BBaşbakan Yardımcısı Bülent Arınç'tan 28 Şubat, CHP, darbe ve muhtarılarla ilgili çarpıcı açıklamalar...
Röportaj: Seda ŞİMŞEK
Şayet bir 'Çiçek' vakası olmasaydı 30 Haziran'da yapılan MGK Toplantısı'na dair tartışacağımız en önemli konu Bülent Arınç olacaktı.
Tartışmaların ekseni de 'hodri meydan' diyen bir siyasetçinin MGK'da neler konuşacağı olurdu. Kendi ifadesiyle MGK'ya katılması 'bir lütuf' değil, ama hepimiz onun bu ilk toplantısında yaşadıklarını merak ediyorduk. 30 Haziran'da kimilerince 'tarihi' olarak nitelendirilen, bir çok televizyon kanalında 'olağanüstü' bir toplantı olarak takdim edilen o MGK Toplantısı'nın en kritik ismi izlenimlerini aktardı.
İnandıklarında, kanaatlerinde, düşündüklerinde hiçbir değişiklik yoktu. Hepimizin bildiği Bülent Arınç. Kimseyi yanıltmayacağı muhakkak. Hangi pozisyonda olursa olsun inandıklarını savunan Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Bülent Arınç ile son günlerin en çok tartışılan konularını enine boyuna konuştuk...
Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Bülent Arınç, BUGÜN'e çarpıcı açıklamalarda bulundu...
DARBE VE MUHTIRALARIN BiR SEÇiMLiK CANI VAR
Darbelerin Türkiye'nin imajını perişan ettiğini söyleyen Başbakan Yardımcısı Arınç, 'Türkiye'de artık darbe olmaz, kaldı ki darbelerin, muhtıraların yine bir seçimlik canı vardır. Sonunda halka gidildiğinde nasıl bir tepki verdiğini hepimiz biliyoruz' dedi...
Yıllar sonra MGK toplantısına katıldınız, neler hissettiniz?
Toplantı başında alınan görüntülerde gülümsüyordunuz. Ben çok mütebessümdüm ama, bir gazeteci 8 saatin sonunda, durgun bir ifade ile çıktığımı fark etmiş. Saat 1.5'ta girdiğimiz bir toplantıdan akşam 9'da çıkarken bizi durgun bulmuş arkadaşlar. Çok şükür ki bu saçmalığa kimse uyup da üzerine bir yorum yapmadı.
Kavga toplantısı değil
MGK Toplantısı denilince siyasetçileri terleten bir toplantı algılaması var.
MGK 2001'de en son yapılan değişiklikle, belli bakanların, belli kuvvet komutanlarının, ilgili şahısların katılabildiği, Türkiye'nin güvenliğinin ve Milli Siyaset Belgesi'nin konuşulduğu, tartışıldığı bir toplantıdır. Çok medeni ölçüler içinde bu toplantılar yapılır, orada alınan kararlar varsa bunlar hükümete bildirilir, hükümet bu tavsiye kararlarını dikkate alır. 2001 değişikliğinden sonra artık MGK toplantıları bir kavga toplantısı olmaktan çıkmıştır.
Demokratik teamüller işliyor mu?
Özellikle demokratikleşme süreci içinde ben ilk defa katıldığım MGK Toplantısı'nın da bundan öncekilerin de çok önemli demokratik ölçütler içerdiğini, toplantılarda çok nazik ve terbiyeli ifadelerle herkesin düşüncesini rahatlıkla ifade edebildiğini biliyorum.
Askerin görevi bellidir
Size göre Türkiye'de geçmişten bu yana yaşanan asker - sivil gerginliğinin kaynağı nedir?
Sussam gönül razı değil, söylesem faydası yok. Siyasetçiler, kesinlikle askerin kendi görev alanı içerisinde kalmasına inanmalı. Bu görev alanı nedir? Yurt savunmasıdır. Bağımsızlığımızı koruyacak olan askerimizdir. Bu uğurda şehit de, gazi de olur. Geçmişten bu yana askerimize verdiğimiz değer ordu millet anlayışını Türkiye'de hakim kılmıştır. Sayın Genelkurmay Başkanı da zaten bir konuşmasında orduya peygamber ocağı ismini takan milletin haksız olmadığını söylemiştir.
