şiiriniz bu mu? Yoksa onayladığınız ilk şiir mi?
Gençlik şiirleri arasında yayınlanıp ta kitaplara girmeyen epey şiirim var. Doğrusu dosya halinde bekliyorlar. Toplu şiirler yayınlanırsa gençlik şiirlerinden daha başka şiirlerde orada yer almayı bekliyor. 1963’de Divanyolu-İst. Yazılmış ve yayınlanmış bir örnek şiir sunalım isterseniz:

GECENİN OLSUN

Mehtap mı desem geceye

Zindan mı desem karanlığa

Zira benim için;

Dünya kapkaranlık ve ıssız

Yıldızlar ışıldıyorsa gökte

Bana ne mehtaptan

Bana ne şimdi

Kadıköy’ün pırıl pırıl ışıklarından

Gerçi seyrediyorum divan yolundan

Ama isteğim yok

Gecenin hiçbir şeyinden...

O zamanlar Türkçe şiirin en zengin zamanları. Hangi etkilerle yazıyordunuz o ilk şiirleri, neler okuyordunuz?
Şiire başlama yaşım itibariyle tabii ki daha çok sevgi üzerine şiirler yazmayı düşünüyor genç bir şiir heveskârı olarak. Benim birde toplumcu, sosyal şiirlere eğilimim vardı. Yani Kıbrıs olayları o zaman hararetli bir şekilde konuşuluyor. Sosyal meseleler her zaman olduğu gibi gündeme geliyor. Örneğin: ‘Kim bilir simitçinin dünyasında neler var’ diye mısralar döktürüyorum… Ya da: ‘Kimi kime söylesin / Satılmışlar kentinde’ gibi meselelere kafa yoruyorum…

Okumalarım çeşitli oluyordu tabii. Ben mektepli bir heveskâr olmadığım için Cağaloğlundaki kitapçılara saldırıyor dergi, kitap alıp okuyorum. Bir nasip olarak daha ondört veya onbeş yaşımda Bingöl’deyken Yaşar Kemalin İnce Memed adlı romanını okuyorum. 62 ve 63 yılında ise gene bir nasip olarak Mevlana’nın Divanı Kebir şaheserini okuma şansına eriyorum. Roman, hikâye, şiir... Ve batı klasiklerinden bir miktar…

Edebiyat dergileri büyük önem taşır hayatımda.

Akşam Yedi Suları nasıl oluştu? Bu oluşumun evrelerinden söz edebilir miyiz?
Kitaptaki şiirler toplamı yayınlanmış olan beş şiir kitabımdan seçtiklerimden ve bir de kitaplara girmeye bir miktar şiirden oluşmaktadır. Şiirleri seçerken zorlandığımı ve diğer birçok şiirin dışarıda kalmasına gönlümün razı olmadığını söylemek isterim. Fakat temel öneri seçili şiirler olduğu için bu ayrılığa katlanılmış olunuyor… Kitabın ikinci baskı yapması sevindirici oluyor tabii şiir kitapları adına…

Şiir yaşamdan çıkar, duygusal, düşünsel, düşsel ve algısal tüm yaşamalardan. Şair önce, bu yaşamaların gerçekleştiği o dönemdeki ülkeyi, soyut-somut çevreyi, insanları ve dünyada olup bitenleri nasıl algılayıp içselleştireceğini ve bunu nasıl sunacağını seçer. “Sabır güzel hayat zor” diyorsunuz... Niçin?
Ülkemin ve diğer ülkelerin başı beladan kurtulmuyor biliyorsunuz. Bu olgular şair olan kişiyi daha derinden yaralıyor. Şiirle bir şey yapayım düzelsin ortalık diyorsunuz ama olmuyor. Bir şeyler düzelmiyor bir türlü. Böyle olunca da kahroluyorsunuz. Bu vaziyetleri bazen soyut şekilde bazen de oldukça somut şekilde dile getirme ihtiyacı hissediyorsunuz. Arzu ve isteklerinizi, sevginizi, muhabbetinizi, kötülüklere direnme ve karşı gelme mücadelenizi dile getirdiğinizde de aynı durum ortaya çıkıyor. Önemli olan sözü doğru söylemek… Bir de sabır inancımıza göre bize yapılan en değerli tavsiyedir. Sabrederek cehd etmek diye düşünürüm ben. Hayatın zorluğu ise zaten ortada, gözler önünde alabildiğine seyrediyor. Bu bir algılama biçimidir tabii. Bir tek ben yaşamıyorum bu dünyada. Evet, tekrarlarsak: Sabır güzel hayat zor... Sefiller Romanının son sözüydü yanılmıyorsam. “Ölmek bir şey değil yaşamak zor.”

