Bir tartışmanın hikayesi: Dekadanlar
Dekanlık meselesi, edebiyat tarihimizin Servet-i Fünun Dönemi olarak adlandırılan, zaman olarak çok kısa, fakat edebi verim bakımıkndan zengin bir devresinde yaşanmış bir tartışmadır.
17 Yıl Önce Güncellendi
2009-07-20 14:56:00
Türk edebiyatını biraz'ölçüsüz' sayılabilecek bir şekilde Batılaştırmak isteyen bir grup genç şair ve yazarın, yine Batılaşma yönündeki Tanzimat yazarlarının bir temsilci olan Ahmet Mithat Efendi tarafından eleştirilmesi ile başlayan ve devrin diğer birçok şair ve yazarının da katılmasıyla genişelyen bu tartışma yaklaşık dört yıl boyunca devam etmiştir.Servet-i Fünun şair ve yazarlarının ve karşıtlarının bir tür birbirini murakabesine hizmet etmiş olan olan bu tartışmanın Türk edebiyatı için bazı bakımlarından yararlıolduğu kabul edilebilir.Fakat aradan zaman geçtikten sonra bu tartışmanın daha çok Servet-i Fünuncuların zaviyesinden yorumlandığı görülmektedir. Dekadanlık tartışmasını Fazıl Gökçek ile konuştuk.
Öncelikle kitabınıza ad olan dekadan kavramından başlayalım. Nedir dekadan kavramı?
Bizim edebiyatımızda Servet-i Fünun’cular veya kendi zamanlarında daha yaygın kullanılan bir adlandırmayla Edebiyat-ı Cedide’ciler için kullanılan bu isim, Fransızca “decadance” kelimesinden geliyor. Decadance, inhitat, çöküş, yozlaşma demek.
Sanatsal tercihleri ve beğenileri bakımından kavramın soy kütüğünde Fransız edebiyatına dair tartışmalar da var değil mi?
Evet, tabii. Fransa’da 19. yüzyıl sonlarında şiirde alışılmış üslubun dışına çıkan, yeni ve anlaşılmaz imgelere yer veren, daha sonra Sembolizm akımının içinde yer alacak bazı şairler için kullanılmış. Tanzimat’tan sonra birçok bakımdan Fransız edebiyatını ve oradaki tartışmaları izleyen bizim edebiyatımızda da Ahmet Mithat Efendi’nin bir yazısında Servet-i Fünun’cuları suçlamak için kullanmasıyla bir tartışmanın başlamasına sebep olmuş.
Osmanlı uygarlığının son yıllarında ortaya çıkmış olması bakımından bir çöküş tartışması gözüyle de bakılabilir mi bu kavrama?
Tanzimat’tan sonra edebiyatımızda yaşanan bir çöküş müdür bir yenileşme midir? Bu döneme aynı zamanda “yenileşme dönemi Türk edebiyatı” da diyoruz. Aslında dekadan kavramının gerçek anlamı bu tartışma içerisinde biraz değişmiş gibi görünüyor. Servet-i Fünun’cular, Tanzimat’la başlayan yeni şiir ve nesir üslubunun dışına çıktıkları için Ahmet Mithat tarafından Dekadanlıkla suçlanıyorlar, yani yeninin içinde biraz aykırı diyebileceğimiz bir üslup benimsedikleri için. Unutmayalım ki Ahmet Mithat Efendi de bir Tanzimat yazarıdır, yenilikçi bir yazardır ve Divan edebiyatına ve onun üslubuna en az Namık Kemal kadar düşmandır. Ne var ki Ahmet Mithat’ın yanında tartışmaya katılanlar içinde onun kadar yenilikçi olmayanlar ve Muallim Naci’nin son dönemlerinin etkisinde eski edebiyat alışkanlıklarını savunanlar vardır. Ahmet Mithat, Muallim Naci’yle de bu eskilik yenilik meselesi dolayısıyla kavga etmiş ve gazetesinden kovmuştu. Yani bu aslında çok karışık bir mesele. Dekadance, belirttiğim gibi, inhitat, yozlaşma demek. Oysa Servet-i Fünuncuların yaptığı yenilikte aşırılık. Bu yüzden esasında bu kavram üzerlerine belki de tam oturmuyor. Zaten bu yüzden de çok tutmamış ve üç dört yıldan sonra artık kullanılmamıştır.
Tartışma kimler ve hangi dergiler etrafında yapılmıştır?
