Dolar

34,9469

Euro

36,7203

Altın

2.983,90

Bist

10.125,46

İslam karşıtlığında Batı medyasının rolü

Din üzerine kapsamlı bir çalışmaya imza atan John Micklethwait ve Adrian Wooldridge, dünyada dinin yükselişinin sebebleri ve bunun küresel ekonomiye etkilerini el aldı.

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-06-28 03:02:00

İslam karşıtlığında Batı medyasının rolü

Can Bahadır Yüce / Zaman

Batı medyasının önemli yayın organlarından The Economist dergisinin genel yayın yönetmeni John Micklethwait ve Washington temsilcisi Adrian Wooldridge, din üzerine kapsamlı bir çalışmaya imza attılar: God Is Back (Tanrı Geri Döndü). Dünyada dinin yükselişinin sebeplerini ve bunun küresel ekonomiye etkilerini ele alan kitap, pek çok övgüyle beraber ateistlerin sert eleştirilerinden de nasibini aldı. The Economist'in yayın yönetmeni John Micklethwait'e kitap hakkındaki sorularımızı sorduk.

Biri Katolik, öteki ateist iki gazeteciyi din gibi zor bir konuda, böyle kapsamlı, emek isteyen bir çalışmaya iten sebep neydi?

Bu kitabı yazmamızdaki en önemli etken gazetecilikti. Aslında 'Amerikan dini', yani Amerika'da din üzerine bir çalışma tasarlıyorduk. Ancak konuya daha geniş bir açıdan baktığımızda dünyanın gittikçe daha az dindar ve daha laik olduğu yönünde bir kanaatin varlığını fark ettik ve Amerika'da dinin buna bir istisna oluşturduğunu gördük. Dünyanın geneline baktığımızda ise aslında bunun tersi geçerli. Yine de bu tam olarak kitap için başlangıç noktamız değil, vardığımız sonuç oldu.

Kitabınızda 'dine dönüş' konusundaki gelişmenin nicel değil niteliksel olduğunu belirtiyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

Dine ilişkin istatistikler genel olarak dinin yükselişte olduğunu gösteriyor. Bunu 'nicel' değil 'niteliksel' olarak tanımlamamızın sebebi, dine ilişkin istatistiklerin büyük oranda karmaşık ve zor çözümlenir olmaları. Bir yandan da abartılmaya elverişliler. Bir insan kiliseye gidiyorsa, bu onun dindar olduğunu gösterir elbette, eğer bir Müslüman camiye gidiyorsa da aynı geçerli. Ama tüm bunlar gerçekten bu rakamlara güvenip güvenemeyeceğiniz sorusunu da ortaya çıkarıyor. Yani bir kilisede veya camide kaç insan toplanıyor? Buradaki temel fikir şu: Ortada dünyanın ne kadar dindar olduğuna dair çarpıcı bir rakam var, ama buna ne kadar güvenebiliriz? Mesela, Türkiye örneğinde bu böyle; Türkiye dinin kamusal alanda gözlemlenebildiği bir ülke.

Türkiye'ye modernlik ve İslam bağlamında sık sık atıf yapıyorsunuz. Avrupa'nın Hıristiyan kimliğini yeniden keşfeden liderlerin Türkiye'nin AB'ye girmesine karşı çıktığını söylüyorsunuz. Türkiye'nin AB şansı var mı?

Evet, kitapta Türkiye'ye modernizm ve İslam bağlamında sıkça atıfta bulunduk. Avrupa'da Hıristiyan kimliğini keşfeden dindar insanlara kimse dikkat çekmiyor. Temelde ikiyüzlü bir tutum var. Anayasaya Hıristiyan kelimesini koymak istemeyen insanlar Türkiye söz konusu olduğunda hemen ağız değiştiriyorlar. Türkiye'nin AB üyeliği için ilginç bir zaman olduğunu düşünüyorum ve The Economist dergisi olarak Türkiye'nin üyeliğini kuvvetle destekliyoruz. Sanırım Türkiye'nin AB'ye üye olmadan çözülmesi gereken sorunları olduğu yönünde güçlü bir görüş var. Bana kalırsa Avrupa içerisinde Türkiye'nin üyeliğini engelleyen sorunlar Türkiye'de olduğundan daha fazla.

Türkiye'de sizin deyişinizle 'alenen İslamcı bir parti' iktidarda ama mahkemeler laik. Türkiye örneğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Zaten Türkiye örneğinde ilginç olanın da bu olduğunu düşünüyorum. Bana kalırsa Türkiye İslam'ın geleceği için bir model sunuyor. Türkiye'de dindar Müslümanlar bulabilirsiniz, hatta İslami bir partiniz bile olabilir. Bunun için teokratik bir anayasa da şart değil. Bu, kültür açısından da böyle. İstanbul'da ziyaret ettiğim modern sanat müzesini buna örnek verebilirim.