İtirafçı bir şiir mi bunlar? Betimlenen insanların hayata, dünyaya, ölüm ve dirime ilişkin itirafları mı?
Hayat zaten itiraf edilirse önemli kılınır. Köşenize çekilmişsiniz, sesiniz çıkmıyor, soluğunuz kesilmiş ne olacak peki bunun sonu. Ses vermek gerekiyor bana göre. Zaten şair kişi çağının tanığı olmalıdır. Yoksa yeknesak, tek düze bir hal içinde olmak şaire yakışmaz. Şairseniz zaten içinizdeki şiir ateşi sizi rahat bırakmaz. Mutlaka bir yerden tutuşturmaya bakar. Şair Nefi aklıma gelir hemen… Sonra dirim de bizimdir ölüm de. Öyleyse yaşanabilir bir dünya olmalı derim. Tanrı birbirinizi yok edin demiyor. İyiliği emredin kötülüklerden sakındırın. Amaç ise daima iyi olanı yakalamaya çalışmak olmalı. Amaç hak ve adalet olmalı elbet. Şair de buna ram olan kişidir.

Hüzün her şairin baş tacı, vazgeçemediği duygu... Ama tabii hüznü gençken algılayışınız, anlatışınız ayrı, bu yaşlardaki ayrı. Bu yaşlardaki hüzün gençliktekine benzemiyor pek. Necatigil'in "Bazı şiirler bazı yaşları beklerler" saptamasını hatırladım... Katılır mısınız bu yargıya?
Doğru demiş Necatigil. Yaş ve zaman öğretici oluyor tabii. Benim hüzünlü bir hayatım var zaten. Ondan kaçılmıyor. Tabii gençken daha dirimli daha çekincesiz ve rahat oluyor insan. Tabir caiz ise sanki hiç yaşlanmayacak, hiç ölmeyecek gibi bir korkusuzluk hali içinde oluyor genç adam. Hayatı yaşayarak öğreniyor insan. Hayatın içine düştünüz mü bir de sökün ediyor öylece gerçeğin huzmeleri. Azar azar oluyor ama insanın canına da okuyor zamanla. Bir bakıyorsunuz almış başını gidiyor hayatınız. Sizi bekleyen şiirler orada pusu kurmuş aniden yakalayıveriyor sizi. Çünkü zamanı gelmiştir o yazılası şeyin… Uzun yıllar beklediğim şiirler olmuştur ve sonunda yazılmışlardır. Şeyh Ve Ölüm ile Nat-ı Şerif şiirlerim on yıldan fazla bekletmişlerdir beni zihnimde… Hüznü atamıyorum hayatımdan, dizesi bana aittir.

Gencin hüznü yıkmaz da yaş ilerleyince perişan eder adamı…

Yaşın, şairliğin getirdiği bir üst duyarlılıkla ölüm hakkında neler söylersiniz?
Ölüm daha duyarlı bir konumda takibe alıyor insanı. Zaman zaman aklından çıkmış olsa da bakıyorsunuz aniden karşınıza çıkmış oluyor. Bir yakınız ölmüş oluyor, bir trafik kazası haberi almış oluyorsunuz ve tabii o zaman bu ölüm meleği bir an gelip beni de bulur diye düşünmeye başlıyorsunuz. Gençliğinizde etmediğiniz dualarla beziyorsunuz etrafınızı. Korku ve ümit arasında mecburen yaşamaya bakıyorsunuz…

Şair ölüme çok değişik bakar.

