Asım Öz / TİMETURK
-Ressamın Güncesi, ilk anda ismi dikkat çekiyor/merak uyandırıyor. Önce Ressamın Güncesi adından başlayalım. Niçin bu adı koydunuz kitabınıza?
- Doğru sözcükleri kullanma konusunda ne kadar titizsem, hurufatın kaligrafisi, seslerin gücü hep ayartıcı gelmiştir. Bir sözcük zihnimde ne kadar çok tanım bulabiliyorsa, hayalimi ne kadar zorluyorsa öylesine vazgeçilmez oluyor.
Sorunuzun yanıtına gelince; uzun yıllar resim yaptım, hatta öğretmenliğe tercih ettiğimden midir nedir bende garip bir mirasyediciliği vardır. Zor yıllardı hiç şüphesiz (hâlâ da zor ya) Açlığı ve sefaleti tercih etmenin yazınsal bir egzotizmi oldu hep. Bunun pratikte de bir karşılığı olmak zorundaydı. Yaşamsal olma ihtimali olanlarla hayallerimi birleştirerek düşle gerçeğe ortak bir payda aradım durdum. İlkokul yılları benim resme ve şiire aynı zamanda hikâyeye merak duyduğum, yangından mal kaçırırcasına, naif bir heyecanla paldır küldür okuduğum, yazdığım, çizdiğim yıllardır. Ortaokulda kitaplarımın sırtını 45 derecelik açı ile görebileceğim küçük bir kütüphanem bile olmuştu. Dünyayı kurma merakı ile birlikte ?günlük tutma? alışkanlığım da başlamış oldu. Bir vakanüvis gibi bana ait olanı, çevreme, ülkeme, dünyaya ait olanı günü gününe kaydettim. Eleştirdim, yorumladım, iç döktüm.
Seksenli yılların ikinci yarısı, şiire mola verdiğim, resme saldırdığım zaman dilimidir. Yolculuk, bir yerden bir yere göçmenin dayanılmazlığı ve egzotizmi bana hep ayartıcı gelmiştir. Günlüklerime aynı zamanda resim eskizlerimi çizer, yazı şiir taslaklarımın notunu da düşerdim. O yıllarda resimsiz, tütünsüz, kahvesiz bir hayat düşünemezdim.
80?li yıllar hayatımı fırça ile kazandığım, salaş, başıbozuk ve zor yıllar olmasına rağmen; bu zoru umursamıyordum bile, demir kısrağımın yürümesi için benzin paramın olması yetiyordu, motosikletimle muhteşem bir ikiliydik.
Tüm zamanım fırçanın peşinde, renklerin ve sözcüklerin ayartıcılığında geçiyordu.
Fail ressam olunca, fiil de hiç şüphesiz resim olacaktır, maruzatımız da anlatımız olsun istedik.
-Tür olarak anlatı diyorsunuz. Anlatı nedir?
Yazınsal düzlemde anlatılanlar olsa gerek. Hikaye etmekten daha başka bir şeydi yaptığım. Karakterler başattır ve özellikle vardır, orda olması gerektiği için ordadır, tesadüf olmadığı gibi metin içinde etkin ve belirleyicidir. Hayatın içinde daha çok var olan, göstermeyen, öykünmeyen bir tür sanırım. İmgeselliği, poetik tarzı ile hikaye değiller, roman değiller, daha sonra üstüne üstüne gittiğim ?mesel? geleneğine biraz daha yatkın.
-Anlatıcı anlattığı öyküde kişi olarak da yer aldığı için özöyküsel de olduğunu söylemek gerekir mi Ressamın Güncesi?ne?
Hiç şüphesiz. Anlatı ve mesellerimin çoğu otobiyografik işlerdir. Bilinçaltı şeytani ve narsistir. Ben?in ölümsüzleştirme çabasıdır. Kadim Ölüler Kitabı?nda ölüm insanla tanrısal olan arasındaki sınır olarak tanımlanır. Yazar tam burada devreye giriyor, kendini ölümsüz kılma projeleri üretiyor. Fail benim, can çekişen ayrıntılar, aman vermez lodos, bileği taşına kalbini tutan çilingir, paletteki mor sarı boya, azat buzat kuşları, gece yağan kar...
