Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

'Ahmet Hakan'ın Tuğçe Kazaz'dan farkı yok'

'Meksika Sınırı'nın 'yakışıklı entelektüeli', Selehattin Yusuf, geleceğin Ahmet Hakan'ı denilmesine de fena içerliyor.

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-04-05 16:26:00

'Ahmet Hakan'ın Tuğçe Kazaz'dan farkı yok'

Kütüphanede memurluk yapan, Sanayi Bakanlığı'nda, İETT'de işçi olarak çalışan Selahattin Yusuf, son kitabı ?Niçin ağlıyorsun Elisabeth, mutlu değil miyiz?'de batılı düşünür ve sanatçıların bilinçaltını didik didik ediyor. Kitabını kendine bakarak yazdığını söyleyen, kendisini TV'den hayran olan okur kitlesini hazetmeyen Selahattin Yusuf, 'Hayranım olan okurlar kitle beni incitiyor? diyor. Hayran kitlesinin tarifiyle 'Meksika Sınırı'nın 'yakışıklı entelektüeli', geleceğin Ahmet Hakan'ı denilmesine de fena içerliyor. Sebebi başlıkta...

TV'de program yapıp, Aktüel Dergisi'nde köşe yazıyor. 'Kafam sıkıştığında yazı, durumum daha kritikse şiir yazıyorum' diyor. Genç kuşak yazarlar arasında parmakla gösterilen kafası karışık bu adamı en çok inciten şey ne biliyor musunuz? Hayranlarının okur kitlesi olması. Ama buna rağmen televizyondaki Selahattin'i beğenenler kitaplarını beğenmiyormuş. Hatta ikisinin farklı kişi olduğunu bile düşünenler varmış. Ama ben kitaplardaki Selahattin Yusuf'u ekrandakinden daha çok beğendim. Kübra

Genç kuşağın gelecek vaad eden yazarlarından biri olarak bilinen ve 'Geleceğin Ahmet Hakanı' olarak söz edilen Yusuf, 'Ne için ağlıyorsun Elizabeth mutlu değil miyiz?' adındaki kitabını piyasaya sürdü. Batı ve doğu sanatçılarına hayranlığını dile getirdiği kitap günce tadında. Ama kitap aslında Türkiye'de var olan 'Batıya hayranlık duyup, Doğuyu referans almak.' gerçeğinin kapısını aralıyor. Peki bunu bilinçli mi yoksa bilinç dışı bir refleks olarak mı yapıyoruz? Bu sorunun cevabı ve daha fazlası röportajda. Büşra

Bir tarafta televizyonda haber sundunuz, şiirler yazdınız, kitap çıkardınız, köşe yazarlığı yaptınız. Yaptığınız işlerin bir kısmı medya diğer kısmı değil... Zıt şeyler ama ne mahzuru var? Niye bu kadar dağılıyorsunuz?

Ben zaten dağınık bir insanım. Hayat bana yetmiyor. Herhangi birşeyi sürekli yapmaktan çok sıkılıyorum. Birçok şeyi deniyorum o sebeple.

Ne yaptınız bunların dışında?

Kütüphanede memurluk yaptım, Sanayi Bakanlığı'nda ve İETT'de çalıştım. Şu zamana kadar hep zihnimi rahat ettirebileceğim işlerde çalıştım. Yoksul bir köylü çocuğu değil de, varlıklı bir ailenin çocuğu olsaydım bahsettiğim yerlerde çalışmazdım. O zaman edebiyattan da kopmuş olmazdım. Sanayi Bakanlığı yerine televizyonu tercih ettim.

Herşeyden sıkılıyorsunuz. Yazarlıktan sıkılmadınız mı?

Hiç sıkmadı. Başım sıkıştığı zaman düz yazı yazıyorum. Durum daha kritikse o zaman şiir yazıyorum.

Kitapta babaannenizden bahsediyorsunuz sonra Nietzsche'yi Tarkovsky'i ekliyorsunuz oradan Ankara yıllarına dönüyorsunuz. Siz ne yapıyorsunuz?

Kafam karışık benim.

Ama net olması gerekmez mi?

Netlik iyi değildir. Kafası net olan insanlar aslında yaşamıyorlardır. Çünkü doğada hiç birşeyin kafası net değildir. Mesela; ağaçlar bir süre sonra fikirlerini değiştirecekler. Yapraklarını dökmeye kuru dal olmaya karar verecekler. Hayatın dinamiği kafa karışıklığı.

Kafanız nerede karışıyor peki?

