Annenin şefkati sayesinde, bir iki günlük fazla mesainin ardından gün ışığı gören bu üç palaz, hayat hikâyelerini anlatıyor. Çirkin İnsan Yavrusu, toplumdan dışlanmış üç genç kızın yaşadıklarını sahneye taşıyor. Oyun Deposu'nca sahnelenen Çirkin İnsan Yavrusu'nu Semaver Kumpanya'da seyrettim. Maral Ceranoğlu'nun yönettiği, Ceren Ercan'ın dramaturgisini, Tomris Kuzu'nun kostüm tasarımını, Cem Yılmazer'in ışık tasarımını gerçekleştirdiği oyunda, Yelda Baskın, Gülce Uğurlu ve Elif Ürse rol alıyor. Genelde kendi metinleri ile sahneye çıkan Oyun Deposu, Çirkin İnsan Yavrusu'nda doğaçlama geliştirdikleri metin ve dans tekniklerini kullanarak, meramlarını anlatıyor.
Olay örgüsü, yabancı olmadığımız cinsten. Cinsinden farklı düşünen bir kız, başörtülü diğeri ve etnik kökeni farklı bir diğeri. Üç farklı boyuttan kopup gelmiş bu üç insan, kendi çevreleri ile birlikte var oluş serüvenlerini de paylaşıyorlar. Aileden başlamak üzere, çevre faktörünün her adımında bir halka daha eklenerek, giderek daralan halkalar şeklinde dışarıdan içeriye genişleyen bir ilerleyiş göze çarpıyor. En geniş halka aile. Sonrası, mahalle, okul, üniversite, iş, sosyal çevre derken biteviye daralan bir halkalar sistemini ifşa ediyor Çirkin Ördek Yavrusu...
Kolluk gücünün sorgusundan okul önlerinde kurulan 'ikna odaları'na varasıya yaşananlar oyunun kurgusunda anımsatılarak ilerliyor. Üç kişinin yaşadığı farklı süreçler, ayrı kollardan akan ırmaklar gibi kendi yatağında kıvrılıp oylumlaşarak bir denizde buluşuyor. Bu buluşma, bir başka farkındalıkın ipuçlarını ifşa ediyor: Kadın bakışı... Aslında geleneğin yaşatıcısı olarak görülen kadın figürü, türdeşini dışlayan bir tür olarak çıkıyor karşımıza. Kadın kadının kurdudur sözünü doğrularcasına, en kritik eleştiri de yine diğer ördek yavrularından yani kadınlardan geliyor, üç çirkin ördek yavrusuna. 'Aldım, verdim, ben seni yendim' türünden bir oyunun çerçevesinde, oyun olmaktan çıkan bir analiz sunarak bu gerçeğin altı çiziliyor.
Oyun başladığında, yalın ve yalnız bir kadın olarak kendilerini tanımlayan ve salt bu kimlikle var olarak bir yolculuğa başlayan üç insanın, zaman içinde evrildiklerine, dışarıdan tanımlandıklarına ve ayrıştırıldıklarına tanık oluyoruz... Annesinin şefkatle kuluçkaya yatıp gün yüzüne çıkardığı, sonrasında farklılıkları nedeniyle dışlanan bir çirkin ördek yavrusunun hikâyesi oyunun içerisinde alttan alta akıp giderken, diğer hikâyeler de benzeşlik kurarak ilerleyebiliyor... Aynı yazgının ortak paydasında buluşan iki farklı türün, ördek ve insanın koşulsuz eşitlendiği ve yazgıda birleştiği bir alan tanımlanıyor...
Oyun deposu, üç genç oyuncunun sahneye taşıdığı, toplumsal köşegenlerimizi birazcık esnetmeye ve farklılıkları anlamaya davet eden Çirkin İnsan Yavrusu adlı oyunlarını başarılı bir sahne performansı ile pekiştiriyor... Önyargıları biraz olsun ırgalayabilecek; insan konusundaki alışkanlıklarımızı ve peşin hükümlerimizi sorgulatabilecek bir duyarlılık ile sahnede var oluyorlar... Kostümler parçalanmışlığı ifşa edercesine yarım şekilde tasarlanmış... Özellikle deri kordonlarla kuşatılmışlık, karakterlerin yaşadıklarını anlatır cinsten... Koreografi, karakterlerin ruh halinin dışa vurumu olarak, hali anlatıyor... Yalın ve bütün dekordan arındırılmış bir sahne, oyuncuların devinimlerini özgür bırakırken, yalnızlaşmış olduklarını da pekiştiriyor...
Çirkin İnsan Yavrusu, insanın güzelliğini ispat etme gayretinde olan bir oyun. Trajik olanın, 'çirkin' tanımlar ve 'öteki'leştirme olduğu konusunda hemfikir. Üstelik bu fikri, didaktik alanın tehditlerinden alabildiğine uzak, estetik bir sunumun çerçevesinde, karakterlerin iç yolculuklarının eşliğinde, slogana dökmeden vermesini de biliyor.
Klişe tanımların (t)uzağında resme bakabilmek ve farklılıkları anlayabilmek isteyenler; Çirkin İnsan Yavrusu'nun söylediklerini can kulağı ile dinlemeli!..