Hayatlardan kesitler. Bu kesitleri yaşanana dönüştürme projesi yazarın baht koyucu kimliğini öne çıkartıyor. Çetrefil ve zor bir araf.
Bölümlerin ve kitabın 'girişi' ya da 'sunumu'nda yer alan epigraflar üzeride duralım biraz. Niçin bu kadar epigraf var?
Çok mu? Ötekileri yok saymayıp ?ben?i öteleme seansları daha yalın değil mi? Yazınsal gelenekten beslenirken, geleneğin moderne evrimle sürecinde ucu bucağı sonsuzda bir edebiyat tarihi atlası çıkıyor karşımıza. Bana göre metinlerarasılık yazınsallığın bulağıdır. Bunu ne kadar inkâr edersek edelim, intihal, nazire, tevarüd diye adlandıralım, bu süreç moderne evirilmenin yazınsal gerçeğidir. Geçmişteki yazarlarla ve şairlerle süren ilişkilerimiz ve ruh akrabalığımız yeni olanı inşa ederken, temeli sağlam tutmaktadır. Yirmi yedi asır önce söylenen; ?Dünyada söylenmemiş söz yoktur!? savı belleklerde iken, fareye dağ doğurtmanın beni ikna edecek bir mantığı olamaz.
O halde, epigraflar metinle aramızdaki köprüyü, ilişkiyi netleştiriyor. Halden anlayıp, edeple hal olurken, ustamızı da yad etmenin etik olmayan yanı mı var?
An?lar vardır tarihe şerh düşerken yaralar insanı. Bu kitabı baskıya hazırlarken orta doğudaki infialle çalkalandık. Filistin; kundaktaki bebesine katil olmayı öğreten İsrail?in bombardımanı altında inliyordu. Bu talihsiz saldırıda kadınlar öldü, çocuklar öldü, yaşlanabilmeyi başaran erkekler öldü.
Jean Genet; ?Mezarlığımızı bombaladılar! Bütün ölü kemikleri havaya savruldu,? diyordu. O yaşayan bir tanığıydı bu katliamların. O anki duygusallığım, infial ve söylenmiş sözler düştü ölülerin hece taşına.
?Ressamın Güncesi? ikinci baskı. 1994 yılında ?Sızıdır Beyoğlu İbranice Yazılsa da? adıyla Gelecek patentiyle çıkmıştı. İlk soruya zeyil olarak eklemek isterim ki; İlk baskıdaki ?İbrani? sözcüğü rahatsız etti beni. Soykırımı meşrulaştıran bir zihniyete tepki vermek durumundaydım. Ne kadar uzak ne kadar yakınlığını sorgulamadım bile. Peygamber katili bu kavim Müslümanlar olmasaydı tarihten silinme realitesini görmezden gelerek, iyiliğe kemliğin de ibret verici örneğini sergilediler, sergiliyorlar.
Kitabı hazırlarken, o yıllarda yazılmış unutulan iki metnimi bulmuştum; ?M.Bakır?ın hikâyesi? ve ?Hariçten Gazel?. Mevcut metinleri yeniden düzenledim ve yeni baskıyı oluşturmuş oldum.
Bütün cümleler küçük harfle başlıyor. Niçin?
Bu eylem çok erken yaşlarda başladı bende. ?çıkın? isimli bir edebiyat dergisi çıkartmıştım öğrenciyken. Dergideki tüm hurufat küçük harfle dizilip, basılmıştı. Büyük harf zorunluluğunun adına ?hurufat yorulması? diyordum. Dizgiler elle yapılırdı ve büyük harfleri kumpasa yerleştirmek için kavalette ayrı bir yol kat ediliyorduk.
Cabulka?yı okuyan bir okuyucum bana, romanda hiç büyük harf olmadığını romanın ortalarına gelince fark ettiğini yazmıştı.
İmdi!..
