Sabah gazetesi'nden Ertuğrul ERBAŞ Güneydoğu'da 14 yıl Genelkurmay'a tercümanlık yapan ve yüzlerce sorguya katılan Yıldırım Beğler'le Norveç'te konuştu. Erbaş'ın röportajı şu başlıkları içeriyor:
FAİLİ MEÇHULLERİN ÇOĞU İŞKENCEDE ÖLDÜ
İşkence normal bir şeydi. İşkenceden artık yorulmuştuk. Sonra bize bir iğne getirdiler. Damardan vuruyorduk. Adam bülbül gibi konuşuyordu.
ÖLENLERİ HELİKOPTERDEN ATIYORLARDI...
İki tane pilot vardı. Biri o zamanlar yüzbaşı, biri üsteğmendi. İkisi de hâlâ görevde diye biliyorum. Erken terfi alıyorlardı. O zamanlar yüzbaşı olanın isminin baş harfi 'M' üsteğmen olanın isminin baş harfi ise 'T'. Herkes de biliyor bu pilotları. Cesetlerin atıldığı yeri de biliyorum.
KUYULAR ACEMİ İŞİYDİ
Biz işkencede ölenleri kazan dairelerinde hallettik.
UĞUR MUMCU SUİKASTI ASKER-POLİS-MİT ÜÇGENİDİR
Pis bir iştir. Katili Türkmen. Kerküklü. Daha önce gelmiş MİT'le çalışıyormuş. Adı Velit. Vatandaş olmuş. Bombayı koyunca yakalandı. Yakalanınca kimliğini sakladılar. Saklayınca ne oldu? Iraklı oldu. Savcı sınır dışı etti.
İşte şoke eden röportajın bugünkü bölümü:
PKK beni infaz edecekti. Özel Kuvvetler kurtardı. İki gün sonra da Hasan Kundakçı Paşa ile tanıştım ve onun helikopteriyle Silopi'ye geldim..
Adı Yıldırım Beğler... 1995'te bizzat Hasan Kundakçı Paşa'nın helikopteriyle Kuzey Irak'tan Türkiye'ye getirilen bir Kerkük Türkmen'i... 14 yıl Güneydoğu'da Genelkurmay'ın kadrolu tercümanlığını yaptı. Bu yıllar boyunca yüzlerce sorguya girdi. Bölgede görev yapan komutanların 'Manevi Oğlum' dediği Yıldırım Beğler, o karışık dönemde birçok yasadışı olaya şahit oldu. Adam kaldırmalar, işkenceler, cinayetler, kaçakçılık... Görüşme öncesinde çekincelerimiz yok da değildi. Acaba doğru mu söylüyordu? Genel Yayın Yönetmenimiz Erdal Şafak'tan 'Yüzde 99 doğru' teyidini alınca röportaj için kolları sıvadık ve iltica ettiği Norveç'te görüştük. Biraz çekinerek ve tereddütle kabul etti bizi. 3 gün süren röportaj boyunca da görev yaptığı yıllara ilişkin birçok şey anlattı. Bize söylemediklerini yetkililere söyleyebileceği mesajını da verdi. Peki neden bunca yıl sustu da şimdi konuştu?.. Bunun muhtemelen 3 sebebi var. Birincisi o artık bir Norveç mukimi. Vatandaşlık da sırada bekliyor. İkincisi son günlerde tırmanışa geçen, adı gizli tanık ya da itirafçı her ne ise 'Vicdan rahatlatma' trendi. Bunda şüphesiz iddianamelerle ortalığı kasıp kavuran savcıların da payı büyük. Üçüncü neden ise sahipsiz bırakılmamın yarattığı bir intikam duygusu. Ama nedeni her ne olursa olsun anlattıkları öyle yenilir yutulur cinsten şeyler değil.
Yıldırım Beğler, Körfez Savaşı sonrası Kerkük'ten Barzani kontrolündeki Zaho'ya kaçmış. MİT ajanı yaftasını yiyince KDP ile ters düşmüş. Ve bir gün Barzani'ye suikast suçlamasıyla cezaevine düşmüş. Tam idam edilecekken cezaevini penceresinden atlayıp kaçmış. Ardından Talabani'ni peşmergelerine sığınmış. Acem bölgesinde ailesiyle birlikte bir okula yerleştirilen Yıldırım Beğler o günlerde Türk Kızılayı'nda görevli Mehmet Yarbay ile tanışınca hayatının akışı bir anda değişmiş.