Yurt savunması askerin işidir. Ben de görev düşerse bu savunmaya katılabilirim, ama onun asli vazifesidir. Onun dışında sivil hükümetlere müdahale etme, ekonomi, dış politika, tarım, bankacılık, 'şu pakttan çıkalım, bu pakta girelim', 'Kuzey Kıbrıs'ta şunu yaparsanız kabul etmeyiz', 'Ermenistan'la ilgili böyle bir şey yapamazsınız' gibi görevler Silahlı Kuvvetler'e verilmemiş. Düşüncelerini ifade edecek mekanizmalar vardır, istişareler yapılır, fikirler alınır, ama sonunda karar verme sivillere, hükümete aittir. Ülkenin yönetimi sivil hükümetlerdedir. Bu da anayasanın bir gereğidir.
Artık darbe olmaz
Sorumluluk sivil iktidarlarda diyorsunuz.
Sivil hükümetler başarısız olursa karşılığını halktan görür. Sivil hükümetler başarısız olunca onun üstünde bir vasi veya vesayet makamındaki bir kişi, 'Yanlış yaptın, geç bakalım senin yerine ben geleceğim' diyemez. Siyasette, demokrasilerde iktidarlar seçimle, sandıkla el değiştirirler.
Dönüp dolaşıp darbeleri tartışıyoruz ama...
Türkiye'de artık darbe olmaz. Kaldı ki bu darbelerin, muhtıraların yine bir seçimlik canı vardır. Sonunda halka gidildiğinde nasıl bir tepki verdiğini hepimiz biliyoruz. Darbeler, muhtıralar Türkiye'ye çok önemli yılları kaybettirmiştir. Türkiye'nin itibarını perişan etmiştir. Türkiye geride kalmıştır.
28 Şubat sürecinin sadece ekonomik anlamda maliyeti 40 katrilyon liradır. Darbeler dönemi kapanmıştır, muhtıralardan da artık vazgeçildiğini görüyoruz. Sayın Genelkurmay Başkanı'nın, kuvvet komutanlarının en azından muhtıra anlamına gelebilecek, sivilleri, Türk toplumunu rencide edebilecek davranışlardan özenle kaçındığını düşünüyorum.
MGK?ya katılmam bir lütuf değil
MGK'ya katılmanız halk iradesinin bir yansıması mı?
Başbakan Erdoğan, bu partinin kurucusu, bu partiye hayat veren önemli bir lider, seçime 1 ay kala seçime girme hakkı elinden alındı. İktidar olmuş partinin genel başkanı başbakan olamadı. Demokrasi, halk desteği sorunu çözdü. Hepimiz bu noktalardan geldik. Ben 1985'de DGM'de yargılandım, 4 sene 2 ay ağır hapis cezası aldım, 1.5 sene Eskişehir'de sürgün verdiler, 2 sene sonra beraat edebildim. Bu noktalardan gelmiş insanın sonunda MGK'ya da girmesini demokrasi içerisinde normal bir gelişme olarak görüyorum. Ama, bunu zafer olarak göstermem, buna inanmam.
Ben hükümete girmeye talipli olan bir insan değildim, eğer girmemiş olsaydım böyle bir şey söz konusu olmayacaktı. Ama, girmişsem de bir Başbakan Yardımcısı sıfatıyla MGK'ya katılma hakkım varsa, bu bir lütuf değil. Bu benim görevimle ilgili bir konudur. Böyle bir zeminde benim bulunmam en azından bu toplantılardan istifade etmem anlamına gelir. Ben demokrasinin normal bir gelişmesi olarak görüyorum. Türkiye bunu da başardı.
Türkiye?deki darbeleri CHP destekledi
Türkiye'deki bütün darbelerin ardında CHP'nin olduğunu iddia eden Arıç, 'Sivil siyasete müdahale kabul edilen her davranışa CHP sahip çıkmıştır' dedi...
Askerin, sürekli tahrik altında olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İsmet Paşa, 'Demirel'in iki önemli gücü var, birisi Konya Müftüsü Tahir Büyükkörükçü'dür' demiştir. Menderes de sivil siyasetçiler tarafından suçlanmıştır. Yani Türkiye'de CHP geleneği hangi kılığa bürünürse bürünsün İttihat ve Terakki'den bu yana rakiplerini irtica tehdidi ile yok etmeye çalışmıştır.