Ben başka sorular sorayım o halde, neden büyük? Gerekliliği ne? Hüsamettin?in, Trabzon?un özel isim olduğunu bilmeyen mi var? Büyük ?T?de farklı, küçük ?t?de farklı sesleri mi simgeliyor? Büyük harf cümle başında olmazsa, nasıl bir anlam kargaşasına neden oluyor ki? Bu konunu tartışılması, laikliğin tartışılması gibi kısır döngü olacaktır. Latince tecrübemiz henüz çok yeni, bir asır bile olmadı. Dil yaşayan bir varlıktır, hurufatlar dile hizmet eden işaretler ise, biz sesi hangi işaretle ifade ediyorsak, hurufat odur. Yeryüzünde ?a? sesinin karşılığı olan binlerce işaret var. Diğer yazı türlerini örnekleyip savımı meşrulaştıracak sentezleri de anlamsız buluyorum. Bu çoktan aşıldı sanırım, yıllar oldu, hâlâ bazı fosiller şiirden noktalamanın kaldırılışını eleştiriyor. Bu yenilikçiliği çok daha hurufî ve estetik görüyorum.
Bir metinde büyük harflerin olmaması ne kadar aykırı ve garip geliyorsa, olması da o kadar aykırı ve garip gelebilir. Medeniyet tarihi 8 bin yıllarla ifade ediliyor. Kurallar bozulmak için koyulmuştur.
Peki nasıl ortaya çıktığından söz eder misiniz? Bazı metinlerde tarih var bazılarında yok. Eski metinlerle yenilerin birbirine omuz verişi ile mi oluştu bu kitap?
Sistemli çalışmaya alışamadım gitti. Defterler, ajandalar taşırım yanımda ne gariptir ki onlara bir şey yazamam, yazsam da hiç içime sinmez. Esin perisi geldiğindeJ kağıdın beyazını bulduğum her yere: kitapların genelde son sayfaları, fatura arkasına, tülbende, gazete, kutu? boş ve beyaz nereyi bulursam yazarım ve unuturum. Böyle sistemsiz çalışmam yüzünden yüzlerce notum kaybolmuştur. Hiç umulmadık bir zamanda bir defter arasında, kitap arkasında bulduğum şiirlerim çok sevindirir beni.
Tarih düşme alışkanlığım yeni yeni başladı. Yaşlandık galiba. Bu zapturapt geleceğe bırakılan vesika olma açısından gerekli gibi duruyorsa da, okuyucuyu belli bir zaman diliminin içine hapsedip, zihin sınırlarını daraltmasını da istemiyorum.
Ama bu kitabın oluşma süreci daha farklı. Dikkatli bir okur kitabın günlüklerden oluştuğunun ayırtındadır. Hariçten Gazel ve M.Bakır?ın Hikayesi, seksenli yıllarda yazılmış daha sonra gazete arşivlerimin arasında tesadüfen bulunmuştur. Bu kitaba eklemiş oldum.
İnsan ruhunun geniş, ağrılı ovasına eğiliyor metinler? Bir de şunu ekleyeyim, bu, ontolojik boyutu çok güçlü bir anlatı, çok da bakmaya meyletmediğimiz derinlikteki ağrılı sorularla sarmalıyorsun insanı... Bir yaşantı birikimi, belli bir olgunluk bakışı bekliyor musunuz okurdan?
İnsanın, varlığın, akletmenin katmanlarında sorgulanan, sorgulatan hayatları irdelerken kendi mizanımı da kurmuş oluyor.
Aslında yazınsal müktesebatımı şiir üzerine kura geldim. Anlatı metinleri planlı ve disiplinli çalışmayı gerektirir. Bölük pörçük tarzımla pek uyuşmayan yazınsal süreç bu. Eski metinlerimin çoğu günlüklerin küçük redaksiyonlarla aktarılmasından mürekkepti. Çok emek veriyorum yazdıklarıma, mesaimin büyük bir bölümünü ayırıyorum. Ve okuyucuyu çok fazla önemsiyorum. Hiç şüphesiz bu kadar emek verilerek yazılan metnin, emek vererek okuyacak okurunu beklemesi doğal değil midir? Okur gibi yapanlarla bir kan bağım olacağına inanmıyorum. Nitelikli okurla sürüyor benim hesaplaşmam, gün geçtikçe daha bilinçli bir okurum olduğunu gözlemliyorum. Nicelik pirim vermediğim bir kavramdır.