Kitabınızın doğrudan Nietzsche'ye atıf yapan başlığı 'God Is Back' (Tanrı Geri Döndü) geleceğe dair neyi ima ediyor: Dinin yükselişi sonucunda tüm dinlerin barış içinde olduğu bir dünya mı, din savaşlarının hüküm sürdüğü bir karmaşa ortamı mı?

Aslına bakarsanız, basit bir şekilde bu başlık dinin geri döndüğü imasını taşıyor, ki bu da bence azımsanacak bir şey değil. Sanırım insanlar Tanrı'nın 'yok olduğu' sonucuna varmak için acele etti. Tanrı, çağdaş söylemin gerçekten anlamlı bir boyutu değildi. Bunun doğru olmadığını sürekli tekrarlıyorum. Günümüzde insanlar derin bir şekilde dinin etkisiyle hareket ediyor. Özel hayatlarda ve siyasette bunun etkilerini görüyoruz. İster beğenelim ister beğenemeyelim, din aslında çağdaş söylemin bir parçası. İşte tam da bu nedenlerle başlığın kullanılabilecek ilginç bir örnek olduğunu düşündük. Ama bir başlık eninde sonunda sadece bir başlıktır, bu açıdan 'Tanrı Geri Döndü' yerine başka bir isim de kullanabilirdik. Bu başlık bize neler olduğunu anlatmanın en basit yoluymuş gibi geldi. Dinin yükselişinden sonra tüm dinlerin bir arada, barış içinde yaşamaları mümkündür. Belki başlığın bu tür bir iması da olabilir. Bu konuda Amerika örneğine bakabilirsiniz. ABD, tüm dinlerin bir arada, barış içinde var olabildiğine çarpıcı bir örnektir. Orada birçok farklı din var. Müslüman, Hindu, Hıristiyan ya da Yahudi olabilirsiniz, herhangi bir dine inanabilirsiniz. Hepsi yan yana, mutlu bir şekilde var olabiliyor, ama dünyanın başka birçok yerinde bu durum bir kargaşa zemini de meydana getiriyor.

Foreign Policy dergisinin geçen yıl düzenlediği 'En Önemli 100 Entelektüel' anketinde Türk kanaat önderi Fethullah Gülen ilk sıradaydı. Gülen'in öncülüğünü yaptığı eğitim faaliyetleri, tüm dünyada Müslümanların 'barışçı' kimliğiyle birlikte anılıyor. Kitabınızda Gülen Hareketi'ne atıf yok. Gülen Hareketi'nin nasıl değerlendirdiğinizi merak ediyorum.

Evet, Fethullah Gülen örneği, bence kitapta yer vermediğimiz çok önemli bir örnek. Bahsettiğiniz gibi, '100 Entelektüel' anketinde ilk sırada yer aldı. Bunda öncülük ettiği hareketin de etkisi oldu. Kendisinin düşüncelerinin kitaplarında yer aldığından haberdarım. Ayrıca kitapta birçok din adamından daha bahsedilebilirdi.

Washington Post ve ABC'nin hazırlattığı bir kamuoyu yoklaması sonucunda 2006'da ABD'lilerin yüzde 46'sının İslam konusunda olumsuz görüşe sahip oldukları sonucu ortaya çıkmıştı. Bu istatistik, Batı ülkeleri için de geçerli. Batı toplumunda İslam'a karşı duyulan çekincelerde medyanın da rolü olduğunu düşünüyor musunuz? Edward Said'in bu konuda sert eleştirileri vardı...

Evet, sanırım bunda medyanın önemli bir rolü oldu. Bu tutum, benzer şeylerin siyasetçilerce dile getirilmesiyle de birleşti. Basın bazı şeyleri abarttı. Bazı fiziksel davranışların kaçınılmaz olarak insanları İslam dünyası konusunda olumsuz bir görüşe itmiş olması da söz konusu. Bunun en açıkça görüleni de 11 Eylül'den sonra oldu. Eğer bir Amerikalıysanız İslam dünyası hakkındaki görüşünüz 12 Eylül 2001 sabahı, 11 Eylül günü olduğundan daha olumsuz bir hale gelecektir. Ama bu, karşı taraf için de geçerli. Mesela, İsrail'in Müslümanlarca sevilmemesinin sebebi, kullandığı yöntemler. Haklısınız, medya İslam karşıtlığı konusunda önemli bir rol oynadı.


The Economist'i yükseltiyor

47 yaşındaki John Micklethwait, 2006 yılından bu yana haftalık The Economist dergisinin genel yayın yönetmenliğini yapıyor. Dergi, 2008 ABD başkanlık seçimlerinde Barack Obama'ya verdiği açık destekle dikkat çekmişti. Micklethwait yönetimindeki The Economist, son dönemde ise medyadaki ticari başarısıyla gündemde. Haftalık haber dergileri Newsweek ve Time, son bir yılda milyonlarca okur kaybederken The Economist internet çağında tirajını korumakla kalmadı, yüzde 25 oranında artırdı.

Haber Ara