Tartışmayı başlatan Ahmet Mithat Efendi. Onun Sabah gazetesinde yayımladığı “Dekadanlar” başlıklı yazıyla başlıyor tartışma. 1897 yılının mart ayında. Hace-i Evvel, bu yazıda bazı yeni şair ve yazarların yazdıklarının anlaşılmadığını ileri sürer. Bu yazıda Fransız edebiyatındaki tartışmalardan hiç söz edilmemiştir, ama bu yeni şair ve yazarların Fransızca düşünüp Türkçe yazdıkları, dolayısıyla taklit bir edebiyat meydana getirdikleri iddia edilmiştir. Yazının muhatabı olan şair ve yazarlar, 1890’lı yılların başlarından itibaren Hazine-i Fünun ve özellikle Mektep mecmualarında yeni tarzda şiir, hikâye vb. ürünler yayımlıyorlar. Daha sonra 1896’da Recaizade Ekrem’in yönlendirmesiyle Ahmet İhsan’ın çıkardığı Servet-i Fünun dergisi etrafında bir araya geliyorlar. Diğer taraftan daha çok Muallim Naci’nin tesir dairesi altında olan ve Malumat, Terakki, İrtika, Servet gibi dergi ve gazetelerde yazan bazı şair ve yazarlar ise Servet-i Fünun’cuları Türk edebiyatının genel gidişine aykırı üslupları dolayısıyla eleştirmektedirler. Fakat bunun ateşli bir tartışmaya dönüşmesi, o zaman herkesin bir otorite olarak kabul ettiği Ahmet Mithat’ın söz konusu yazıyı yayımlamasıyla olmuştur. Bir bakıma Servet-i Fünun karşıtları Ahmet Mithat’tan güç almış ve itiraz veya saldırılarını yoğunlaştırmışlardır. İsim vermek gerekirse bu tartışmanın bir tarafında Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Halit Ziya, Hüseyin Cahit vd. gibi Servet-i Fünun’cular, diğer tarafında ise Ahmet Rasim, Halil Edip, İbnürrıfat Samih, Mehmet Celal gibi yazarlar vardır. Ahmet Mithat yazısını yayımladıktan sonra adeta kenara çekilmiş ve seyretmeye başlamıştır. Bir iki yazısında birkaç küçük değinme dışında bu tartışmaya çok fazla katılmamıştır. Ama sonra, 1898 yılı sonunda Tarik gazetesinde çıkan “Teslim-i Hakikat yazısıyla tartışmayı bir bakıma bitiren yine o olmuştur.
Ahmet Mithat Efendi eleştirilerinde nasıl bir mantık geliştirir?
Ahmet Mithat Efendi’nin mantığı şudur: Türk edebiyatı, Şinasi ile, Namık Kemal ile başlayarak bir yenileşme yoluna girmiştir, “sahih” bir edebiyat olmaya başlamıştır. Şairlerin, hikâyecilerin, tiyatrocuların yazdıklarını okuma yazma bilenler –ki zaten sayıları çok değildir- okuyup anlamakta ve yararlanmaktadırlar. Bu edebiyat belki biraz kurudur, estetik boyutu zayıftır, ama yavaş yavaş gelişmektedir. Okuyucu da yavaş yavaş eğitilmekte, daha edebî eserler istemektedir. Dolayısıyla bunlar birbirini besleyecek ve edebiyatımızın gelişmesini sağlayacaktır. Burada ihmal edilmemesi gereken şey, edebiyat eserlerinin okuyucu tarafından, ama bir grup azınlık değil, geniş okuyucu kitlesi tarafından anlaşılmasıdır. Geçimini yazdığı romanlardan sağlayan bir yazarın böyle düşünmesi son derece anlaşılabilir bir durumdur. Servet-i Fünuncular ise kaç kişi tarafından okunduklarına çok fazla önem vermiyor ve adeta kendileri için yazıyor gibi görünmektedirler. Ahmet Mithat’ın böyle bir tavrı kabul etmesi mümkün değildi elbette. İtirazının temeli budur sanıyorum.
Peki, klasikler meselesi bu tartışmaya nasıl dâhil olur?
Klasikler esasında ayrı bir tartışmadır. Hangi yazarların klasik sayılması gerektiği üzerine bir tartışmadır ve bu da yine Ahmet Mithat Efendi’nin bir yazısıyla başlamıştır. Bu tartışmanın Dekadanlık tartışmasıyla doğrudan değil dolaylı bir ilgisi vardır. Ahmet Mithat Efendi, Klasikler meselesiyle ilgili seri yazılarından birinde sözü Dekadanlığa getirmiş ve dünya edebiyatında klasik olarak kabul edilen yazarların en belirgin vasıflarının “anlaşılırlık” olduğunu, Dekadanların yazdıklarının “edebiyat-ı sahiha”dan sayılamayacağını, dolayısıyla da hiçbir zaman klasik vasfını kazanamayacağını söylemiştir. Böylece Dekadanlık meselesi ile Klasikler meselesi arasında bir ilişki kurulmuş olur.