85 tarihli ?Özer ve Kar? seksenlerde Türkiye'de yaşanan siyasi kültürel değişimi ele almayı deniyor, diyebilir miyiz?
- 80 İhtilalının mağdurlarından biriyim. Kenan Evren ve arkadaşların yapmış olduğu talihsiz ihtilâl Türk düşünce ve kültür tarihi için kara bir sayfadır. (bu vahametin sosyal ve ekonomik boyutlarına birileri mutlaka daha iyi çözümleyecektir) Soruyorum: Birkaç günde o şamata çözülebiliniyordu ise neden yıllarca birbiri kanımızı akıtmamızı körüklediler, engel olmadılar. Tetiği çeken kimdi, ipleri oynatan kim, barikatı koyan kim? Siyaseti basiretsizleştiren şeyin adını koymaktan neden korktular? Bütün o oldubittiye getirilmeye çalışılanları iki kutbun kısır polemiği ile sınırlayamayız elbette. Adalet ve demokrasi önce insan vicdanında başlar. Mangalda kül bırakmayanların nasıl tırstıklarını, yalaka, kuzu sarması olduklarını zaman içinde hep gördük. Kaybedenler direnir göründü, önlerine kemik koyulunca, kraldan çok kralcı oldular, bunu da gördük.
Kendim için, ülkem için, insanlık için ağır yıllardı. O yıllarda yazdığım tüm metinlerin arka planında bu sorunsallar konu edilir. ?Hiç?te de bu yılların travması sürer. ?Cabülka? da yolcu?yola çıkma nedenselidir. ?Hiç?te kalabalıklarda yalnızlaşan insan zihnindeki incinmenin müsebbibi gibidir.
En iyisi metinlerin olay örgüsünden, biçim/biçeminden ve kurgusundan yola çıkmak?.Peki, anlatı evreninizin merkezinde hangi sorunsallar var?
- Dışarıda korkunç bir dünya var ve kendini sorunlu haline getiriyor. Yazar ya da şair kurtarıcı değildir, belirleyici de değildir. Müdahil olacak sözcüklerin gücü nereye kadarsa o kadardır.
Meşrebim onunla benim aramdaki diyalogdur. Hiçbir şey adına kimseyi yargılamadım, yargılayamam. İnsanla ve insani olanla insanlığımızı paylaşırız, encamı budur.
Herkes kendi inancını, idealini, kötülüğünü yaşıyor, yaşasın. Doğanın dengesi böyle bir denklemle kurulmadı mı? Kabul etmekte zorlandığımız, sanırım: insanı; ideolojisi, inancı ve milliyeti çerçevesinde aşağılayanlara, zulmedenlere ve bu zulmü meşrulaştırmaya emekleyenlerin tutumunadır.
Birileri bas bas bağırsın medeniyetler ittifakı diye. Kardeşimizle, babamızla, arkadaşımızla sulh içinde yaşayamıyoruz bile, hayalini kurduğumuz ütopyanın rengi nedir?
Bırakalım hiç bir şey düzelmesin mi? Düzensiz ve despot yaşasın mı? Bunlarda değil, ama ne? İyileştirmeye ne kadar çaba gösteriliyorsa berrak suda avlanamayacağını anlayan egemen güçler bitmeyen entrikalarıyla güzelim dünyayı harabeye çeviriyorlar. Sanki 1000 yıl yaşayacaklar, sanki suya gömülen dünyanın içinde kendileri yaşamıyorlar. Bunun tek bir adı olabilir; erkin ve paranın şımarıklığı.
Herkesin yazma, okuma gerekçeleri bir değildir. Toplumsal hedefleri olan yazarlarla kişisel hedefleri olanlar bir tutulamaz sözgelimi. Sizin yazma gerekçeleriniz desek neler söylersiniz?