Günahlarını haykırır ama hep bir torpil bekler Tanrıdan.

Lebi Derya Manzaraları hayattaki değişimi, kentteki dönüşümü ele alan şiirlerden biri. Uzun yıllar Beylerbeyi’nde yaşayan bir şair olarak bu değişim sizi nasıl etkiledi?
Önce ağaçlar yok oldu. Etraf çırılçıplak kaldı. O güzelim ahşap evleri birer birer yakıp yerine betondan çirkin, sevimsiz binalar yaptılar. Öncelikle tarih zevkim köreldi, bunun üstüne göz zevkim, estetik bakışım şaşkınlığa uğradı ve hiç hoşlanmadım bu gidişattan. O şiir onların encamını ortaya koymak içindir. Yazılamıştır ve görevini yerine getirmiştir.

Sonradan bir ağaçlandırma eylemi başlatanlar sanırım bu şiirimden haberdardırlar. Artık ahşap evleri yıkıp yerine betondan yığınaklar yapamıyorlar çok şükür…

Nurettin Durman şiirlerinde yaşadığı yerin, sahip olduğu kültürün payının olduğunu görüyoruz. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Tarihi seviyorum. Yaşadığım şehri, semti, mahalleyi seviyorum. Ülkemi seviyorum. Sevdiğim çok şey var. Hatırı sayılır yer, şehir, ilçe, dağ, deniz görmüş biri olarak bütün bunlar bana şiirin gelişkin imkânlarını şiirimde nasıl yüceltebilir şiirimi ayağa kaldırabilirim diye ince hesaplar içindeyim… Gayretim şiirin gayretiyle birlikte arayışlardadır… Denilir ki; “arayanlar bulamaz, bulanlar ancak arayanlardır.”

Beylerbeyi’nin ışığı şiirinize de iyice yerleşmiş sanki…
Evet, öyledir… Takdiri ilahi, şöyle diyorum: sen kalk Bingöl’ün bir dağ köyünden gel şu Beylerbeyinde denizin kıyısında yaşa. Akıl alacak gibi değil. Ama olmuş işte. Sebepler böyle olmaya hazır tutulmuş demek ki... Beylerbeyi hayatımda ve şiirimde çok önemli bir yer işgal eder… 1968 yılından itibaren Beylerbeyinde ikamet etmekteyim.

Biliyorsunuz, insanın doğadaki yabancılığı sorunu sorun olmaktan çıkıp sorunsal haline dönüştü. Otu, ağacı, kuşları, denizi, rüzgârı ne kadar tanıyoruz?
Şehir plancıları çağımıza kastediyorlar sanki. Ağacı, çiçeği olmayan, kuşu olmayan semtler kurmaya çalışıyorlar. Demiri betonu üst üste yığmak marifet değil. Marifet yaşanabilir mekânlar inşa etmek. Daracık beton yığınakları insanı insandan soğutuyor adeta. Gene bu bakımdan biz boğaz ahalisi biraz biraz şimdilik yeşille, denizle hemhal olmaktayız. Korkum o ki zaman gelecek deniz kenarında fakir fukara için temiz hava alacak mekânlar kalmayacak. Şimdiden var olanında havasını satışa çıkarmışlar, denize bakmayı biraz olsun gözleri dinlendirmeyi paraya tahvil etmişler. Maazallah bu ağaç işleri, kuş ve deniz işleriyle meşgul olup, boğazdan esen rüzgârın da önünü kesmeden serbestçe istifadeye açmalıyız toplum olarak. Yoksa halimiz harap, oturacak, nefes alacak bir yer kalmayacak çoluk çocuğa…