Dekadanlar tartışmasının, Ahmet Mithat Efendi'nin dekadanları beğendiğini söyleyen bir yazısıyla kapandığını öne süren çıkarımları nasıl anlıyorsunuz?
Kitapta da belirtmeye çalıştığım gibi, edebiyat tarihlerimizde ve bu konudan söz eden kaynakların çoğunda, Ahmet Mithat Efendi’nin “Teslim-i Hakikat” yazısıyla önceki yazısında söylediklerinden geri adım attığı, Servet-i Fünun’cuların “hakk”ını “teslim” ettiği, böylece bu tartışmanın kapandığı belirtilmektedir. Ben de bu konuyla özel olarak ilgilenmeye ve tartışma ile ilgili yazıları ilk elden okuyuncaya kadar böyle biliyordum. Fakat Söz konusu yazıları ve özellikle de Ahmet Mithat’ın “Teslim-i Hakikat” yazısını ilk elden okuyunca gerçeğin pek de öyle olmadığını gördüm. Ahmet Mithat o yazıda diyor ki, son zamanlarda Halit ziya gibi, Cenap Şahabettin gibi yazarlarımızın yazılarını okuyor ve çok beğeniyorum, anlaşılan bir süre sürüden ayrılan ve Dekadanlık vadilerinde dolaşan bu yazarlarımız, -yazarın kendi ifadesiyle- “sürüden ayrılan koçlar gibi” yeniden sürüye dönmüştürler. Bu şekilde yazdıkları sürece bu yazarlara hiçbir itirazımız yoktur. Ahmet Mithat’ın söylediği özet olarak bu! Bunu söylerken şu fikirden veya kabulden hareket ediyor: Tanzimat’la birlikte edebiyatımız yenileşmeye başladı, bu yenileşmenin içinde ve öncüleri arasında ben de vardım. Bizimle birlikte birçok yazar ve şair de buna hizmet etti. Fakat sonra bir grup şair ve yazar, yani Servet-i Fünun’cular bu yenilik yolundan, bu çizgiden saptılar, sürüden ayrıldılar, aykırı vadilere gittiler, sonra da hatalarını anlayıp geri döndüler. Bu böyledir, bu hakkı teslim edelim. Yani ona göre burada “teslim” edilmesi gereken “hak” kendisine ve kendisi gibi düşünenlere aittir. “Teslim-i hakikat”in ilk ve asıl anlamı bu. İkinci bir anlamı da, “Cenap Şahabettin ve Halit Ziya gibi yazarlar son noktada çok güzel, anlaşılır yazılar yazıyorlar, bu “hakk”ı da “teslim” edelim”dir. Yoksa genellikle sanıldığı gibi Ahmet Mithat, ben daha önce onları suçlamıştım, ama yanılmışım, şimdi haklarını teslim ediyorum demiyor.
Tartışma ne zaman bitiyor?
Tartışma Ahmet Mithat’ın “Teslim-i Hakikat” yazısından sonra bir süre daha devam ediyor. Burada ilginç bir husus daha var: Ahmet Mithat’ın yazısı kendi zamanında da bazı yazarlar tarafından yanlış yorumlanıyor. Mesela Tevfik Fikret bu yazıyı bir tür özür dileme gibi anlıyor ve Ahmet Mithat’ın uzattığı eli sıkmakta tereddüt etmeyeceklerini, ama öpmeye de niyetleri olmadığını söylüyor bir yazısında. Ahmet Mithat’ın “Dekadanlar” yazısındaki görüşlerini savunan, ama “Teslim-i Hakikat”ta söylediklerine katılmadığını belirten bir iki yazı da yayımlanıyor. Ahmet Mithat bu noktada bir açıklama yapmıyor, ama daha sonra Dekadanlık tartışmasında onun yenildiğini ileri süren bir yazıya cevap veriyor ve kendisinin o tartışmada haklı çıktığını, geri adım atmadığını belirtiyor. Sonuç olarak 1897 başlarında başlayan tartışma 1899 yılı sonlarında bitiyor. 1900 hatta 1901 yılında da tek tük bazı yazılarda bu konuya değinildiğini, hatta bu tartışmanın yeniden alevlendirilmeye çalışıldığını görüyoruz, fakat bunlar etkili olmuyor veya bir karşılık bulmuyor.
Dekadanlık meselesi Türkçe edebiyat dünyasında nasıl ele alınmıştır?
Bu tartışma edebiyat tarihlerinde yukarıda belirttiğim şekilde ele alınmıştır. Konuya biraz Servet-i Fünun’cuların zaviyesinden bakıldığını söyleyebilirim. Belki bunun sebebi Halit Ziya, Hüseyin Cahit gibi yazarların hatıralarını yazmaları ve edebiyat tarihçilerini bir bakıma yönlendirmiş olmalarıdır. Hüseyin Cahit, Kavgalarım adlı kitabında bu tartışmaya geniş yer ayırmış ve o zamanki görüşlerini bu kitapta da hararetle savunmaya devam etmiştir. Halit Ziya da Kırk Yıl’da bu döneme ve bu tartışmaya yer verir. Fakat o dil konusunda yanlış bir tutum içinde olduklarını belirterek bir özeleştiri de yapmıştır.