Özel Kuvvetler'le nasıl tanıştınız?
Okulda kalıyorduk. Birkaç ay geçti annem Türk Kızılayı'nı buldu. Mehmet Yarbay'la tanıştık. Annem bir ay Mehmet Yarbay'a bilgi götürdü. Annem 'Bunlar bizim kavmimizdir. Sadece bilgi verelim onlar bize bakar' dedi. Ama ufak tefek bilgiler. Sonra ben bilgiler vermeye başladım. Nokta atışı! Bir gün Murat Karayılan miting yapıyor. Nokta yerini verdim. Ama son anda Karayılan 'Hemen kaçın burayı bombalayacaklar' dedi. Birileri sızdırdı. Obüsler düştü. Caminin arkasında konuşmasını yine yaptı Murat Karayılan. Ben o zaman korktum 'Bu iş nasıl patladı' diye.
BİZİ TÜRKİYE'YE SATIYORSUN
Birkaç gün sonra bir PKK yetkilisi geldi 'Sen Türkiye ile çalışıyorsun' dedi. 'Bizi satıyorsun' dedi. Beni köyün ağasına şikâyet ettiler. Sayit Abdullah... Talabani'nin Badinan bölgesinin askeri genel komutanı... Beni çağırdı 'Bu bilgi doğruysa kafanı keserim' dedi. Bana bir hafta verdiler 'Araştıracağız' diye. Bir yanım PKK, bir yanım Barzani. Öyle kaldım. 3 gün sonra bir gece kapımı çaldılar. Kapıyı açtım, 'Özel Kuvvetler'den geliyoruz' dedi kapıdaki kişi. Türk Özel Kuvvetleri... Dışarıda zırhlı araçları var. Sabaha kadar kaldılar. Sabah onlarla çıktım köyün içine. PKK'lıların hepsini topladık. Aşağıda bir okula götürdük. Orada bir baktım Erdal Paşa.
Erdal Sipahi?..
Evet. O zaman Şırnak Tugay Komutanı. Gece oraya ordu girmiş. Ama PKK'nın haberi vardı. 20-30 kişi ayak takımı kaldı.
Üst düzey sorumlu yok muydu?
Cemil Bayık vardı. Murat Karayılan vardı... Ama hepsi gitmişti.
NEREYE YERLEŞMEK İSTERSİN?
Sonra ne oldu?..
Erdal Paşa iki gün sonra da, 'Yanına kardeşlerini, anneni al komutan gelecek' dedi. İki tane Sikorsky indi. Hasan Kundakçı Paşa! 'Hadi oğlum annenle kardeşlerini getir benimle geliyorsun' Evi bıraktık bindik Sikorsky'ye geldik Silopi'ye. Yıl 1995. Bana harita açtı Hasan Paşa. 'Türkiye'nin neresine yerleştireyim seni?' dedi. Ben batıyı istiyordum. Ama annem 'Yok çoluk çocuk var. Beni Irak'a en yakın yere koy' dedi. Hasan Kundakçı da 'O zaman seni Avni Mutlu'ya emanet ediyorum' dedi. Avni Mutlu, Habur Sınır Kapısı'ndan sorumlu mülki idare amiriydi. Gümrük lojmanlarında bir bina verdiler. Jandarmada telefon telsiz dinlemeye başladım. Silah yakalıyorduk.
'Teröristin başına tabancayı dayadım'
Habur'dan sigara almaya' gidelim dedi. 48 Kapı'ya gittik sigara almak için. Bir üsteğmen oturuyor. Daha önce Derker Acem'de gördüğüm bir PKK sorumlusu orada duvar gibi durmuş. Bir Colt tabancam vardı. JİT kimliğim vardı. Teröristin kafasına dayadım silahı. 'Bu ne' dedim üsteğmene. 'Türkmenim diyor. Her gün geliyor' deyince. 'Bu PKK'lı' dedik. Götürdük. JİT kimliğimi ise Levent Göktaş 'JİTEM bitti' deyip aldı ve imha etti.