Hayatta karışıyor. Bana kalırsa kafa karışıklığımızı netleştirdiğimizde zaten ölmüş olacağız. Bunu hakikat dediğimiz şeyle anlatmamız lazım. Yaşadığımız hayatın son hakikat noktasını bilmiyoruz bunu sadece inançla gideriyoruz. O hakikate olan susuzluğumuzu inanç gideriyor. Susuzluğumuzu deşen şey ise sanat. Benim için kaliteli yapılmış her sanat hakikate olan susuzluğumuzu deşer.

Kime yazıyorsunuz bu yazıları?

Kendime. O yüzden gazetede haftada üç yazı yazan biri olamadım. Çünkü içinize bakarak yazı yazmak çok zor.

Okunmayı ne kadar ciddiye alıyorsunuz?

Hiç ciddeye almadım. Olabildiğince az olması iyi. Çok okunmayı amaç edinmedim. Öyle bir şey olursa kendimden şüphe edeceğim.

Kimler okuyor sizi? Gençler mi, entelektüeller mi yazarlar mı?

Bana gelen tepkiler 18 ile 50 arası gibi bir sıkala.

Bu okur kitlesi sizin kitaplarınız için değil, belki de hayran oldukları için okuyorlardır?

Televizyon programı yapmaya başladıktan sonra hayran okuru oluştu. Bu incitici birşey. Bir maskeli baloda fiziğinin yeterli olmadığını düşünen birisinin, yakışıklı bir aktörün maskesini takarak yanına gelen güzel bir hanımın kendisine iltifat ettiği andaki burukluk hissine benziyor.

Ekrandaki Selahattin'i beğenip, yazar Selahattin'i beğenmeyenler? Ya da tam tersi olabiliyor mu?

Evet. Kitabımı okuyanlar ekranda duruşumu sevmiyorlar. Ya da tam tersi ekranda izleyenler, kitabımı okuduklarında 'saçmalamış' diyebiliyorlar. İkisinin aynı insan olmadığını da düşünebilirler.

Sizin ilk büyük filozofunuz babaannenizmiş...

Bizim çocukluğumuz ergenlik bittiğinde dünyaya gerçekten dönmüş oluruz. İşte ben ergenlikte herşeyi ondan dinledim. Çok önemli bir yeri var benim için. Hikayelerimde de yeri vardır.

Babanneniz dışında var mı başka ustanız?

Ustalar oldu benim hayatımda. İlk ustam Necip Fazıl'dır. Ama onda kalmadım fazla çünkü Necip Fazıl'ı narkotik buluyorum. Ruhu çok güçlü olduğu için, eğer çabuk çıkmazsanız sizi uyuşturur. Cemil Meriç de çok uzun zaman etkilemiştir. İsmet Özel, Sezai Karakoç.

Böyle söylüyorsunuz ama kitap Batılı düşünür ve sanatçılarını referans alıyor. Neden?

Ben kendimi onlara yakın buldum. Kaçınılmaz birşey bu. Ya yalan söyleyecektim ya da böyle yazacaktım.

Söylemek istemediğiniz yalan neydi?

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, bu bir yalan. Çünkü onun metni benim kanıma karışmıyor. Saklamıyorum. Batı'dan çıktığı için onları okuyorum. Belki de bir yanılsama ilerleyen yaşlarda göreceğim bilmiyorum.

Ama başka bir taraftan gerçek bilgi ancak Doğu'dan fışkırır diyorsunuz. Doğu'ya hayran olup batıyı referans almak niye?

Doğru bir tespit. Bir gül düşünün kendisinin farkında değildir. Çünkü gülün bir bilinci yoktur. Onun gül olduğunu bahçıvan da bilmeyebilir. Onu bilen içindeki büyük bir boşluğun dolduğunu hisseden Batılı bir şair farkedebilir. Ya da fark edişi daha trajik olabilir.

Yani yabancı bir bakış size daha değerli geliyor...

Aynen öyle. Çok değerli birşeye yabancı bir göz nasıl bakıyor. Benim çıkış noktam bu. Çünkü doğunun değerini anlamak için yabancı bir gözle bakmayı denemek bizi de besleyen birşey.

Batı kültüründen yardım istemek gibi birşey bu...

Evet. Biz Şeyh Galib'in yaralarımıza merhem olduğunu biliyoruz. Ama yaramızın nerede olduğunu bilmiyoruz. Onu bize batı felsefesi gösteriyor. Çünkü dünyamızın yaşayış olarak tüm sorunlarını Batı temsil ediyor. Biz yarayı anlamamız için Batı'yı anlamak zorundayız. Merhemlerimizin de bir işe yarıyacağını o zaman anlayabiliriz. Yara batıya aittir merhem ise doğuya.