Uygarlık tıkanmışken, dünya maddi ve tinsel/manevi/içsel bir kirlenmeyi yaşarken, edebiyatı özellikle de şiiri bir tür arıtıcı, kurtarıcı olarak görenler var. Bu görüşleri paylaşıyor musunuz?
Görünmüyor gibi görünse de edebiyatın işlevi kendini gösterecek elbet. Şiirin uyarıcı gücü var. İyi ve yerinde kullanılırsa, tabii bunalımdan çıkartırsa kendini şiir o zaman etkili olur tabii. Uyuşuk, bezgin, yılgınlık aşılayan metinlerle bu iş mümkün değil. Şiir kendini aşmalı elbet. Çağın kışkırtıcı, uyarıcı, düşündürücü ve yapılandırıcı havasını solumalı şiir. Şimdi şiir vasıfsız işçi gibi algılanıyor. Oysa içten içe işleyen bir etkiye sahiptir şiir… Edebiyatın kendini taklit ettirme hassasiyeti var bana göre. Bir şiirin coşkusu, bir öykü bir roman kahramanının hayatı özenmelere sürükler insanları. Ona benzemek isterler. Onun gibi yaşamak isterler. Taklidi tatbike dönüştürmek de diyebiliriz edebiyatın işlevleri arasında bulunduğunu var saydığım etkileşim riskleri arasında. Benzeşmek yani…

Hangi ekolün baskın olacağını becerikli yazarları ortaya koyar ancak… Düşünürleri de çokça anmak gerekir bu konularda kanımca… Giderek tedirgin olduğumuz “maddi ve tinsel/manevi/içsel bir kirlenmeyi” aslında türlerin bütünlüğü içinde düşünmek daha sağlıklı verilere ulaştırır bizi. Biz insanoğlu zor yaratıklarız çünkü. Yola gelmemiz zaman alabiliyor…

Arz-ı Hâl adlı şiirinizi dilsel arınmanın bir örneği olarak okudum. Bu şiir bağlamında, şairlerin 'dile masumiyetini geri' vermelerinin gerekliliğini duyuyor musunuz?
Şiir dili apayrı bir zenginlik barındırır içinde. Zenginleştikçe şiirdeki derinlik ve bazı bazı söylemdeki sadelik rahatlıkla fark edilir... Arınmanın her halükârda gerekli olduğunu, dilin ne kadar arınırsa o kadar tesirli olacağını biliyoruz. Zaten bilindiği içindir ki şair giderek dilini kelâmı kibar irad edecek seviyeye getirmeye azami gayret gösterir. Kendini yorması da o sebeptendir. Her söylenen söz değer ifade etmeyebilir, onun için değer ifade edecek sözün peşinde olmak gerekir. Şair dilini ve kendini arıtarak mükemmele ulaşabilir ancak.

Sizin her zaman iğne batıran, yüzeyselliğe savaş açan bir tavrınız oldu şiirde. Bir yandan çok coşkulu, naif yanları olan yalın bir sesiniz, bir yandan da yapmacık görünen her şeye savaş açmış bir yanınız var…
Evet mizacımda iğne batırma inceliği de mevcut. Çünkü zaman zaman nüksediyor. İki tür şiir tarzım var diyorum. Lirik ve epik tarzlar uygun düşüyor bana. İki türü de seviyorum doğrusu. Hangisi baskın çıkarsa şiir öyle bir hal alıyor yazılırken. Çoğu defa kendiliğinden oluşuyor bu tarzlar. Şiire başlarken farkına bile varamadan yazılmış oluyor.