CHP; irtica, Cumhuriyet, rejimi koruma ve kollamak konusunda çok duyarlı olduğu bilinen Silahlı Kuvvetler'nin arkasına sığınarak siyaset yapıyor. Geçmişte bilinen, 'CHP + ordu = iktidar' formülünün belki 27 Mayıs'ı gördükten sonra daha güçlü bir şekilde varlığı kabul edilmiştir. Bugüne kadar TSK tarafından sivil siyasete müdahale olarak kabul edilebilecek her türlü davranışa CHP sahip çıkmıştır. Sayın Baykal, 28 Şubat sürecinin de neredeyse önemli aktörlerinden birisi sayılabilirdi.
TSK'nın 28 Şubat'taki rolünü adeta bir sivil toplum kuruluşunun demokratik bir davranışı olarak yorumlamıştı. Bugün Sayın Baykal'ın çelişkilerinin temelinde de maalesef geçmişten bu yana tevarüs ettikleri davranış yatmaktadır.
Halka tepeden bakıyorlar
Aslında darbelerde veya muhtıralarda sivillerin, özellikle siyasetçilerin de rol alması bir çelişki değil mi?
İrticayı bir silah, tehdit olarak kullanmak TSK'ya yüklenebilecek bir davranış değil. Zaman zaman iktidar ortaklığı yapmış, zaman zaman muhalefette kalmış olan siyasetçiler tarafından da rakiplerine karşı büyük bir koz olarak kullanılmıştır. Bunu, Menderes çizgisinin devamı olarak baktığınız tüm siyasetçilere karşı, en son Sayın Erdoğan'da görebilirsiniz. Bizi yaptığımız işlerden dolayı Türkiye'nin yönetimindeki başarılarımızdan dolayı eleştiremezler. Açtıkları kapatma davalarındaki suçlamalardan günlük siyasetteki suçlamalara kadar her şey eşimizin başındaki örtüdür, bizim düşüncelerimizi ifade etmemizdir, bizim özel bir yaşam biçimi olarak çinde bulunduğumuz manevi ortamı eleştirmektir.
Demokratikleşme yönünde adımlar atılıyor, ama bürokratik oligarşi sanki yerli yerinde duruyor.
Biz bürokrasinin Türkiye'de bir dönem hemen hemen saltanat haline geldiğini, aşılamaz, esnetilemez bir durumda olduğunu biliyoruz. Demokratikleşme sürecinde de en büyük engelimiz halka tepeden bakan bir anlayışın devam etmesi. Ama, şimdi insan odaklı, bireysel hak ve özgürlükleri genişleten, bireyin kendi beyanlarına dayalı bir bürokrasi sistemini temel alıyoruz.
Burada bir alışma, bir kendini yenileme ve bu yeni sürece uygun davranış biçimleri mutlaka güçlendirilecektir. Bürokrasinin hantal yapısından, olmazsa olmaz yapısından, halka tepeden bakan veya hizmeti daha geciktiren yapısından biraz daha kurtulmuş olacağız.
Yeni bir siyasetçi değilim
MGK'da nasıl bir tavır sergileyeceğiniz merakla bekleniyordu.
1969'dan beri siyasetin içindeyim. Geldiğim çizgi içinde bilinen, düşünceleriyle, tavrıyla, davranışlarıyla, siyasi çizgisiyle toplumun olumlu veya olumsuz anlamda değer verdiği bir siyasetçiyim. Parlamentoda üstlenmediğim hiçbir görev yok. Pek çok şapka giydim başıma. Parlamento içerisinde çok büyük sorumluluklar taşıdım. Nerede, nasıl konuşulacağını, devlet geleneklerinin ne olduğunu çok iyi biliyorum.
Hayalleri ile kaldılar
İlk toplantınız nasıl geçti?
Zaman uzadıkça, dışarıda farklı yorumlar yapılmış olabilir, çünkü beklentiler vardı. Ben toplantıya girerken bile onlarca canlı yayın aracının Köşk'ün önünde toplandığını gördüm.Birileri bu toplantıdan geçmişte olduğu gibi bir kavga çıkmasını, bir uyuşmazlık olmasını, bunun da bildiriye yansıyacak bir kötüye gidişi ortaya çıkarmasını bekliyorlardı. Hayalleri ile kaldılar.
Siz neler hissetiniz?