Maneviyat Doğu Batı arasında hangi rafta duruyor?

Peygamberimiz 'bana eşyanın hakikatini göster' diyor. Türk edebiyatı içinde yaşayan bir insan bunu fark edebilir mi? Peygamberimizin söylediği söz, batı felsefesinin en derinindeki şeydir. Biz cevaplarını Kur'an'da bulduğumuz konuların sorularını dünyanın her yerinde bulabiliriz. Bu duanın farkına varamıyoruz. Çünkü halsizleşmiş bir kültürün içinde yaşıyoruz. Çünkü başka bir yerde yok bu. Mevlana'nın Mesnevi'sinin içinde yaşamak kolay ama biz modern bir hayatta yaşıyoruz. Modern hayatın sorunlarını bu dörtbaşı mağmurluk çözemeyebilir. Bir Mozart kompozisyonuna ulaştıysak o zaman Yunus'un şiirlerini anlayabiliriz.

'Niye Ağlıyorsun Elishabeth Mutlu Değilmiyiz'i kendinize mi yazdınız...

Evet büyük çoğunluğunu.

Biz Nietzsche, Dostoyevski, Orhan Pamuk, Oğuz Atay'ın kitaplarını alıp pekala okuyabiliriz. Siz neden yorumluyorsunuz bunları, ihtiyacımız mı var?

Bir sanatçı doğayı herkesin gördüğünü bilmesine rağmen yinede notalara döker. Yazar ise yazmak ister. Süleymaniye ile ilgili o bayram sabahı yazısı? Yahya Kemal gibi bir sürü insan o bayram namazındaydı ama yine de yazdı. Dünya var olduğu gibi bana yetmiyor. Ondan bir ruhaniyet çıkarmak istiyorum. Hayatın kendisini yorumlayarak başka birşey çıkarmak istiyorum. Ama nededini bilmiyorum. Belki empati arzusu olduğu içindir. Hayattan uzak olduğum için olabilir.

Solculara hayran olmak hastalık

İslami camiada entelektüel olmak, batıyı kutsamak, 'öteki tarafa yaranmaya çalışıyor' gibi algılanmıyor mu?

Bu hiç umrumda değil. Bende hiç etrafına bakmış ve farkında olan insanın gözleri var mı?

Hiç mi umursamıyorsunuz?

Eskiden İsmet Özel'in taraf değiştirmesini, Cemil Meriç'in, Peyami Safa'nın hangi tarafta olduğu konuşulurdu. Son zamanlarda gazetecilerin taraf değiştirmesi sorgulanıyor. Çok az şeyi akletmiş ve dert edinmiş kimselerin taraf değiştirmesinin bu kadar konuşuluyor olması acı verici. Ben Kemal Tahir'i çok önemsiyorum. Dr. İsmet Kıvılcımlı'nın yazdığı sosyalist hareketin gelişimini önemsiyorum. Eğer böyle bir çocuksu bir noktadan bakarsak o zaman Kani Karaca'nın mevlüt okuyuşunun hayranlığını söylediğimizde de birşey demiş oluyoruz.

Peki ya öteki mahalle, bizim mahalle söylemleri...

Bu mahalle tanımlamasının bir sürü şeyin üzerini örttüğünü düşünüyorum. Bir verimsizliğin tanımı. Mahalle Türkiye'de eskiden nasılsa şimdi de öyle olmalı. Delisi, sağcısı, solcusuyla bir mahalleydi. Solculara hayran olmak bir hastalıktır. Ama bir insanın hayat tecrübesine ve yazdıklarına hayran olmak soylu birşeydir.

Peki Ahmet Hakan için ne düşünüyorsunuz?

Tuğçe Kazaz Ortodoks olduğunda birşey söylemiştim. Bizim için bir kazanç oldu onlar için ise bir kayıp. Ahmet Hakan için de aynısını söylüyorum. Bizim için bir kazanç onlar için bir kayıp.

Size geleceğin Ahmet Hakan'ı diyorlar. Bunalmıyor musunuz bu söylemlerden?

Bunun söz konusu olması beni rahatsız ediyor. Kendimi biraz kazıklanmış hissediyorum açıkçası. Bana bir parça kötü söz söylenmiş gibi geliyor. Ben ne yaptım ki şimdi buna maruz kalıyorum. Ülkenin taraf değiştirme panayırının, fiyat listesinin isminin bu olması geleceğe dair umutlarımızı karartıyor. Bir gazetecinin Türkiye'nin gündemini belirliyor olması canımı yakıyor.

Ana haber bülteni sunmak, köşe yazarlığı yapmak gibi benzer yönleriniz var. Belki kodlarınız uyuyordur...