-: ?Bireysel?in toplumu ilgilendirmediğini mi öngörüyoruz burada? Bin yıldır tartışılıyor bu konu ve çok anlamsız geliyor bana. Yazınsal serüvenimizdeki gerekçelere sorunlarımız ve maruzatlarımız olarak bakabiliriz. Kişisel hedeflerin toplumsallık içermediğini söyleyebilir miyiz, ya da tersini? Birey olabilmek ayrıcalık ister, birey olmadan toplumu nasıl inşa edebiliriz ki?
Ben yeryüzünde eşrefi mahlûkat ve bir halife olarak kendimi ve yaptığımı önemsiyorum.
Şakul görsel ve deneysel bir anlatı aynı zamanda. Şiirde bilinen ama öyküsel metinlerde pek fazla görmediğimiz bu tarzı nasıl oluşturdunuz?Ve tabii niçin?
- Bakın yazınsal birçok alanda üreten aynı zamanda görselin, resmin içinde olan biriyim. Şakul o yıllarda yazdığım bir şiirdi. Deneysel şiirin Türkiye?de pek karşılığı yoktu. Nasıl bir koşma?yı eski kalıplarıyla söylemenin hiçbir ayrıcalığı yok, bir asır önce yapılan görsellerin tekrarının da karşılığı yoktu. Yaptığım iş orijinaldi, özgündü ama yeni bir şey değildi. Çünkü yapılan bir sanatın başı ve devamlılığı çok önemlidir. Gene işin geleneğine döndük. Eklemlenmenin neliğine, nasıllığına döndük?
Dada?cı ve paradoksçu akım beni hep etkilemiştir. Nazım?la fütürizmi algıladık. Adını bilmeden taklit ettik, şiirimize giydirdik.
Grafitti ile sokağa taşınan süreç, modern zamanlarda okumayı sevmeyen insana daha ayartıcı gelmeye başladı. Birkaç yıldır üzerinde durduğum ?Görsel İmge? levhalarıyla yeni bir görsel dili arıyorum. Bkz. www.mortaka.com
Hariçten Gazel?e niçin anlatı türüne dahil ettiniz?
- ?Şakul?de şiirdir ?Lodos? da, diğer metinler de imge ağırlıklıdır. ?Hariçten Gazel?in şeklen şiir formu ise de anlatıya dâhil olabileceğini düşündüm. Klasik tarzı ile şiir kitaplarıma alamayacağım bir formatta çünkü.
Okur cephesine geçildiğinde durumun uzun uzadıya değişmediğini görüyoruz. Ama yine de sormak istiyorum: Kitaplarınızın okurlarıyla ilişkisi nasıl?
Yaşar Bedri: En çok kitabın basıldığı, vitrinlere doluştuğu, kitleler halinde internette yazan yüz binleri göz önüne alırsak, kitap dostu olamayan okumaz yazarlar ülkemizin içler acısıdır. Bunu ülkemiz olarak sınırlamak haksızlık olabilir. Dünyada kitap okunmayan bir sürece giriliyor. Enflasyonun başında da şiir kitapları geliyor elbette. Okurum çok özeldir diye düşünüyorum. Tesadüfü okurum çok azdır. Onlarla birlikte bir şeyleri yeniden keşfediyoruz. Arıyorlar, yazıyorlar; sorgulanıyorum, kendilerini ekliyorlar eğitici bir süreci birlikte kotarıyoruz.
Sıradan okurlar pek kitap okumazlar zaten, bilinçli, disiplinli okurlarla yazınsal belleğimiz çok da kavgalı değildir.
Şiir biraz daha dar alanda paslaşılan bir tür. Meraklısından başkasına hitap etmiyor. Son tahlilde şairlik şövalyelikle eşdeğer bir meslek gurubunda şimdi. Kimsenin kimseyi okumadığı, umursamadığı, ötelediği bir zamanda ısrarla şiirin yazılıyor olmasını başka türlü açıklayamayız.
Söyleşi için teşekkürler...