Ben toplumla iç içe olan bir insanım. Toplumda aslında bu toplantıda ne olacak, Arınç ne yapacak diye bir merak yoktu. Ben, Manisa'dan dört dönemdir milletvekiliyim, Meclis'teki çalışmalarım da bellidir. Yani, benimle ilgili kanaat oluşmuştur.
'Bu adam demokrasiyi sever, demokrasi için herşeyi yapar, cesurdur, düşüncesi varsa ifade eder. Bu adam, şöyledir, böyledir', hangi konumda olursam olayım bu düşüncenin dışında benden bir beklenti olamaz. Ancak, şunu çok iyi bilirim: Her söylediğim doğru olmalı, ama her doğruyu her yerde elbette iyi bir üslup içerisinde söylemek lazım.
Her yerde konuşmam
Zaman zaman oldukça sert konuşuyorsunuz.
Belki sözlerimde geçmişte aşırılığa kaçtığım olmuştur veya böyle yorumlanmıştır. Mehmet Akif, 'Sözün odun gibi olsun, hakikat olsun tek' diyor, bu sözünü çok beğenirim ve kendime örnek alırım. Hakikatlerin konuşulmasından kimse zarar görmez. Bu doğrular bana göre doğrulardır.
Ben sadece kendi fikirlerimi ifade etmeyi savunurum, bunun karşılığında 'bu yanlıştır, bunun burası eksiktir' diyen bir insanı da elbette dinlemem gerekir. Her yerde konuşmak diye bir prensibimiz yok. Bildiğimiz bir konu olursa konuşuruz. Bir hukuki, bir siyasi konuda benim söyleyeceklerim olabilir, ama bilim ve teknoloji konularında ben kendimi çok yeterli görmüyorum.
Halk iradesi her şeyi çözer
Bülent Arınç'ın MGK Toplantısı'na katılması bir zafer mi?
Yok, efendim, çok abartılı bir yorum olur. Demokrasi, halk iradesi her şeyi çözer. Bütün diktatörlüklerin sonu seçime dayalıdır. Bir seçimlik canları vardır. Bunu dünya da Türkiye de gördü. Baskı uygulayabilir, zorla her şeyi yaptırabilirsiniz, güç elinizde olabilir, ama bir seçimlik canınız var. O seçimde millet canınıza okur. Zorla, baskıyla, cebirle, şiddetle, halkı kandıramazsınız. Bu çok önemli.
Düşüncelerinizi MGK'da ifade ettiğinizde tepki gösterilebileceği anlatılmak isteniyordu.
Bülent Arınç hakkında bilinen şey odur ki, ben düşüncelerimi çoğu zaman yüksek sesle de ifade eden, bundan çekinmeyen, doğru bildiğim yerde olmaya gayret eden bir insanım. Cesaretle düşüncelerimi ifade ederim, sağa sol bakmadan ifade ederim, ama bildiğim konular üzerine konuşurum. Ben değerli komutanlarımızın da aynı ölçüler içerisinde kendi görevlerini başarıyla yaptıklarını ve düşünceleri aynı ölçüler içerisinde söyleyebildiklerine inanırım.
BÜLENT ARINÇ KİMDİR?
Bülent Arınç, 1948 yılında Bursa'da doğdu. Manisa Lisesi'nden mezun olan Arınç, 1970 yılında Ankara Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Manisa'da uzun süre serbest avukatlık yaptı. Üniversite yıllarından itibaren siyasetle uğraşan Bülent Arınç, gençlik kolları başkanlığı, il başkanlığı görevlerinde bulundu.
Bülent Arınç 24 Aralık 1995'te yapılan Milletvekili Genel Seçimleri'nde Refah Partisi'nden Manisa Milletvekili seçilerek ilk defa parlamentoya girdi. Aynı partide MKYK üyeliğinde bulundu. Bu dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu ve Türkiye- AB Karma Komisyonu'nda çalıştı. 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan Milletvekili Erken Genel Seçimlerinde üçüncü kez Manisa Milletvekili seçildi.
19 Kasım 2002 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na seçildi. 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde dördüncü kez Manisa Milletvekili olarak parlamentoya girdi. Meclis Başkanlığı seçimlerinde aday olmadı. 1 Mayıs 2009 günü yapılan kabine revizyonunda Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı olarak kabineye girdi. Evli ve iki çocuk babası.
Bugün