Ama bu kodların sayısının bu kadar az olması ne kadar klostrofobik.

Ters refleks hiç geliştirmediniz mi bunun için? Mesela o haber sundu ben susmayayım ya da köşe yazmayayım gibi...

O diye birşey yok hayatımda.

Siz cemaatinize özeleştiri yapıyor musunuz?

Yapıyorum ama şöyle anlatayım. Yoksulun eleştirisi kimseye batmaz ama iktidar sahibi bir adamın eleştirisi dikkate alınır ve tedirgin olunur. O yoksul kalbinde hiçbir kötülük olmayan adamın saflığında ve iyi niyetiyle eleştirmek gerekir. Solun Türkiye'nin enerjisinin ne kadar boşa akıttığını, Türk kültürünü nasıl deforme ettiğini fark ettikten sonra Türkiye'de solu eleştirmemek mümkün değil. Ama bir taraftan da sosyal adalet problemini gündeme getiren sol tarafı desteklememek de mümkün değil. Bunun yanında kendisinin muhafazakar bir kültüre sahip olduğunu iddia edip, Türkiye'nin özgün kültürünün gelişmesi için hiçbirşey yapmayanı da eleştiriyorum. Türkiye'de her taraf eleştirilmelidir.

Peki en çok neyi eleştiriyorsunuz?

Eleştiriye gelmediklerinin farkında değilller bunu eleştiriyorum aslında.

Amatör entellektüelim

Sizin hayatı ağırdan alma gibi bir öneriniz var. Hız yapmak daha iyi değil mi?

19. yüzyıldan sonra bilim ve teknolojinin gelişmesi insanın ruhunda travmatik bir etki yarattı. Bu incilmişlik unutulacak kadar derinlere indi. Bundan bağımsız birşey hissetmek imkansız hale geldi. Hız insanlık için büyük bir problem. Hız üzerine düşünmek çok hayati. Biraz yavaşlaması gerekiyor insanın tabi haline gelebilmesi için.

Siz ağırdan almış gibi değilsiniz. Yaptıklarınıza bakınca size çok uzak bir tez bu...

Bir tao üstadı şöyle der; 'Tepede bir ağaç var sen her sabah elinde bir tas suyu köküne döküyorsun. Bunu yıllarca devam ettiriyorsun. Tek düzelik ve durağanlık ama unutma ki o ağaç bu tek düze ve durağanlık içinde yeşerecek bir gün.'

Yavaşlatabildiniz mi kendinizi...

Yavaşlığın farkına varmak da önemlidir. Aradaki farka işaret edebilirsek biz yazarlar görevimizi yerine getirmiş oluruz.

?İnsanın mesleği korse gibidir, onu ayakta tutar? diyor Nietzsche. Sizin bir korseniz var mı?

Yazarlık meslek olabilseydi gerçekten bir korse olurdu. Meslek olarak da bakılmamalı zaten. Amatör entelektüel olmalıyız. Hepimiz farklı işlerde çalışarak geçimimizi temin etmek ve meslek sahibi olmak zorundayız. Ama profesyonel entelektüel olduğumuzda köşe yazarları gibi oluruz. Meslekleri onları ayakta tutuyor ama korse ruhumuza da şekil veriyor.

Profesyonel entelektüel olunca ne oluyor?

Profesyonel entelektüel yazarların ruhları sığ dünyanın şeklini alıyor. Siyasi, güncel politikanın hakikatlerine odaklanmış namuslu insan bile kiri pası yaza yaza bir süre sonra vücudunun ve ruhunun o şeklini aldığını göremiyor.

Hayatınızda bilgiyi arttırdığınızdan itibaren maneviyatınızda zedelenme oldu mu?

Bilgiyi ilerletmeden inancı ilertemezsiniz. Zaten bunun birbirine ait olduğunu söyleyen temel referans Kur'an söylüyor. Bir çobanın sorumluluğu ile bir düşünür veya alimin sorumluluğu aynı değildir. Bilgi ilerledikçe inanç da ilerliyor.

Sizde bir artış var mı peki?

Evet. Öncesi ile sonrası arasında ciddi farklar var. Ama birşeyin içimizde var olabilmesi için o şeyden hayatımızın bir noktasında uzaklaşmamız gerekiyor. Onun yüceliğini fark etmek için onla aramıza mesafe koymamız gerektiğini düşünüyorum. Ama bu yapıcı bir mesafe olmalıdır.

SON VİDEO HABER

Iğdır'da AK Parti İl Başkanlığı binasına molotoflu saldırı

Haber Ara