Sevdiğinizle, değer verdiğiniz birisiyle söyleşiyorsunuz bazı şiirlerinizde. Kimi sözler incitici olabilir, hoşa gitmeyebilir endişesiyle sakınarak, saklayarak konuşuyorsunuz. Dertleriniz, şikâyetleriniz var… Şiir ve yaşantınız arasında nasıl bir ilinti var?
Dertler, şikâyetler, meramlar arz edilirken usulüne uygun söylemek gerekir diye düşünüyorum. O tür metinlerde de bir gizin yanında bir de iyi söylenmiş bir sözüm olsun istiyorum. Yoksa kaba bir yöntem kullanılarak da söyleyeceğini ulaştırır şair adam muhatabına. Benim derdim her halükârda sanatsal bir metin olarak sunulsun yazdıklarım. Dostuma da bunu uygun görmekteyim, düşmanıma da böyle yapmak isterim. Bu bir incelik tezahürüdür, sanatsaldır. Ben muhabbeti seven biriyim. Bazı dostlarımın muhabbetine doymam. Hatta dostum ağzını açıp tek kelime etmese bile kalkıp gitmesini istemem. Yan yana oturmak bir dostun yüzünü görmek bile huzur veriyor bana. Bazıları da en fazla yarım saatten sonra sıkar beni kalkıp gitmek isterim… Saklanmak, sözü sakındırmak, doğruca surat asmak bunların hepsi vardır ama ben incelikten ve eserden yanayım…

Şiirle iç içeyim. Hayatım şiirimdir. Yaşıyorum ve yazıyorum…

Diğer yandan toplumsal değişimlerle ilişkili şiirlerinizde var. Şunu sormak istiyorum: Bugün yazılan şiirle, toplumsal gerçek arasında nasıl bir bağ var?
Bu gün de toplumsal gerçekçi şiirler yazılıyor. Metin Önal yazıyor, Cahit Koytak çok güzel yazıyor. Osman Konuk, Osman Özbahçe yazıyor. Ben yazıyorum, başka şair arkadaşlar peşini bırakmıyor. Toplumsal değişiklikler şairlerin gözünden kaçmıyor öncelikle. Birçok şiirim güncelin de yoğrulmasıyla söylenmiştir. İyi gözlenir, irdelenir ve hangi meseleye tekabül ettiği bilinirse şiirimi anlamak kolaylaşır. Düz okumalar yapıldığı için bilinmezler hanesinde gibi algılanıyor sanıyorum. Şiirim karşılığı olan bir şiirdir.

Bu günün toplumsal gerçekliğinin şiirle bağ kuramaması diye bir şey yok bence. Şiir bu durur mu hiç. Şairin mizacı muhaliftir zaten. Şudur mesele, daha ritimli şiirler yazılıyor. Şiir kendini apaçık ele vermiyor. Sanırım yok farz edilen mesele budur. Gençlerin şiirlerinde de bariz şekilde işleniyor sosyalite… Tabii genç kuşağın yazdığı şiir daha içsel duruyor. Daha bireyci takılıyor gibi. O da sosyal durumun sonucunu imliyor olsa gerek. Çünkü insana ve eşyaya bakış şekli değişiyor zamanla. 28 Şubat birçok şeyi böyle geriye çekti. Sanılır ki ileri çıkarmıştır ama değil. İçe kapanma, korku rüzgârları şaire yeni bir şiir kapısına yönelmeyi salık verdi. Beni bağlamaz bu eğilimler. Benim Hoşça Kal Hüzünbaz Çocuk şiirim tam bir 28 Şubat şiiridir. Aynı gün yazılmıştır. Cuma günüdür Üsküdar vapuruyla karşıya geçilince şiire başlanmış akşama doğru eve dönüşte son şeklini almıştır.