Peki, Birol Emil’in çalışmasının önemi nedir?
Birol Emil’in çalışması bir mezuniyet tezidir. Ama bir mezuniyet tezi için çok iyi bir çalışmadır. Hatta bugünkü birçok yüksek lisans tezinden daha başarılıdır. Konuyla ilgili yazıların çoğunu görmüş ve yeni harflere aktararak bir araya getirmiştir. Bu konunun uzun yıllar çalışılmamış olmasının bir sebebi de Birol Emil’in akademik hayata intisap etmesi dolayısıyla onun bu malzemeyi kullanarak bu tartışmayı bir inceleme eseri olarak kaleme alacağı beklentisidir. Doğrusu ben de bu sebeple başlangıçta epey tereddüt ettim. Fakat aradan çok uzun zaman geçmesi dolayısıyla artık bu çalışmanın yapılması gerekir diye düşündüm. Kitap da böylece ortaya çıkmış oldu.
Eksiklik ya da yanlışlıkları var mı bu çalışmanın?
Belirttiğim gibi, bu bir lisans tezi. Yani bir üniversite son sınıf öğrencisinin yaptığı bir çalışma. Dolayısıyla onu bugün akademik ölçütlerle eleştirmek doğru olmaz. Kaldı ki belirttiğim gibi mevcut malzemeyi çok titiz bir şekilde ortaya koymuş ve bu konuda çalışacakların işini çok kolaylaştırmıştır. Ben tabii tartışmayla ilgili yazıların orijinallerine ulaşarak onlardan çalıştım, ama yazıların çoğunun künyelerinin bu çalışmada verilmiş olması işimi çok kolaylaştırdı. Orada bulunmayan bazı yazılar da var tabii, ama bir lisans tezi için bu çok normaldir.
Türk edebiyatını radikal biçimde Batılılaştırmak isteyen bir grup edebiyatçının bu hikâyesine bu günden baktığımızda nasıl bir sonuçla karşılaşırız?
Servet-i Fünun, edebiyatımızın Batılılaşması tarihi içinde önemli bir dönüm noktasıdır. Büyük bir üslup değişikliğinin yaşandığı bir dönemdir. Böyle bir değişim daha önce Şinasi ile olmuştur. Daha sonra Garip şiiri ile yine edebiyatımızda böyle büyük bir değişim yaşanmıştır. Servet-i Fünun da onlar kadar önemlidir. Servet-i Fünun’cuların yaptığını sadece bir aşırılık olarak görmemek gerekir. Aşırılıkları var tabii, bunların bazılarından kendileri de sonra pişman oluyorlar. Her yenilik gibi tepkiyle karşılaşıyor, bu tepkilerle biraz kendisine çeki düzen veriyor belki. Ahmet Mithat’ın çıkışının buna hizmet ettiği anlaşılıyor. Yani bu tartışma çok yararlı olmuştur. Servet-i Fünun’cuların aşırılıklarının törpülenmesine yol açmıştır. Dediğim gibi bazı bakımlardan aşırıya gittiklerini kendileri de kabul ediyorlar. Ama getirdikleri büyük kazanımlar da var edebiyatımıza. Unutmayalım ki, edebiyatımız Tanzimat’la birlikte Batılılaşma yönünde bir değişim geçirmeye başladı. Bu bir vakıadır. Servet-i Fünun da Batılılaşma yönünde bir atılımdır. Genellikle sanıldığı gibi dil bakımından da bir geriye dönüş söz konusu değildir. Dillerinde Arapça ve Farsça kelimelerin sayısı artmıştır, doğru, ama bu onların dilini eski yapmaz. Kullandıkları kelimeler ve terkipler yenidir. Ve zaten fazla yeni oldukları için, yenilik yolunda fazla hızlı gittikleri için eleştirilmişlerdir. Ahmet Mithat’ın eleştirisi de bir yönüyle bu bakımdandır. Ama her zaman olduğu gibi kraldan çok kralcılar vardır ve bunlar Servet-i Fünun’cuları bu tartışma içerisinde Ahmet Mithat’ın onaylamayacağı bir üslupla ve bir seviyeyle eleştirmişlerdir. Bu yazarların ve bu yazıların çoğu bugün unutulmuştur. Ben de kitapta belli bir düzeye ve ciddiyete sahip bulunmayan eleştirilere çok fazla yer vermemeye çalıştım.
Söyleşi için teşekkür ederim. . .
SON VİDEO HABER
Haber Ara