Şimdi de giderek ustalaşan şairler ne yapıp edip bir kenarından bulaşıyorlar toplumsal kaygılara. Şiir giderek mecrasını buluyor. Değişen siyasal tavırla birlikte şiir de tavır değişikliği içine giriyor…

Uygarlık farkları da yer alıyor şiirinizde… Amadeus şiirini Mozart ve Mustafa Itri Efendi üzerinden bir karşılaştırma olarak okuyabilir miyiz?
Tabii, öyledir zaten. “Mozart Prag Yolunda” diye bir kitabı okuyordum. Okudukça beni sıkıştırdı şiir, okudukça bir Amedeus ritmi çevremi sardı. Kitap bitmedi ama şiire başladım. Şiirin bittiğini sandığımda baktım ki şiir bitmemiş. Aynı çağda yaşıyorlar Mustafa Itri ile. Yalnız Mozart Pragda iken Itri merhum olmuştur kaydını düşelim. Elbette Itri bizim vazgeçemeyeceğimiz büyük bir bestecimizdir. İkisi yan yana gelince tamamdır derken, şiir kulağıma fısıldar gibi gene bir şeylerin eksik kaldığını işaret ettiğinde bir film izliyordum. Film Mozartın o harikulade “kardeş olun ey insanlar” marş tarzındaki bestesiyle bittiğinde şiir şimdi tamamdır dedim ve tamamladım… Tabii daha önce de Mozartın hayatını anlatan Amedeus adlı bir film izlemiş orada Mozartın parasızlığına, ölümüne, birkaç kişiyle gömülmesine epey içerlemiştim…

Öte yandan şiir yazılmaya, tartışılmaya, yeni şairler, yeni dergiler çıkmaya devam ediyor. En azından şiir ırmağı olanca gücüyle akmayı sürdürüyor. Tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz, bugün ve gelecek, kirliliğin ipoteği altında mı yaşanacak?
İyiler ve kötülerin mücadelesi sürecek. Şiir kirli olanı, kötü olanı sevmez. Has şairler hep karşı çıkmışlardır kötülüğe. Bize hassaten yön veren ilahi buyruklar var. Onun dışına çıkamayız zaten. Bazı hatalarımız, dil sürçmelerimiz olabilir belki ama temel de şiirin bir karşı duruş eylemi içinde hayatını devam ettireceğini biliyorum. Çünkü hayır ve şer yolundan biz hayrı benimsiyoruz. Rahmani olanın izinde olacağız inşallah. Şeytanı yanımızdan kovmak için mücadele etmekten geri durmayacağız.

Evet dergiler çıkıyor. Demek ki ırmak halen akıyor. Şiir tartışılıyor, bu da iyi elbet. Şiiri kültürün başat yapıcı unsuru olarak almak lazım... Şiir çünkü dili yapılandırıyor, dili açıyor, zenginleştiriyor. Anlamayı öğretiyor insana. Onun için şiir önemlidir. Bence diğer türlerden daha önemlidir şiir…

Ben iyi şeylerin olacağını bekliyorum. Umutsuz değilim. Zaman zaman yeise düşsem dahi tekrar ümit kapısına yöneliyorum. Bu kirden, pastan kurtulmanın çarelerini hep birlikte bulmak zorundayız. Bunu tek başına şiir yapar mı? Birlikten kuvvet doğar diyorum…

İlk şiir kitabınızdan bu yana geride bıraktığınız şiir toplamınıza nasıl bakıyorsunuz?
İlk şiir kitabımı kırkbeş yaşımda piyasaya çıkardım. Şiirle iyi geçiniyoruz. Beni bırakmıyor. O da benim için bir dayanma gücü bir direnç kalesi oluyor. Birçok şeye birlikte kafa tutuyoruz. Daha ne olsun…

Siz şairler üzerine düşünen, metinler kaleme alan bir şairsiniz. Bu çalışmalarının akademik niteliği olmasa da yaşantısal yanı oldukça ilgi çekti. Oldukça beğenilen bu yazıları sürdürecek misiniz?
Sürdürmek niyetindeyim inşallah… Akademik nitelik benim işim değil biliyorsunuz. Onu ehline havale edip ben bildiğim işime bakıyorum. Yaptıklarım beğeniliyorsa mutluluk duyarım. Çünkü iyi şeyler yapmak istiyorum yaşadığım sürece…

Haber Ara